Mustafa Toygar

Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa'ya, Türk'ün BOZKURT yüzünü gösterdi. (Türkiye'nin Haçlı Ordusu ile savaşı)

Mustafa Toygar

  • 5851

 

    

         Türkiye’nin Neo-Haçlı Ordusu ile Savaşı

 

        Evet, Batı’nın Terör Şantajlarına boyun eğmeyeceğiz.. Dün İstanbul Beşiktaş’ta, bugün Kayseri’de, yarın nerede patlayacağını bilmediğimiz bombalar canlarımızı almaya devam ediyor.

        Türkiye Neo-Haçlı Ordusu ile savaşıyor. İnanın bu sözlerimde en ufak abartı yoktur.

        NATO, Sovyet Bloğuna karşı savunma ittifakı olarak kurulmuştu. Soğuk savaşın bitmesi Sovyet Bloğunun dağılması ile NATO işlevini kaybetmiş, dağılma noktasına geldiği düşünülmeye başlanmıştı. Aslında muhtemelen bizler böyle düşünüyorduk. Çünkü 1990'da İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, İskoçya'daki NATO zirvesinde yeni düşmanın ‘İslam' olarak belirlendiğini açıkladı.

        Hemen akabinde Nato Genel Sekreteri alenen; “Yeni düşman, yeni tehdit İslamdır”  açıklamasını yapacaktı. Yine NATO Genel Sekreteri ve ABD Başkan adaylarından Willy  Claes açıklamalarına şöyle devam ediyordu; "Fundamentalizm (yani İslam), en az komünizm kadar tehlikelidir. Lütfen bu tehlikeyi küçümsemeyin. NATO askeri ittifaktan daha fazla bir şeydir. Kendisini Kuzey Amerika ile Avrupa'yı birbirine bağlayan uygarlığın temel ilkelerini savunmaya adamıştır"

        11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ABD Başkanı George Bush“Terörizme karşı yürütülen haçlı seferi (olacak) bu savaş zaman alacaktır” diyordu. Arkasından Haçlı Müttefiklerini yanına alarak Afganistan'ı ve Irak'ı işgal ediyordu.

        2011 yılının ortalarında Fransa Devlet Başkanı Sarkozy: “Libya'ya karşı NATO'nun kullanılması, bir Haçlı Savaşıdır” açıklamasında bulunuyordu. Rusya Başbakanı Vladimir Putin ve Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant da koalisyon güçlerinin Libya'ya yönelik operasyonunu“Haçlı Seferi” olarak niteliyorlardı.

        İslam düşmanı Anders Fogh Rasmussen, Danimarka’nın Başbakanı… 2005 yılında Danimarka’da yayın yapan bir gazete İslam’a ve Peygamber Efendimize hakaret içeren karikatürleri yayınlıyor. İslam Dünyası ayağa kalkmışken, Rasmussen karikatür krizini ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirerek küstahlıkta son noktaya ulaşıyordu. Daha sonrasında da, Batı’nın bu en keskin İslam düşmanı Rasmussen NATO Genel Sekreterliğine getiriliyordu.

        En azından Türkiye için, 1990 yılından itibaren NATO işlevini tamamlamıştı. Bu süreçte NATO’nun emrine verdiği ve NATO konseptine göre yapılandırılan ordularını derhal milli menfaatler doğrultusunda, milli orduya dönüştürmeliydi.

        Batı'da bunlar tasarlanırken Müslümanların yaklaşımını Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olmadan 1995'te şöyle dillendiriyordu: ‘Bu, NATO'nun tamamen yapısının değiştiğini göstermekte, NATO'nun ülkelerin içinde çeşitli grupların iktidara gelip, çeşitli grupların iktidardan uzaklaşmasına kadar ülkelerin içişlerine karışacağını ifade etmekte ve özellikle de İslamî akımların hedef alındığını ortaya koymaktadır. Bu tabii büyük bir yanlış, büyük bir tehlike…”

        Ancak,  Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra bu söylediklerinin tamamını unutuyordu.

 

        Batı’nın yeni savaş yöntemi

 

        Meydan savaşları dönemi çoktan bitti. En son ABD’nin Vietnam’daki düştüğü durum er meydanı savaşların da sonunu getirmiştir. Osmanlının 70 yıl önceki vilayeti küçücük bir devletçik olan Irak’a, Amerika tek başına girememiştir.

        Batı oyun kurmak ve birilerini kullanmak konusunda çok mahirdir. Birinci Dünya Savaşı sonrası; İngilizler Ege’de yunanlıları, Fransızlar Çukurova ve Doğu Anadolu Bölgesinde Ermenileri kullanmadılar mı?

        Avrupa ve Amerika, güya modern zamanın yeni savaş yöntemi olarak, mal bulmuş mağribi gibi terörizme sarıldı. Kendi terör örgütünü kur –besle, istediğin ülkeyi terör eylemleri ile çökert.

        Ülkemize musallat ettikleri PKK Terör örgütüne 40 yıl boyunca milyarlarlarca Dolarlık silah desteği, eğitim desteği sağladılar. Nasıl olsa, teröristlerden ölenler de, güvenlik güçlerimiz ve vatandaşlarımızdan şehit olanlar da kendilerinden değildi. Ne ala değil mi Batı, tarihi “Bizans Oyunlarını”  çok geliştirdiği ortadadır.

 

        ABD ve Avrupa; terör ve terörizmin ortak tanımından niçin kaçınıyor?

 

        Başta ABD olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri; terörün, terörizmin ortak tanımının yapılmasından şiddetle kaçınıyorlar. Bu durum, ABD ve ortak tanımdan kaçınan diğer ülkelerin samimiyetsizliğini, terörü emperyalist emelleri doğrultusunda silah olarak kullandıklarını da teyit ediyor. Terörün ortak, somut bir tanımı olmayınca da, “iyi terörist, kötü terörist” kavramları gündeme gelebiliyor. Mesela; küresel kabadayı ABD’nin Irak ve Afganistan’da yaptığı katliam ve diğer eylemler küresel devlet terörü olarak adlandırılabilir, ancak ABD ye göre hiç de öyle değil. Tam aksine, Amerika bu katliamları dünya barışına katkı sağlamak ve o ülkelere demokrasiyi getirmek için yapmıştır. İsrail’in insanları tanklarla ezmesi, diri diri toprağa gömmesinin terörle bir alakası yok!, fakat Filistinli bir çocuğun sapanla bir Yahudi’ye taş atması terör eylemi olarak tanımlanabiliyor. İşgal altındaki ülkelerin vatanlarını savunması, özgürlüklerini istemeleri terör olabiliyor. Yani ortak ve somut bir tanım olmayınca, terör kavramı, güçlü devletlerin elinde lastik gibi, istedikleri kadar uzatıp kısaltabildikleri, istedikleri istikamete yönelttikleri, istedikleri şekle sokabildikleri hale geliyor.

 

        Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa’ya, Türk’ün BOZKURT yüzünü gösterdi.

 

        Türk Milleti, özelliklerinden dolayı Bozkurtla özdeşleşmiştir. Özellikle; Süleyman Şah, oğlu Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Orhan Gazi ile devam eden süreçte, Batı nezdinde Türk’ün bozkurt özelliği perçinlendi. Nihayetinde 1nci Dünya Savaşı ve sonrasında 7 düvel ittifak ederek; “Türk’ü esir etmenin tam zamanı” diyerek topyekûn saldırıya geçmişlerdi. Hıristiyan Batı Dünyası haklıydı, tüm şartlar Türk Milleti adına olumsuzdu. Bir tek husus vardı hesaplayamadıkları, Türk’ün esaret altına alınamayan bozkurt ruhu. Batı’nın son Haçlı Seferi bir defa daha, Başkomutan Mustafa Kemal liderliğinde Türk’ün Bozkurt Ruhu karşısında hüsrana uğrayacaktı.

        1932 yılında Türk düşmanı H.C. Armstrong, Atatürk’ün biyografisini yazdığı bir kitap vardır. Atatürk’ü küçültmeye gayret eden bir kitap, belki O’nun nezdinde Türk Milletinin Bozkurt ruhunu küçümseme çabaları. Çünkü kitabın adı; “BOZKURT” dur.

        Ülkücü gençlerin dışındaki gençlerin çoğu; “Bozkurt” denildiğinde bunu politik bir simge zannederler ancak öyle değildir. Bizim üç bin yıllık tarihimizde “Bozkurt simgesi” vardır. O vakit biraz bozkurdun özelliklerinden bahsedelim ki, neden- niçin anlaşılsın.

        Bozkurt, ölümü kabul edecek kadar özgürlüğüne düşkündür. Evcilleştirilemeyen tek hayvan türüdür. Bir bozkurt sadece yiyeceği kadarını avlar ve yavrusu olan bir hayvana saldırmaz, avlamaz. Bozkurt cesaretli ve ölümüne mücadele eden bir yapıya sahiptir esareti asla kabul etmez. Bozkurtların bir lideri vardır ve sürü o liderin emrinden çıkmaz. Bozkurt liderine bağlıdır, dinlenme anında da lideri etrafında koruma tedbirleri alır. Bozkurtlar avlamaları, toplu yaşama kurallarına uyma vb. açılardan bir sistem içerisindedirler, yani asildirler. Karda yürüyen 40 bireylik bir Bozkurt grubunu takip etseniz ancak beş- altı ayak izi görebilirsiniz, o kadar dikkatli ve organizedirler.  Çünkü grup önde giden lider bozkurt'un ayak izlerine basarak ilerler. Bozkurtlar asla organizesiz ve plansız hareket etmez, avlanmazlar. Bozkurtlarda bir yavrunun hem annesi, hem de babası ölse dahi yavru hayatta kalır. Diğer grup üyeleri yavruyu evlat edinir ve kendi yavruları gibi büyütürler. Bozkurt; güçlüdür, gücün timsalidir, tedbirli ve ailesine düşkündür, yardımseverdir, temizliği sever.

        Bozkurdun daha birçok özelliği vardır ancak biz şimdilik bu kadarıyla yetinelim.  Türk Milleti kendi özellikleri ile paralellik arz eden bozkurdu simge yapmış, bayrağında kullanmıştır.

        Gelelim esas mevzuumuza…  40 yıldır Batının taşeronu PKK terör örgütü ile mücadele ediyoruz.  Her büyük terör eyleminden sonra Batı’ya ödünler veriyoruz. En başından beri, bu kanlı terör örgütünün kimin maşası olduğunu ve kimlerden talimat aldıklarını da biliyoruz. Ama bugüne kadar bir tek devlet erkânı; cumhurbaşkanı, başbakan, dış işleri bakanı, iç işleri bakanı vs. çıkıp da, “bu terör örgütlerinin arkasında siz varsınız” diyemedi.

        İlk defa olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan gür bir sesle; “PKK, PYD-YPG, DAEŞ ve FETÖ Terör örgütlerinin arkasında kimlerin olduğunu biliyoruz ve sizlerden korkmuyoruz, hodri meydan”  dedi. Arife tarif gerekmezmiş ama yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan; kimlerin, nasıl bu terör örgütlerinin destekçisi olduğunu ve Türkiye’ye niçin savaş açtıklarını da ifade etmekten kaçınmadı.  Batı, Erdoğan ile Türk’ün BOZKURT yüzünü gördü ve eylemlerini artırdı. Yorgun Avrupa Türk Milleti karşısında bir defa daha kaybetmekten kurtulamayacaktır.

        15 Temmuz FETÖ ihanetinden sonra, “Fırat Kalkanı Operasyonu” ile zaten Batı’ya gerekli cevabı fiilen de vermiştik. Evet, Bozkurtlar diriliyor ve Türk Milleti de Erdoğan’ın etrafında kenetleniyor.

        Kılıçdaroğlu hala; “terörün maksadı kargaşa yaratmaktır”  diyor da arkasındaki güçlerden bahsetmeye korkuyor. CHP Genel Başkanı olayların farkında değil mi, yoksa korkuyor mu?

 

        Bundan sonra Türkiye neler yapabilir?

 

        Birlik ve beraberliğimizi, asla politik çıkarlara kurban etmeyeceğiz. 1900’lü yılların başından çok çok daha güçlü ve muktediriz, bir ve beraber olduğumuz sürece kimsenin Türk’e gücü yetmez.

        Vatana ihanet somut olarak yeniden tanımlanmalı ve cezası idam olmalıdır. Bu coğrafyada hain bitmez, Türkiye’nin de hain besleme lüksü yoktur. Batı’nın sırf bu nedenlerle idam cezasını kaldırttığını biliyoruz. “Eğer idam cezasını getirirseniz, sizi AB’ne almayız” tehdit ve şantajları da bundandır. İdam cezası kaldırılarak, Türkiye hainlerin yetiştirildiği verimli topraklar haline getirildi.

        Milli İstihbarat Teşkilatına, dışarıda operasyon yapma yetkisi verilmelidir.  Bu operasyonları en iyi yönetecek birinci kişi de Mustafa Levent Göktaş’dır. MİT müsteşarlığına, Türkiye’nin ali menfaatleri için mutlaka bu kişi getirilmelidir.

        Milli ordu yapılanmasına aceleye getirmeden süratle geçilmelidir. NATO’dan çıkılmasa dahi, mevcut ordular tugay seviyesine indirilip yanlarına güçlü milli ordular kurulmalı ve bu orduların NATO ile bağlantısı olmamalıdır.

        Liderler Milletimizin duygu ve düşüncelerine tercüman olmaktan korkmamalıdır.

        Özet olarak ilk etapta yapılması gerekenleri ifade etmeye çalıştık, inşallah ilerde daha detaylı olarak bu konudaki düşüncelerimize temas edeceğiz.


 

 

Yazarın Diğer Yazıları