Yeniden Yapılandırma ve Deniz Erinin Amiral Olma Hikâyesi
Dr. Vehbi Kara
- 753
Bir musibet bin nasihatten yeğdir demiş atalarımız. Nihayet 15 Temmuz 2016 darbesi sayesinde bir tabu gibi görülen ve asla değiştirilmesi istenmeyen Silahlı Kuvvetlere el atıldı. Büyük değişimler bekliyoruz. İnşallah daha önce siyasetçilerin yaptığı gibi dostlar alışverişte görsün misali palyatif tedbirler değil adam akıllı ciddi düzenlemeler yapılır.
Öncelikle askeriyede niçin değişiklikler yapılamıyor ve modern ordu kurulmasının önüne geçilmek isteniyor? Sorusunu cevaplamaya çalışalım. Bu cevabım bazılarının hoşuna gitmeyecek ama olsun benim amacım insanların hoşuna gidecek yazılar yazmak değil. Modern bir ordu nasıl olmalı ve darbeci yapıdan nasıl kurtuluruz bunu araştırmak…
Bizdeki mevcut mükellef askerlik sistemi “Kamalizm” adı verilen otoriter sistemin halka dayatılması için kullanılan tam bir gerici yobaz sistemidir. Yıllarca okullarda okutulan ve “Atam sen kalk ben yatam” edebiyatı ile masum çocuklarımıza ezberletilen faşist sistem bazen tıkanabilmektedir. Vatansever öğretmenler ve okul idarecileri bunu kendi imkanları ile düzeltmeye çalışmaktadır. İşte böyle ters giden durumları önlemek için “mükellef askerlik sistemi” adı altında genç beyinler faşist ilke ve inkılaplarla donatılmaktadır. İnsanlığın tekamül süreçleri sonucunda eriştiği hürriyet, din ve vicdan özgürlüğü gibi kavramlar ülkemizde “milli eğitim” adı altında tamamen “Kamalist” bir yapı ile engellenmektedir. Adeta genç dimağlar Kamalist bir tornaya sokulmakta, sonuçta çıkan hatalı ürünler ise silahlı kuvvetler mekanizmalarında ya ıslah edilmekte ya da öğütülüp talaş haline getirilmektedir. Yoksa bilimle, askerlik sanatı ile bu “”Prusya tipi” askerliğin devgam ettirilme mantığı yoktur. Herkes şunu çok iyi biliyor ki mevcut askerlik sistemi hantal ve güçsüz bir ordu için Batı tarafından dayatılan acımasız bir yapıdır. İşin kötüsü dolmuşa binen dolduruluşa getirilen siyasetçiler ve devlet yöneticileri bu faşist masala inandırılıp kendileri ile alay ettirilmesine sebep olurlar.
Olur ki bazı politikacılar bunun yanlış olduğunu görüp düzeltmeye çalışır hemen bir darbe teşebbüsü veya hakkaten anlı şanlı bir darbe ile bildik “Kamalist” söylemler ve faşist nutuklar çekilir biz koyun olan halk da inanmış görünürüz. Çünkü bunlardan kurtulmanın en çabuk yolu; normal seçim sistemine dönüp faşist generallerden kurtulmaktır.
Peki biz böyle uyutulurken dünyanın en güçlü orduları nasıl? Onlar yoksa zengin oldukları için mi mükellef askerlik sistemini yıllarca önce bırakmış? Yoksa bunun akıldışı ve mantıksız olduğunu bildikleri için mi? Ya da askerlikteki terfi ve yönetim esaslarını objektif kriterlere göre düzenleyip liyakat esaslı ve adaletli bir yönetim tarzını mı benimsemişler?
Ben örnek olarak ABD silahlı kuvvetlerini ve örnek olarak da Amerikan Deniz Kuvvetlerini özellikle tayin terfi yönüyle ele alıp nazarlarınıza sunmak istiyorum. Serdümen er iken Amiral olan Boorda'nın sıradışı hikayesini anlatayım. Belki bugünlerde işe yarar. Zira askerlik alanında büyük değişiklikler yapılacağı söyleniyor. Darbeden sonra aklı başına gelen bazı siyasetçiler modern ordu kurulacağı hakkında beyanat veriyorlar. Olur ya bu sefer belki gerçekten de büyük değişiklikler yaparlar…
Boorda, 1956 yılında 17 yaşında iken lise eğitimini bırakıp yaşını büyülterek Amerikan Donanmasına "er" olarak girmiş; bir süre çalıştıktan sonra sınavla astsubaylığa geçmiş. 1962 yılında subay yetiştirme okuluna tefrik edilmiş ve buradan mezun olmuş.
Gemilerde çeşitli görevler yaparken bir yandan da Rhode Island Üniversitesini bitirmiş. Birkaç gemide komutanlık görevlerinde bulunmuş. 1984 yılında Tuğamiralliğe terfi etmiş. Amerikan Deniz Kuvvetlerinin muhtelif kademelerinde muharip kadrolarda görev yapmış; NATO ve uluslararası deniz harekâtlarına katılmış ve 1991 yılında Oramiral rütbesine terfi etmiş ve 1994'te Donanma Komutanlığı'na atanmış.
Boorda, bu göreve gelen ve Deniz Harp Okulu mezunu olmayan ilk amiraldir. Dahası, mesleğe sade bir er olarak başlamıştır. 1996 yılında Boorda'nın bazı madalyaları hak etmediği halde taktığı söylentisi medya tarafından dillendirilmiş. Boorda bu söylentilerden çok rahatsız olmuş ve tüm sembol ve işaretleri hakkıyla elde ettiğini ifade etmiş. Ancak meydanın yargısız infazı, Boorda'yı "onuru için" intihara sürüklemiş.
Ölümünden sonra yapılan araştırmada bahse konu cesaret madalyalarını Vietnam'da resmi olarak aldığı, yani hak ettiği ortaya çıkmış. İntihar etmek dinimizce büyük bir günahtır. Fakat bizim general ve amirallerimizdeki makam sevgisi çok farklı bir şey olsa gerek. Güya hükümete "onurlu istifaları" ile tepki verirler. Nitekim hükümete söz geçiremeyince akıllarınca “emekli olma yolu ile istifa tehditinde” bulunmuşlar, Erdoğan da onların bu blöfünü yemeyip hepsini emekli etmişti. Zaten 3 gün sonra istemeseler de emekli olacaklardı. Fakat istifa dahi etmediler. Maddi imkânları kaybetmemek için emekliliğini istediler de gerçek yüzleri ortaya çıktı.
Devlet içinde devlet olan askeri yapı nihayet Milli savunma Bakanlığına bağlandı. Artık “askeri teamül” adı altında her türlü faşist yöntemler, demokrasiye aykırı hareketler, başbakan ve sivillere dayatılamıyor. 15 Temmuz Darbesinden sonra ilk defa bir astsubay kaynaklı bir asker general oldu. Nihayet köhnemiş Prusya sistemine bir çizik atmak mümkün hale geldi bakalım bu yeniliklerin arkası gelecek mi?
Astsubay olarak göreve başladığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, 28 Temmuz'da toplanan Yüksek Askeri Şura kararıyla tuğgeneralliğe terfi eden Albay Cemal Balıkçı'nın 29 Temmuz itibariyle tuğgeneral rütbesini taktı. Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi mezunu olan Balıkçı, istatistik bilimi yöneylem alt dalında doktora ve endüstri mühendisliği dalında yüksek lisans yaptı. Tuğgeneral olan Balıkçı, Balıkesir 9. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda Uçak Sistemleri Komutanı olarak görev yapıyordu.
İşte yukarıdaki örnekte olduğu gibi askerleri çağın gereklerine göre yetiştirmek için bu “teamül” denilen Prusya kanunlarını yıkmak şarttır. Şimdilik Batı ülkeleri ve NATO standartlarını benimseyerek atanmışların kayıtsız şartsız seçilmişlerin emrine girdiği yönetim biçimlerine geçmek, daha sonra da bunu ülkemiz gerçeklerine uygun hale getirmemiz gerekiyor.
Eski bir Genelkurmay Başkanı’na ait olduğu söylenen ses kayıtlarında “tim komutanı silahını bırakıp kaçıyor” ifadesini duymuş çok üzülmüştüm. Ordudan namaz kıldığı ve eşi başörtülü olduğu için atılan silah arkadaşlarım da bu sözleri duyunca kahrolmuşlardır. Artık mızrak çuvala sığmamakta, askeri eğitim sisteminin çarpıklığı ve din düşmanlığı kimsenin inkâr edemeyeceği bir biçimde göze çarpmaktadır.
Yıllarca askerin manevi yönü ihmal edilmiş hatta dindar olmak, suç sayılmaya başlanmıştır. Üstelik tayin terfi sisteminde çalışkan ve başarılı subaylar yerine dindar askerleri ordudan atan kişilerin tercih edilmesi 15 Temmuz gibi utanç olaylarını meydana getirmiştir.
Mevcut sistem sayesinde faşist generaller dindar insanların kıyımını esas görev bilmiş hala dahi utanmadan tv konuşmalarında bunu savunabilmektedir. Bu nedenle hükümetin işi bir hayli güçtür. Bu “na to kafa na to mermer” generallere yüksek standartlı ve liyakate dayalı bir ordu kurmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
Çünkü yıllarca görev yapmaya istekli, azimli ve fedakar insanların önünü tıkanmıştır. Terfide liyakat ve maharet yerine ideoloji ve üstlere yakınlık önem kazanmıştır. Terfi etmede yüzyıl öncesinin kuralları geçerlidir. Hâlbuki gayretli insanların önü açılsa onlara yükselebilme imkânları getirilse herkesin arzuladığı “kahraman askerler” yeniden ortaya çıkacaktır, vesselam…