Tarihi kendisiyle başlatanlar
Şükrü Kanber
- 388
Tarihi kendisiyle başlatanlara tavsiyem şudur; sizin bugün gördüğünüz ve haklı olarak itiraz ettiğiniz konular sadece bugüne ait değil, tüm insanlık tarihi boyunca hayatın bir tezahürü olarak devam edegelen hususlardır.
Tarihi kendisiyle başlatanlara tavsiyem şudur; sizin bugün gördüğünüz ve haklı olarak itiraz ettiğiniz konular sadece bugüne ait değil, tüm insanlık tarihi boyunca hayatın bir tezahürü olarak devam edegelen hususlardır. Tıpkı 5 bin yıl öncesi Sümer tabletlerinde gençlerin ne kadar yanlış büyüdüklerine yönelik şikâyette bulunulduğu gibi…
İnsan hayatı yaşananlardan kalan tortuların birikimleri üzerine inşa ediliyor.
İnsan çoğu kez kendi hayat çizgisinde tecrübe ederek öğrendiklerinin ilk kez pratiğe uyarlandığını zanneder ama genellikle yanılır.
Bilgi düzeyi, medeniyet seviyesi, teknolojik atılım ne olursa olsun insan fıtrat itibariyle ilk insan Hz. Âdem’den beri değişmemiştir.
Yüz katlı plazanın tepesindeki adamla, hayatını avlanarak idame ettiren kırdaki şahsın kıskanma, sevme, acıma, kızma refleksleri gerekçeler i farklı olsa da aynıdır.
Ya da bin yıl önce yaşamış insanla bugünün dijital atmosferini soluyan arasında bu duygulara sahip olma ve tepki verme arasında bir fark yoktur.
Ama biz fark olduğunu zannetmeye meyilliyiz.
İlk gençlik yaşlarında devlet nedir, kamu düzeni nasıl işler, siyaset kurumunun işleme şekli gibi sorulara cevap vermeyi bırakın, gündemine almayan kişi, yaşı ilerledikçe, kariyer hikâyesi geliştikçe öğrendiklerini sanki ilk kez keşfediyormuş hissini yaşar.
Makam, mevki, para ve güç paylaşımı oyunlarının içinde var oldukça, daha önce hiç karşılaşmadığı pek çok yeni insani davranış biçimlerini görünce farz eder ki bunlar kendi hayatında olan, ilk kez gerçekleşen ve daha önce yaşanmamış enstantanelerdir.
Oysa bu dünya üzerinde ne söylenmedik bir söz ne yaşanmadık bir tecrübe kalmamıştır.
İnsanlık kendini sürekli tekrarlayan bir döngünün içindedir ve insan bu döngünün içinde kendi şahsî yolculuğunu yapmaktadır.
Günümüzün aktüel gelişmelerinde de durum farklı değil.
Daha önce gerek yaşı gerekse konumu itibariyle pek çok bilgiye erişimden mahrum olan günümüz insanı, kariyer ilerledikçe karşılaştıklarını sanki ilk kez oluyormuş gibi algılıyor ve bu yanlış izlenimin ürettiği kelime sarfiyatına neden oluyor.
Mesela çok tartışılan şu liyakat meselesi.
AK Parti 19 yıldır iktidarda, tek parti iktidarının getirdiği yıpranmalar, hatalar, yanlışlıklar yok mu?
Elbet var.
İktidar karşıtı cephelerin açtığı liyakat tabanlı tartışmaya girmeyeceğim bile ama bu iktidarın ikliminde devlette konum elde eden ya da iş yaparak belli maddi güce erişen veyahut bulunduğu yerden memnun olmayan, kendisini daha yüksek yerlere layık gören ama bir şekilde bu isteğine erişememiş ve/fakat mevcut konumunu bu siyasi atmosfere borçlu olduğunu unutan kimileri de bu ateşe odun atmaktan geri kalmıyorlar.
Yine tekrar edeyim, insanın olduğu her yerde hata, eksik, günah olacaktır.
Bu bir eksik kapama ya da yanlışlara mazeret bulma yazısı değildir.
Benim amacım sonuçlar üzerinden konuşmak kolaycılığı kadar sebeplere de bakmak gerekliliğine, süreçleri başından sonuna tüm yönleriyle değerlendirilmesi zaruretine dikkat çekmektir.
Mükemmeli arama çabamız bitmemeli ama bir yandan da mükemmelin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bilmek durumundayız.
AK Parti öncesi Türkiye liyakatten uçuyormuş gibi, yeterlilikleri asla tartışılmayanların yönettiği dönemlerde Türkiye dünyanın en güçlü ülkelerinden biriymiş gibi, masa kenarlarına iliştirilen yancı muamelesi görmemiş gibi tüm o geçmişi unutup sadece günümüz verileri üzerinden çıkarımlarda bulunmak tam da bu yazının başlığı gibidir.
Ne yazık ki etrafımız böylesi “tarihi kendiyle başlatan” tiplerle doludur.
Günlük rutin içinde büyük bir kısmı kendi ritmi içinde işleyen iş ve işlemlere dikkat etmeyip, bu hızlı çarkta yanlış giden birkaç detaya saplanıp kalırsak geneli ıskalamış oluruz.
İşte İBB seçimleri ve sonuçları…
AK Parti belediyeciliği dünya çapında büyük bir başarıya ulaşmıştı.
Sistem tıkır tıkır işliyordu.
Bırakın günlüğü, saatlik aksamalara kadar pek çok problem halledilmişti.
Ama biz mükemmeli arıyoruz ya, kendi insanımıza hata yapma payı hiç bırakmıyoruz ya, hepsinden sabıkasızlık bekliyoruz ya…
İşte yolunda giden bir sistemi, sanki hep böyleymiş gibi algılayan özellikle gençlerin tercihleriyle bugün başka bir yönetim işbaşında.
Mükemmeli arama çabamız bitmemeli ama bir yandan da mükemmelin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bilmek durumundayız.
Bırakın yeni büyük proje yapmalarını, mevcut durumu bile idare etmedeki acziyetlerini her gün yaşıyoruz.
Demem o ki, elbette gördüğümüz yanlışları dile getireceğiz, eksiklere itiraz edeceğiz, yolsuzluklara şiddetle karşı çıkacağız ama genel rutinin hakkını da teslim etmek durumundayız.
Kamu yönetiminde rutini bile hatasız yürütebilmek başlı başına bir başarıdır.
Etrafında gördüğü tekil hatalara odaklanıp geneli kaçıranlar, sosyal medya madencileri için bereketli toprak hüviyetindedirler.
İşlenirler, yönlendirilirler ve sonunda da yönetilirler…
Elde ettiklerinin kıymetini bilmeyenlerin nankörlüğü, pişmanlık tarlasında duvarlara çarpılan kafalarla bile telafi edilemez.
Tarihi kendisiyle başlatanlara tavsiyem şudur; sizin bugün gördüğünüz ve haklı olarak itiraz ettiğiniz konular sadece bugüne ait değil, tüm insanlık tarihi boyunca hayatın bir tezahürü olarak devam edegelen hususlardır.
Tıpkı 5 bin yıl öncesi Sümer tabletlerinde gençlerin ne kadar yanlış büyüdüklerine yönelik şikâyette bulunulduğu gibi…
Tıpkı Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış Ali İznikî Efendinin de hatıratında gençlerin ne kadar saygısız olduğundan yakınması ve geleceğe ilişkin karamsarlığını dile getirmesi gibi...
Tıpkı 5 bin yıl öncesi Sümer tabletlerinde gençlerin ne kadar yanlış büyüdüklerine yönelik şikâyette bulunulduğu gibi…
Düşünün, Osmanlı’nın en ihtişamlı olduğu dönemden bahsediyoruz.
Yani, insanın olduğu her yerde iyilik de olacak, kötülük de.
Doğru iş de olacak, yanlış iş de…
Bu gök kubbe altında söylenmedik hiçbir sözün, yaşanmadık hiçbir durumun olmadığı bilmeli ve tecrübelerimizi eşsiz sayıp “tarihi kendimizden başlatmamalıyız...”
(Bu yazı Gerçek Hayat dergisinde yayımlanmıştır)