Şükrü Kanber

Kod adı pudra şekeri

Şükrü Kanber

  • 264

 

Türkiye’nin en bilinen şahsiyetlerinden birisi haline geldi Kürşat Ayvatoğlu.

Bugünleri yaşayanlar cümle içerisinde pudra şekeri her geçtiğinde kendisini hatırlayacaklar.

Tıpkı, fırıldak kelimesinin bir zamanlar canı sıkıldıkça parti değiştiren milletvekili için kodlandığı gibi.

Tıpkı, “rüşvetin belgesi mi olur ….” diyen işadamının hep hatırlandığı gibi.

Tıpkı, “benim memurum işini bilir” lafının sahibi siyasetçi ile özdeşleştiği gibi.

Bizim konuya yaklaşımımız nasıl olmalı?

Günlük siyasi kamplaşmaların cazibesine kapılıp konuyu siyasi parti defosu yarıştırmacılığından mı yaklaşacağız?

“Bak Ak Parti’de kokainman var?” diyenlere hemen dönüp, “iyi de CHP’de de tacizler, tecavüzler var, siz ona bakın” mı diyeceğiz.

Günahları, yanlışları, hataları, kusurları yarıştırıp “bizde daha az var” tesellisine mi sarılacağız?

Hayır, bunu yapamayız.

Yarıştıklarımızda olmayan ama bizde olması gereken hasletlerimiz nedeniyle yapamayız.

Yarıştıklarımız taciz-tecavüz karşısında “ama onlar da yollu olabilir” tarzı bahane cümleleri kurabilir ama biz kuramayız.

Çünkü biz eğer aksini savunanlar yoksa kalbinde iman taşıyanlardanız.

Biz yaratanının hayatının her alanında “özeleştiri” kültürünü imanın olmazsa olmazı kıldığı bir dinin müntesipleriyiz.

Diyebilirsiniz ki partilerin imanı olmaz,

O zaman ben size net olarak sorarım, “Ak Parti saflarında açıktan imansız olduğunu deklare eden –başka dine mensup olanlar kategori dışı-, kendisini laiklik adı altında İslam düşmanı olarak tanımlayan, din dışılığı yücelten bir kişinin siyaset yapma imkanı var mıdır?”

Bana göre açıktan biri bunları söylerse, Ak Parti tabanı, oy vereni, kitlesi onu kabul etmez ve en hafifiyle lanetler.

Öyleyse bu partide olanların, öne çıkanların, siyaset yapanların, devlet kademelerine gelenlerin belli bir hassasiyete sahip olduğunu varsaymak durumundayız.

O zaman kod adı pudra şekeri konusu devreye giriyor.

Yaptığımız yanlışlara, hatalara, kasıtlara bahane bulmak, gerekçe uydurmak gibi bir seçeneğimiz yok.

Yanlış yapılan işler karşısında “ama sistem böyle” ya da “abicim çark böyle işliyor” veyahutta “ne yapalım bunu yapmazsak yaşama şansımız yok” gibi kodlanmış pudra şekeri duvarlarının arkasında oturma şansımız yok.

Niye bunları yazıyorum, çünkü eminim Ak Parti diyarlarında dolaşan ve gördüğü bazı haksızlıkları eleştirdiğin arasında bu tür cevaplar alanlar çoktur.

Bu cevapları verenleri mazur göremeyiz…

Bir yanlış gördüğünde “önce elinle, sonra dilinle, bunu da yapamıyorsan kalbinle buğuz edeceksin” diyen bir Peygamberin ümmetiyiz.

Mesela, önüne gelen bir dosyada “taciz, mobing, hırsızlık, yolsuzluk “iddiaları gören bir kamu yöneticisinin “aman uğraşma, başın belaya girer” denildiğinde yapması gereken koltukta biraz daha kalmak uğruna bu sapkınlıkları görmezden gelmek mi yoksa gereğini yaptığında başına bir hal gelirse buna razı olmak mı?

İnsanın imtihanı tam da burada, “koltuk yerine doğruyu ve adaleti” seçip seçmediğimizde başlıyor.

Bir siyasi iktidarın başarı ve başarısızlığının en büyük kriteri bu olmalıdır.

Aksi durumda her seferinde bulacağımız bir “kod adı pudra şekeri” bahanemiz olacaktır.

Gayet saf bir şekilde “kimse bu çocuğun sosyal medyasına bakmadı mı?” diye soranlar, bu parayı nerden buldun diye sorgulanmasını bekleyenler var.

Elhak haklılar da…

Peki ya “günahsız olanınız ilk taşı atsın” dendiğinde taşı atacak, sosyal medya verilerinin altına bakacak kimse yoksa?

Ben var olduğuna inanıyorum elbette.

Bu kadar büyük bir sepette çürük yumurta bulunmasından doğal bir şey olamaz.

Parti şemsiyesi altında, partinin misyonu ve vizyonu ile alakası olmayan o kadar çok kişi var ki!

Daha çok yakın tarihte, 22 Mart bu konuya kısmen değinen bir yazı yazmıştım.

https://www.gzt.com/gercek-hayat/tembelligin-odullendirildigi-tek-alan-3579760

Devlette mülakat sistemini kaldırmayı amaçlayan hukuk ve insan hakları reformu çerçevesinde konuyu ele almıştım. Ve bir bölümünde şunları yazmıştım;

“Ak Parti döneminde en çok şikayet konularının başında gelen, aslında tüm zamanların ortak derdi olan “liyakat ve kayırmacılık” bu resmi mekanizmalar sayesinde legalleşti.

Ve adını koyalım ki, pek çok haksızlık yapıldı ve yapılmaya devam ediliyordu.

Garip olan şu ki, davul Ak Parti siyasetinin sırtında ama tokmak bürokrasinin elinde bu konuda.

Şöyle bir yanlış algı var, Ak Parti döneminde yapılan KPSS ve mülakat sistemiyle devlet kademelerine sadece partizan memurlar kabul edildi.

Hani, keşke diyesi geliyor insanın.

Hayır, yine iddialı bir biçimde söylüyorum ki parti misyonu mikro milliyetçiliğin altında ezilip kalıyor.

Parti ya da bürokraside etkin bir konumda olan kişileri için aile ilişkileri, memleketçilik, okul ve yurt arkadaşlığı ve benzeri pek çok mikro milliyetçilik unsuru parti vizyonu ve ideolojik ortaklıktan daha baskın geliyor.

Tekrar altını çizmek istiyorum, anlatmak istediğim partizanlık yapılması değil, partizanlık adı altında partizanlığı aşan uygulamalar gerçekleştirildiği ama faturanın mevcut iktidara çıkarıldığı bir çarpık işlemler silsilesinden bahsediyorum.”

Bu yazının devlet memurları, KPSS ve mülakat üzerineydi.

Ana fikri ise parti tabelası altında partiyle alakası olmayan işlerin yapılmasıydı.

İşte bu kokainman gencin örneğinde olduğu gibi sadece devlet memurluğunda değil, parti teşkilatlarında ve kadrolaşmada da ne yazık ki parti kimliğinin çok ötesinde işler oluyor.

Yetkili bir yere gelen hemen kendi gettosunu kurma çabasına giriyor ve partinin fikriyatı ile alakası olmayan ama emir komuta zincirine uyacak profilleri bu egemenlik sahasının unsurları haline getiriveriyor.

Hal böyle olunca, bu şemsiye altına giren “her tür materyalden” parti yönetimini utandıracak performanslar çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Bu materyal performanslarından dolayı utanma safhasına geçildiğinde bu sefer  “kod pudra şekeri” devreye giriyorsa ve bahaneler sıralanmaya başlıyorsa vay halimize!

Gerek bürokraside, gerekse parti teşkilatlarında daha dikkatli olma mecburiyeti vardır.

 Kötülüğün saf hali şeker pudrası gerekçesini makul kabul edecek zihinsel törpülenme yaşanmasıdır.

Her yanlışta bir bahanemiz olursa, tuzun koktuğu yere gelmişiz demektir.

Esas problem bu değil mi?..

 

Yazarın Diğer Yazıları