Yatan gazeteciler günü…
Cemal İncesoyluer
- 1471
Malum, 10 Ocak “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak bütün medya taifesi tarafından kutlanıyor.
Sanki, bir de “Yatan Gazeteciler Günü” varmış gibi…
Gazeteci, yasal metinlerinde “fikir işçisi” şeklinde tarif edilir. Meşhur 212 sayılı yasada da bu tanımlama vardır. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, yerli ve Türkiye’ye özgü bir gündür.
Hikayesini anlatmadan önce, girizgah babından birkaç kelam edelim.
Türkiye’de, herkesin sendikal haklarını savunan, işçi-memur sosyal güvence ve maaşlarına ilişkin haberler yapan, sosyal duyarlılık adına “haber dosyaları” yayımlayar gazeteciler. Ne yazık ki 1961 yılında kendileriyle ilgili çalışma ve sosyal güvenceyle ilgili yasanın yürürlüğe girmesiyle, ulusal gazetelerin patronajları bu uygulamaya karşı çıktılar.
Bir yanda “fikir işçisi” gazeteciler, öbür yanda da birçok işkollarına giren gazete patronları karşı karşıya kaldılar. Aslında, gazete patronları 212 sayılı yasayı çıkaran hükümete karşı bir tepki koydular.
Zaten, bizim Türk medyası problemlidir. Bakın yakın tarihimize, bütün darbe, muhtıra, postmodern darbe ve e-muhtıra her ne varsa, Türk medyası nasıl oluyorsa olur, bütün bu demokratik olmayan militarist yönetimlerin en büyük destekçisi olmuştur. Bu bakımdan sabıkası, oldukça kabarıktır.
Özellikle çok partili hayata geçişimizle (1946) birlikte, halkın moral değerleri, inanç ve düşünce mantalitesine ters ne kadar uygulama varsa, Türk basını yanında yer almıştır.
Bunun durum için bir sosyolog “Halka rağmen halk için” tabirini kullanmaktadır.
10 Ocak Gazeteciler Günü'nün hikayesi ise kısaca şöyledir:
1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete sahibi, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldılar. Bu gelişme karşısında, gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla sendika binası önünde toplanarak Vilayet'e kadar bir yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise sendikanın öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11-12-13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar.
O tarihten sonra 10 Ocak, “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, “bayram” olmaktan çıkarıldı ve “Çalışan Gazeteciler Günü” olarak anılmaya başladı.
Bunu hikaye diye tanımladım ama, gerçekte acı bir ironi var.
Düşünün, çalışan gazetecilerin 212 diye bilinen sosyal hakları bir darbe yasasında yer alıyor.
Yine, bu yasaya kısıtlama da 12 Mart 1971 yılındaki darbeyle getiriliyor.
Bu ironi değil de ne?
Basının özgürlüğü, yasalarla düzenlenmiş olsa da Türkiye’deki işleyiş hep sekteye uğramıştır. Çünkü, ülkemizdeki en temel sorun “mahalle baskısı”, dolayısıyla halka yakın kalemlerin bir çırpıda aforoz edilmesi, artık vaka-i adiyeden sayılmaktadır.
Gazeteciyle aydın/entelektüel kavramlarını birlikte kullanan bir taife var ki, bütün gazetecilerin mesleki kuruluşlarında da etkindirler. En son iki olayla bir örneklendirme yapalım.
Birincisi, dünyaca ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler, saraya gidip Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çekti. Sen misin çeken, Ara Güler’i resmen linç etmeye kalkıştılar.
İkincisi, Hasan Karakaya’nın vefatıyla ilgili gazetecilerin mesleki derneklerinden gelen başsağlığı mesajları zoraki “lütfen” babından yapıldı. Hepimiz de biliyoruz ki, İslami duyarlılığı olan bir gazeteci için geliştirdikleri bu refleks, bu duyarlılık dışındaki bir gazetecinin vefatında ise cenazeden naklen yayın yapılırdı.
Ara Güler örneklerini çoğaltabiliriz. Mesela Yavuz Bingöl, Yılmaz Erdoğan, Alev Alatlı, Alişan, Acun Ilıcalı, Avni Özgürel, Mehmet Barlas, Hülya Koçyiğit, Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses, Yıldıray Oğur…
Say sayabildiğin kadar.
“Çalışan Gazeteciler Günü” tarihin en önemli olgusu ise, 9 gazete sahibinin, fikir işçilerine 212 sayılı yasayla çalışma hakları ve sosyal güvence getirilmesine karşı çıkmasıdır. İşte o 9 gazetenin sahibinin tortuları, yol izleyicileri ve kendilerine rol model seçenler, bugün Türkiye’de yine büyük medyaların başındadır.
Pijamayla başbakan karşılayandan tutun da sahip olduğu gazete ve televizyonlarla hükümet devirip, hükümet kuran medya patronları; kulakları kirişte eski günlerin anılarıyla ve biraz da umutla beklemektedir.
Buldukları kılıf da ilginçtir: Medya 4. Kuvvettir.
Diğer üçü ise, yargı, yasama ve yürütme. Dünyanın hiçbir yerinde basın dördüncü kuvvet değildir.
Her alanda patronajlık yapan medya patronlarının uydurduğu büyük yalandır.
Gazeteci, ülke veya şehir yönetmez. Yönetimlerin yaptığı işleri artı-eksi şeklinde kamuoyuna duyurur ve bir bakıma denetim mekanizmasının bir parçası şeklinde görev yapar.
“Eller kaosa kalktı” diyen medya, millet iradesini de hiçe sayarken, aslında hala kendilerini dördüncü güç sanıyordu.
Ama artık eski Türkiye yok. Eller dün de olduğu gibi kaosa değil, millet iradesine kalkacak.