4x4 Binek Otomobiller 50 Yaşında
Otomobil tarihinin ilk yarısında yarış otomobillerinden, savaş kamyonlarına veya traktörlere kadar birçok araçta 4 tekerlekten çekiş sistemi kullanıldı. Otomobillerde ise 4x4 aktarma sisteminin denemeleri yapılsa da en büyük hamleyi 50 yıl önce Jensen yaptı.
Motor, ürettiği gücü aktarma organları üzerinden aracın tekerleklere iletir. Bu iletim arkadan itişli araçlarda arka tekerleklere, önden çekişli araçlarda ön tekerleklere, 4x4 araçlarda ise hem 4 tekerleğe birden yapılıyor. Tabii sürücünün ihtiyacına göre veya yolun durumuna bağlı olarak çekiş gücünü sadece ön ya da arka tekerleklere iletmeyi sağalayan 4x4 çekiş sistemleri de var.
Dört tekerlekten çekiş sisteminde tüm tekerlekler, motor ve aktarma tarafından döndürüldüğü için iki tekerlekten çekişli araçlarda sadece iki lastiğin yere aktarmak zorunda kaldığı motor gücü 4 tekerlek tarafından paylaşılıyor. Böylece özellikle önden çekişli araçlarda yaşanan önden kayma riski azaltılabiliyor. Benzer şekilde tüm motor gücünü istlenen arka lastikler de özellikle kaygan zeminlerde kolayca patinaja düşebildiği halde 4x4 araçlarda bu risk de azalıyor.
İşte bu yüzden son dönemlerde üreticiler performanslı modellerinde 4x4 seçeneklerini daha yaygın kullanmaya başladı. Lüks ve prestijli modeller üreten İngiliz Jensen markası, 1962 yılında üretimine başladığı C V8 modeli üzerinde konsept olarak 1965'te 4WD (4 tekerlekten çekişli) aktarmaya sahip FF modelini tanıttı. Ancak C V8'in üretimi 1966'da bitince FF de konsept olarak kaldı. Ardından Jensen 1966'da Interceptor modelini üretmeye başladı ve yine 4WD aktarmalı FF ise 1966'da Interceptor II ile satışa sunuldu. Dünyanın ilk 4WD aktarmalı binek otomobili olarak da tarihe geçen Jensen FF'te motor, gücünü 2/3 oranında arka tekerleklere, 1/3 oranında ön tekerleklere aktarıyordu. Bu sistem, yarış otomobilleri geliştiren Formula Ferguson şirketi tarafından geliştirildiği için de modelin adı da FF oldu. FF'te 325 HP gücündeki 6.3 lt'lik V8 Chevrolet motoru görev yapıyordu ve bu araç 215 km/s'ye ulaşıyordu. Ayrıca ABS'nin atası sayılabilecek bir fren sistemine sahipti.
Jensen'in ardından 4x4 otomobil üreten diğer marka Subaru idi. Japon üretici, 1971 yılında üretmeye başladığı Leone modelinde, 1972'den itibaren 4WD seçeneğini sunmaya başladı. Önce Leone Station Wagon, ardından coupe ve sedan karoserli olarak üretilen Leone'ler 4WD yani 4 tekerlekten çekişli aktarmaya sahipti. 4 tekerlekten çekişli Subaru'lar özellikle İsviçre ve Kanada'da dağlık ve bol karlı bölgelerde tercih edilmeye başladı. 4 tekerlekten çekişli otomobillerin eğimli yollarda olduğu kadar virajlarda da 4x2'lere göre daha güvenliği olduğu artık ispatlanmıştı.
Audi, 4 tekerlekten çekişli araçların geliştirilmesine 1970'lerde başladı. Audi'nin otomobil geliştirme şefl eri Jörg Bensinger ve Walter Treser, 4 tekerlekten çekişli ilk prototipi 1971 yılında geliştirdi. İlk 4x4 sisteminde Volkswagen Iltis'in aktarma yapısı örnek alındı. Ancak Audi, rallilerde zafer kazanmak için 4x4 sistemini geliştiriyordu ve Iltis'in 4 sisteminin parçaları Audi'ler için büyük, ağır ve hantaldı. Yani arazi araçlarının 4x4 aktarmaları otomobiller için uygun değildi.
Audi'nin yeniden geliştirdiği yeni ve daha hafif bir şanzıman ile diferansiyel için yeni bir model tasarlandı ve Audi 80'den geliştirilen bu araç Audi Coupe Quattro adıyla Mart 1980'de Cenevre Otomobil Fuarı'nda tanıtıldı. Ardından üretimine başlanan Audi Coupe Quattro'da motor, gücünün yarısını ön, yarısını da arka aksa aktarıyordu. Bu aracın daha dengeli olabilmesi içinde bir de merkez diferansiyel yerleştirildi. İlk Quattro ile Hannu Mikkola ve Michèle Mouton ekibi 1981 yılında Monte Carlo Rallisi'ne katıldı ve sonuçta Quattro'lar rallilerde de çeşitli başarılar elde ettiler. Quattro sistemi, 1982'den itibaren seri üretim Audi modellerinde görev yapmaya başladı.
Audi'nin ardından başta Lancia ve Ford olmak üzere üreticiler motorsporları için 4x4 araçlar geliştirmeye girişti. 1980'lerin ortalarından itibaren caddelerde de VW'nin Syncro'su, Mercedes'in 4Matic sistemi ve BMW'nin X sistemi de yollara çıkmaya başladı. Bu araçlarda uzunlumasına yerleştirilen motor, şanzımanla birlikte ön diferansiyel, merkez ve arka diferansiyel vardı ve aslında çekiş sisteminin yerleşimi aynı, güç dağılımı ve çekiş kontrolü gibi kullanılan bazı ek sistemler farklıydı.
1980'lerin sonlarına doğru birçok markada 4x4 sistemi görev yapıyordu. Başta Steyr Puch olmak üzere özellikle Avrupa'da 4x4 sistemleri geliştirip üreticilere pazarlayan veya üreten markalar da hızla çoğaldı. Mesela 1983'te üretilmeye başlanan Fiat Panda 4x4, Steyr Puch'un Avusturya'da bulunan tesislerinde üretiliyordu. Diğer taraft a Subaru, 1984'te üretimine başladığı Justy modelini 1988'te 4WD aktarmalı olarak sundu. 4WD aktarmalı olan Justy'de enine yerleştirilen motorda güç, diferansiyelden çıktıktan sonra 90 derecelik bir açı ile arka tekerleklere de iletiliyordu. Vites topunuzun üzerinde bulunan bir düğme ile sürücü istediği zaman 4 tekerlekten çekişli aktarmayı devreye sokuyordu. Bu iki model, artık küçük otomobillerde de 4x4 sistemleri kullanılmaya başlandığını gösteriyordu.
Günümüzde 4x4 araçlarda elektronik kontrollü olarak görev yapan çok plakalı kavramalardan oluşan Haldex kavrama sistemi, ilk olarak 1998'den itibaren Audi'nin TT ve A8 modellerinde kullanılmaya başlandı. Ön tekerlekler zorlanmaya başladığında yani sistem üzerindeki hidrolik basıncı artmaya başladığında kavrama devreye girerek arka tekerleklerin de güç iletimini sağlıyor.
Elektronik kontrol ünitesi ile birlikte ABS'nin ve ASR'nin yaygınlaşması 4 tekerlekten çekiş sistemlerinde daha verimli olarak çalışmasını sağlarken 4x4 otomobil sayısını da arttırdı. 4x4 aktarma artık elektronik olarak kontrol edilmeye başladı ve BMW'nin 2003'te tanıttığı xDrive'da motor, gücünü ön ve arka akslar arasına sınırsız olarak dağıtabiliyor. Akıllı 4 tekerlekten çekiş sistemi olarak adlandırılan bu sistemde sürüş koşullarına bağlı olarak, asfalt zeminde tekerleklerden biri kaymaya başlarsa veya araç viraja hızlı girerse oluşabilecek kaymayı önlemek için o tekerleklere fren yapıyor veya gücü azaltılıyor.
2011'de üretilmeye başlayan Ferrari FF'in ön tekerleklerinde bulunan elektrik motorları, frenleme sırasında ortaya çıkan kinetik enerjiyi bataryalarda elektrik enerjisi olarak biriktiriyor. Elektrik enerjisi aracın ön tekerleklerinin hareketlenmesini sağlayarak FF'in 4x4 olmasını sağlıyor. Bu sayede ön aks üzerinde diferansiyel, şaft gibi ağır parçalara da ihtiyaç kalmıyor.
Yazı: Baturhan Boyacılarwww.haberplatosu.com