Gazetecilik mesleğinin geldiği nokta
Oğuz Uçar
- 207
Bugün 24 Temmuz…
Gazeteciler için güya bayram!
1979 yılının başında bu mesleğe başlarken, bu günleri hiç hayal edememiştim.
Gazetelerin ve gazetecilerin bu kadar aciz duruma düşeceklerini, meslek ahlakını ayaklar altına alacaklarını hiç düşünememiştim.
Aslında her şey, meslekten gelmeyen patronların bu alana girmesiyle başladı.
O dönemde iktidarda ANAP ve onun başında Başbakan olarak Turgut Özal vardı. İlk iktidar döneminde basınla adeta balayı yaşayan ANAP, son döneminde icraatları ile basının eleştirilerine hedef olunca Özal öfkelenmişti. İşte o zaman ağzından “2,5 gazete ayakta kalacak” sözleri çıkıvermişti.
Bu sözlerin ardından, sanki görünmez bir el medyaya yön vermek için uzandı.
Gazeteci ailelerden gelen medya patronları, birer birer alandan ayrılırken, çalışan gazeteciler de hak kaybına uğradılar. Onlar için de, sendikalı, toplu sözleşmeli çalışma dönemi kapandı.
Sonra bir gazetenin şımarık Genel Yayın Yönetmeni ile ona uyum sağlayan patronunun “Bayramlarda biz de çıkacağız. Reklam pastasını Gazeteciler Cemiyetlerine bırakmak istemiyoruz” demesi, gazetecilik mesleğinde büyük bir çöküşün kapısını araladı. O günün Anayasa Mahkemesi de bunun yolunu açınca meslek çatırdamaya başladı.
* * *
Demokrasilerde, yasama, yürütme ve yargı’dan sonra 4’ncü kuvvet olarak kabul edilen mesleğimizde o günlerde başlayan kan kaybı hiç durmadı. O günden sonra yeni yeni gazeteler ve televizyonlar kuruldu. Mesleğe yeni katılımlar oldu. Ancak kimse bu yozlaşmanın önüne geçemedi.
Sanki sessiz bir devrim oldu mesleğimizde! Adeta bir kuralsızlık dönemi başladı.
Patronları tarafından “vasıfsız işçi” olarak görülmeye başlanan ve ucuz rakamlarla işe alınan gazeteciler, topluma örnek olmayı bir tarafa bıraktı. Meslekteki erozyon maalesef topluma da sıçradı.
Adını soyadını yazmaktan, iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz olan bu “ucuz adamlar” tetikçiliğe soyundu. Kahvaltılı, yemekli toplantılarda boy göstermeye başladılar. Meslekteki üstatlara “sen” diyebilme cesaretini gösteren bu tipler, ekranlarda da yer almaya başladı.
Sormadan, araştırmadan, öğrenmeden, düşünmeden boş konuşmak moda oldu!
Öyle ki, ekranlar siyasi partilerin grup başkan vekili gibi davranan sözde gazetecilerle doldu. Nezaketli, sakin ve bilgiye dayalı konuşmalar bir tarafa bırakıldı. Öfke ve cehalet öne çıktı!
* * *
Kim ne derse desin, gazetecilik iyi bir iletişimi ve mesafeyi gerektirir!
Sorgulamak ve araştırmak bu mesleğin temel kuralıdır.
Ama günümüzde yeni yetme meslektaşlar maşallah her şeyi biliyor (!)
Araştırmadan, soruşturmadan, değerlendirmeden yargılama yapıyorlar! Bir de bütün bunları kendilerinde hak görüyorlar.
Eleştiri oklarını yönelttikleri biri ağzı ile kuş tutsa görmezden gelebiliyorlar!
Bunun en güzel örneğini hep beraber son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yaşadık!
Gazeteci olarak bu konuda haber yapıyorsanız, bütün adaylardan bahsetmeniz lazım.
Eğer siz 4 adaydan 3’ünün fotoğrafını ekrana getirip, birini görmezlikten gelmeye çalışıyorsanız, SİZ GAZETECİ DEĞİLSİZİNİZ!
Bu durum maalesef SÖZCÜ TV’de yaşandı!
Orada ana haberi sunan, sunmanın da ötesinde bol bol laf salatası yapan Fatih Portakal Cumhurbaşkanı adaylarından bahsederken, Muharrem İnce’nin bulunmadığı bir fotoğrafı ekrana getirdi. İşte o an benim için kendisinin inandırıcılığı ve objektifliği de bitti!
Nitekim, Sayın İnce o kişinin görev yaptığı televizyona konuk olduğunda bu konuya tepki gösterdi. Oturumu yöneten kanalın Genel Müdürü “kem-küm”den başka net bir yanıt veremedi.
Ayıptır ayıp!
* * *
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi devreye bir de sosyal medya girdi.
Mesleki eğitim almadan birçok kişi gazeteciliğe soyundu. Türkçeyi kuralsızca kullanmak moda oldu. Toplum basın eliyle bu hale dönüşünce, siyasiler de kendilerini yeni döneme göre ayarladı. Onlar da hem karşılıklı konuşmalarında, hem de sosyal medya üzerinden paylaşımlarında “hakaret dolu ifade” modasına uydu.
Ne kadar acı!
Sizleri bilmiyorum ama, nezaketli, saygılı ve bilgili insanları özledim.
Onlarla konuşmak ne kadar güzeldi. O güzel insanlar eleştiri yaparken bile kırıcı olmazlar, bir şeyler öğretirlerdi!
Bu tanıma uyan bir elin parmakları kadar az gazeteci büyüğümüz kaldı.
Onlarla geçmişten bu yana irtibatımı hiç kopartmadım. Kopartmaya da niyetli değilim.
Çünkü o büyüklerimin eleştirileri benim için çok değerli. Böylece, onlardan hala bir şeyler öğreniyor ve mutlu oluyorum.
…Ve kendi hayatım adına bir tercih kullanıyorum:
Dosta tavsiye edilemeyecek ve cahil insanlara da bırakılmayacak kadar önemli bu mesleği sürdürmeye gayret ediyorum.
En önemlisi de, Konfüçyus’un “Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir!” sözlerinden habersiz ama her konuyu bilen(!) sözde gazetecilerden ise uzak kalıyorum.