Cemal İncesoyluer

Bahçeli'nin başkanlık politikası ve yine Musul

Cemal İncesoyluer

  • 1192

MHP Lideri Dr. Devlet Bahçeli’nin “başkanlık sistemiyle” ilgili son açıklaması, en çokta muhalif MHP’liler tarafından top atışına tutuldu.

Tutarsızlık ve AK Parti’nin bastonu olmakla suçlanan Bahçeli, başkanlıkla ilgili son açıklamasını şu görüşlerle temellendirdi: "Son dönemlerde başkanlık sistemini gündeme getirmek suretiyle bu dönüşümün sağlanması arzusunu taşıyanlar vardır. Demek ki karşımızda iki temel tercih bulunmaktadır. Parlamenter sisteme devam edelim mi, yoksa başkanlık sistemine geçelim mi?

Başkanlık sistemine geçme arzusu taşıyanlar bir de fiili durum yaratmıştır. Bu fiili durum bu şekliyle devam ederse Türkiye bir kriz ve kaos ortamına sürüklenebilir. Bunu da aşmak lazımdır.” Peşinden bir açıklama daha yaptı Bahçeli ve dedi ki: Şayet referandum kararı meclis’te çıkarsa, biz başkanlık sistemine “hayır” çalışması yapacağız. Bu sözleri daha çok tartışıldı MHP Lideri Bahçeli’nin. Oysa, tam bir devlet adamı sorumluluğunda ve siyaseti de ilkeller üzerinde yapıyor.

Çünkü, “Siyaseti yeni bir kaos ve kriz dönemiyle tıkamamak lazımdır. Önümüzdeki günlerde TBMM'ye bugünkü siyasi iktidar, başkanlık sisteminde çok ısrarlı duruşu ve zaman zaman da fiili durumlarıyla bunu şekillendirmeye çalışmasına cevaben TBMM'ye bir metnin getirilmesinde yarar vardır” sözleriyle, siyasi manevrasına açıklık getiriyor. Referandumun ilk eşiği meclis’tir ve buna destek vererek, bu eşiğin aşılmasını sağlayacak. Ardından, başkanlık sistemiyle ilgili başından beri çekinceleri hatta karşıtı olduğu içinde, meydanlarda “hayır” için gelecek. Sonuç, milli iradenin tecellisi “evet” şeklinde olursa, “Milletin kararına başımızın üstünde yeri var” diyerek, Türkiye’nin önü açılmış olacak.

Son olarak Bahçeli bu siyasi tavrını şöyle özetliyor: “Bu metin geldiği zaman her partide olduğu gibi MHP de metin üzerinde değerlendirme yapacak ve anayasa değişikliği prosedürü çerçevesinde Meclisteki çalışmalara katkı sağlayacaktır. Böyle bir hayırlı gelişmeye başka türlü yaklaşarak kaos ve kriz ortamının devamında veya bir başka ifadeyle şu an yaşanmakta olan fiili durumun devamını arzulayanlar ise Türkiye'de kaosun kurucuları, kaosun yaşatıcıları ve darbe çağrıcıları olarak da tarihte yerini alacaklardır.” Top direkt AK Parti’ye atıldı. AK Parti öteden beri dillendirdiği “başkanlık sistemiyle” ilgili ne kadar hazır ve ne kadar üstünde çalışmış, en kısa zamanda bu anlaşılacak. MHP Lideri Bahçeli, bu siyasi çıkışıyla hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, hem de AK Parti Grubuna “buyurun, getirin metin, meclis’te gereğini yapalım” diyerek, hem ülkenin önünü açtı, hem de bu konuda top çevrilmesini önledi. Adı gibi, bir kez daha “devlet adamı” ve sorumluluk sahibi lider ve siyasetçi olduğunu gösterdi. Bunlar ince ve sorumlu siyasetçi manevralarıdır.

Bahçeli’nin bu son “başkanlık” çıkışını eleştirenler, sığ politika alışkanlığında olanlardır. Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimi gibi çok ağır bir badire atlattı. Bu kalkışma darbeden çok, işgal planıydı. Bir yanda PKK ve DAEŞ, öbür yanda da FETÖ olacaktı. Üst akıl, vekalet darbecileri ve emperyalist güçlerin tümü, Türkiye’nin yolunu kesmeye yemin etmişti. Her şeyden rahatsızlardı. Ama olmadı… Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardı ve kader üstünde bir kader vardı.

MİSAK-I MİLLİ VE MUSUL Tarihi kayıtlar, siyasetin yanlış veya doğrularıyla yazılıyor. Mondros Mütarekesi ve Lozan Antlaşmaları bu fasıldandır. Bu anlaşmalarda imzası olan bütün ülkelerde ve BM’de bu vesikalar var. İş tevil, meal ve tefsir yoluyla dillendirilince, tarihi evraklar dahi tahrif edilebiliyor. Lozan’ın zafer mi hezimet mi olduğuna dair bir karar verilecekse, bunu tarihçiler vermelidir. Bu kararı verirken de, bu anlaşmadaki maddeleri tek tek yazıp, ne anlama geldiğini objektif olarak ifade etmelidir. Tarihçi yazar Mustafa Armağan bu konuyla ilgili tespitleri şöyle: Misak-ı Millî'yi önemsizleştirmeye kalkanlara cevap mahiyetinde olan bu çıkışın altındaki mesaj, bugün Türkiye eski toprakları olan Suriye ve Irak, Filistin vb. ilgileniyorsa bunun Misak-ı Millî'nin bir talimatı olmasında yatıyor. O talimat ki, İstanbul'daki Meclis-i Mebusan tarafından 1920 başlarında kabul edilen ve Misak-ı Millî beyannamesinin ilk maddesinde yer almııştır. Musul'da olmalıyız, çünkü…

1. maddenin Arapları ilgilendiren ilk kısmına göre Mondros Mütarekenamesi imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altındaki Arap çoğunluğun yaşadığı toprakların mukadderatı referandumla “serbestçe” belirlenmeliydi. Osmanlı toprağı olup sözkonusu mütareke hattının “dışında” ve “içinde” (dahil ve haricinde) bulunan ve dinen, ırken (veya örfen), emelen bütünleşmiş “Osmanlı-İslam ekseriyetiyle meskûn” kısımların toplamı ise “hakikaten” ve ”hükmen” (realitede veya hukuken) hiçbir sebeple birbirinden ayrılamazdı. Daha iki gün önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Misak-ı Milli kavramına öykünerek yaptığı açıklama, tarihimizle birebir örtüşen ve fikri zemini olan bilgilerdi.

Cumhurbaşkanı bakın ne diyor: “Suriye ve Irak'ta olanları yaşarken, yeni nesil bir şeyi çok iyi bilmeli. Acaba Misak-ı Milli nedir? Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Eğer Misak-ı Milli'yi kavrarsak, anlarsak Suriye'deki sorumluluğumuzun, Irak'taki sorumluluğumuzun ne olduğunu anlarız. Eğer bugün 'Musul üzerinde bizim sorumluluğumuz var, onun için hem masada hem de arazide olacağız' diyorsak, bunun bir sebebi var…” Lozan, Mondros Mütarekesi ve Misak-ı Milli mevzularında tepkisel refleks gösterenler, tipik CHP alışkanlığından başka bir şey değil. Halbuki, tarihi metinler dünümüzde yaşananların en önemli tanıklarıdır.

Bu tanıklar, yalan söylemez. Tanık evrakları okuyanların lüzumsuz yanlış yorumları ya da partizan mengenesinde ki çabaları, tarihi gerçeklerin üstünü örtemez.

Başta Lozan Anlaşması olmak üzere, yakın tarihimizde ki veri ve envanterler yeniden kamuoyuna açılmalı ve fikri namus tarihçiler tarafından halka anlatılmalıdır. Hiçbir gerçek uzun süre saklanamaz, üstü örtülemez ve kanıtlar karartılamaz.

Yazarın Diğer Yazıları