Dr. Vehbi Kara

Vahşi Avrupalı ve Kadınlara Uyguladığı Şiddet

Dr. Vehbi Kara

  • 610

Batı felsefesi ve bu düşüncenin meydana getirdiği Avrupa insanı, savaş, menfaat, nefret ve şiddet esasları üzerine kurulduğu için yeryüzünde akla gelmedik kadar zulüm işlemiştir. İlk, orta ve yakın çağda meydana gelen barbarlıkların tamamından daha fazlasını Batı dünyası, 1914-1945 yılları arasındaki dünya savaşlarında gerçekleştirme becerisi göstermiştir.
Barbarlık zulüm ve şiddetin en büyük mağduru ise kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmuştur. Bugün “Vahşi Batı’nı” çirkin yüzünü gösteren Almanya, Yahudilere uyguladıkları soykırıma karşılık olarak 1944-1945 yılları arasında öylesine ağır bombalar altında kalmıştır ki ülkede taş taş üstünde kalmamıştır. Zavallı masum halk, en büyük acıyı bombalar altında paramparça olurken yaşamıştır.
Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombasından daha fazla güçte klasik bomba ile ABD, bir hafta içinde Dresden kentinde, Rus zulmünden kaçan sivil halkı hedef alarak 500 bin’e yakın insanı öldürmüştür.
Nedense DAEŞ teröristlerini Hollywood tekniklerine taş çıkarırcasına vahşi göstermekte pek mahir olan Batı dünyası, dünyanın gözü önünde cereyan eden bu barbarlıktan tövbeler olsun tek bir kelime dahi etmez. Varsa yoksa Müslümanları hedef tahtasına koyan propaganda yapmak bunların en başarılı icraatlarıdır.
Bu zulümleri yaparken en ufak vicdani duygu taşımaktan aciz Batılılara ne söylense azdır. Burada sadece zihin yapılarını deşifre ederek ifade edeyim ki; o da şu husustur. Batı dünyası kuvveti esas alır. Eğer kuvvetli isen haklısındır. Meseleye bakış açıları, zulüm yapmak değil zulme güzel kılıf geçirmektir. Utanmadan yaptıkları acımasızlıkları savunabilen Batı düşüncesine hakaret etmek dahi yanlıştır. Bunlara söz söylemek yerine tükürük savurmak daha doğrudur.
Bakın Batı dünyasının en gözde uluslarından Fransız ve İngilizlerin özellikle kadınlara yaptığı zulümlerden bir demet sunayım. Kendi kaynaklarından daha iğrenç yönlerini de bulabilirsiniz. Fakat biz terbiyemizi bozmamaya gayret edeceğiz:
Kadınlara yapılan zulümlerden en meşhuru “Jeanne d'Arc’tır” 6 Ocak 1412’de doğup 30 Mayıs 1431’de ateşte yakılarak öldürülen bu kadın, Yüzyıl Savaşları boyunca İngiltere'ye karşı ülkesi Fransa'yı korumaya çalışmıştır.
Memleketi Lorraine'deki cephelerden başlayarak Fransız askerlerine manevi anlamda büyük destek olan bu kızcağız vahşice engizisyon zulmüne maruz kalmıştır. Fakat yakıldıktan 490 yıl sonra yaptıkları alçaklığın farkına varan Fransızlar tarafından “azize” olarak ilan edilmiş iade-i itibarı sağlanmıştır.
Fransa'nın kuzey doğusundaki Meuse (Maaş) Irmağı'nın üzerinde bulunan Domrémy köyünde 5 çocuklu bir çiftçi ailesinin ortanca çocuğu olarak doğmuş olan d'Arc, köyün en önde gelen çiftlik sahiplerinden birinin kızıydı. Kral VII. Charles ile görüşmüş ve Poitiers'de din adamlarından oluşan kurulda bir takım sınavlardan geçtikten sonra kral tarafından verilen izinle Fransa Ordusu'nda Kuşatmasına katılıp İngilizlere karşı savaşmıştır.
Bir dizi zaferle sonuçlanan savaştan sonra 23 Mayıs 1431 tarihinde, Compiègne'de İngiliz hizipleri tarafından yakalanmıştır. İngiliz yanlısı Beauvais Piskoposu Pierre Couchon'un başkanlığındaki bir engizisyon mahkemesinde erkek giysileri giyip savaşan ve gaipten sesler duyan bir kâfir olduğunu öne sürülmüştür. Henüz 19 yaşındayken 30 Mayıs 1431 tarihinde Rouen kentinde 10.000 kişinin toplandığı Vieux-Marchè meydanında diri diri yakılmıştır. 20 yıl önce gemi ile gittiğim Rouen kentinde bu kadıncağızın heykelini görmüştüm.
Ölümünden 490 yıl sonra öldürme kararını veren aynı kilise bu sefer hatasını anlayarak geri adım atmıştır. Fakat kilisenin, Fransız ve İngilizlerin özellikle kadınlara yaptığı iğrençlikler Jeanne d’Arc ile sınırlı değildir. Daha fenasını bütün dünya insanlarına ve özellikle de siyah Afrikalılara yapmışlardır. Çeşitli halklara yaptıkları soykırımdan ziyade iğrenç yönlerini göstermek açısından önemlidir.
Saartjie (Sarah) Baartman, 1789 yılında dünyaya gelen Güney Afrikalı bir siyah kadın idi. İngiliz işgali altındaki Cape Town’da Hollandalı bir çiftçinin kölesi olarak çalışırken, bir İngiliz cerrah onu kandırarak İngiltere’ye götürdü. William Dunlop adlı cerrah, Baartman’ın bazı vücut özelliklerini öne çıkararak ve “insan-hayvan arası yaratık” adını verdiği iğrençliği yapmıştır. Bu sıralarda Saartjie Baartman 21 yaşındaydı. İngiliz doktor, onu yapacağı araştırmalar sayesinde zengin olacağı vaadiyle kandırıyordu. Fakat Baartman’ın İngiltere’deki akıbeti ise, çırılçıplak bir kafes içinde vahşî hayvan gibi teşhir edilmek ve “bakıcısına” para kazandırmaktan başka birşey değildi.
Dört yıl Londra sokaklarında dolaştırıldıktan sonra, Saartjie Baartman bir Fransız’a satılarak Fransa’ya götürüldü. Burada on beş ay boyunca bir hayvan terbiyecisi tarafından son derece ağır ve aşağılayıcı şartlar altında teşhir edildikten sonra, aralarında Napolyon’un doktorunun da bulunduğu bir grup bilim adamı tarafından inceleme altına alındı. Bu “bilimsel” incelemelerin sonucu, “Baartman’ın hayvan ile insan arasındaki kayıp halka olduğu” şeklinde oldu! Güney Afrikalı zenci kadın, hayvanî hayatın en üst, insanî hayatın ise en aşağı mertebesinde bir yaratık! Şeklinde sunuyorlardı. Evet, doğru olan bir şey vardı ki işte bunlar insanî hayatın ise en aşağı mertebesinde bir yaratık olan bu İngiliz ve Fransızlardı.
Saartjie Baartman, Fransa’da çok fazla yaşamadı. Son yıllarını kadınların meta olarak alınıp satıldığı sektörde hayatını kazanmaya çalışarak geçirmek zorunda bırakıldı ve 1816 yılının başında, zatürre olarak tahmin edilen bir hastalık neticesinde öldü.
Baartman, sağlığında olduğu kadar, ölümünden sonra da Aydınlanmanın önde gelen bilim adamlarının, natüralistlerin ve sanatçılarının ilgi odağı olmaya devam etti. Bütün bu çalışmaların temelinde yatan mantık, “Avrupalıların en üstün ırkı!” teşkil ettiği düşüncesi idi. Evet vahşi bir ırk vardı ama kesinlikle bu ırk; üstün, değerli değildi ve olamazdı. Ölümünün üzerinden 24 saat geçmeden, bedeni parçalandı, beyni ve mahrem organları mumyalanarak “İnsanlık (!) Müzesi’nde” teşhir standına yerleştirildi. Zavallı kadının organları burada 1974 yılına kadar kaldıktan sonra, bir depoya kaldırıldı.
Sağlığında da, ölümünden sonra da Avrupalıların elinde bir zavallı olarak teşhir edilmekten kurtulamayan Baartman’ı Afrikalılar unutmadılar. 1940 yılından itibaren Baartman’ın kemiklerini iade yönündeki istekler dile getirilmeye başladı.
Ancak bu isteklerin ciddîye alınması, 1994’te Mandela’nın Güney Afrika Devlet Başkanı seçilmesinden sonra Fransa’ya yaptığı resmî başvuru sayesinde mümkün oldu. Yıllar süren mücadelelerden sonra, nihayet, 2002 Mart’ında, Fransa “bir kadın olarak aşağılanan ve bir Afrikalı olarak sömürülen Saartjie Baartman’ın itibarını iade etmeye” razı oldu.
Saartjie Baartman, doğumundan 200 yıl sonra, Fransa’dan geri alınarak 6 Mayıs 2002 tarihinde anavatanında toprağa verildi. Görün, duyun ve bilgi sahibi olun. Sonra da ukalalık etmeyin!
Şimdi kalkmış Müslümanlara insanlık dersi vermeye çalışan bu Vahşi Batılıları anlatacak o kadar çok şey, barbarlık var ki. Hangi birisini anlatmalı. Lakin insanın vicdanını alt üst eden bu zulümlerden sadece bu ikisini nazara sunup yazımıza nihayet verelim. Aksi takdirde bu vahşi Batılıların yaptıklarını insanın midesi kaldırmıyor. Yazımıza Diana Ferrus’un Sarah Baartman’a Şiiri ile son verelim:
Buradan alıp götürmeye geldim;
Seni şişleyen gözlerden
Karanlıkta yaşayan
İnsandan yapılma canavardan
Emperyalizmin pençeleriyle
Bedenini lime lime parçalayıp doğrayan,
Senin ruhunu benzetip de Şeytanınkine
Kendini en büyük tanrı ilan eden!”

 

Yazarın Diğer Yazıları