Dr. Vehbi Kara

Ülkemizde Kadına Şiddet

Dr. Vehbi Kara

  • 872

Dünya üzerinde siyasi nedenlerle idam edilen kadın sayısı bir elin parmakları arasında sayılır. Ne yazık ki bu birkaç kadından birisi Türk olup Erzurumlu Şalcı Şöhret Anadır. Erkekler için zorla şapka giydirilmesi kanunu yüzünden bir kadın idam edilmiştir. Yuh! Demişsinizdir muhakkak. İşte bu hadisenin iç yüzünü anlatmakta yarar var zira bir çok gizlenip unutturulmaya çalışılıyor. İşte şapka devrimine karşı çıktığı için asılan Şöhret Ana’nın hikâyesi şöyledir:

25 Kasım 1925 Tarihinde kabul edilen Şapka İktizası Kanunu, 28 Kasım’da Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Hala da bu kanun caridir, geçerlidir. Ülkemizde yaşayan bütün kamu çalışanları ve erkek vatandaşlar şapka giymeyerek suç işlemektedirler. İşin acı yönü ise hiçbir hükümet, hatta cesur konuşmaları ile meşhur olmuş Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi; ilkelliğin ve despotluğun sembolü olmuş bu zorlama kanunu kaldırmaya cesaret edememektedir. Siz siyasetçilerin mangalda kül bırakmadığına bakıp aldanmayınız, işte hali pür melalimiz budur…

Şapka Kanunu basit ve geçiştirilebilecek bir şey değildir. Zira bu kanun ile “benim devrimlerime uymazsanız sonunuz nice olur” denilerek hemem hemen her ilimizde idam cezaları uygulanmış hatta yetmemiş gibi Erzurum’da şal satan bir kadını, Şöhret Ana’yı idam etmişlerdir. Amaç halka korku salmaktı. İslam’ın izzet ve şerefini bin yıldır muhafaza eden bu millet kadınları dahil asılmak suretiyle acımasız bir şekilde ezildi, hakarete uğradı ve halen de bu rezalet devam etmektedir…
Erzurum, Rus işgalinden kurtulmuştur ama şehirde bir de Rus Konsolosluğu çalışmaktadır. Şapka yüzünden darağaçlarında asılı insanlar ne büyük keyif vermiştir bunlara. İşte “bizim yapamadığımızı kendi yöneticilerinin yapıyor” diyerek pek de büyük keyif aldıklarını düşünüyorum.
Şapka devrimi ve çıkan olaylarda halkın içinde rahatça çalışmalarını sürdüren Rus konsolosu komünizm için oldukça mümbit bir fırsat yakalamışlardır. Şapka olayları ile birlikte daha bir çok fena işte Rus ajanlarının tahrik ve istismarı açık bir şekilde görülmüştür. Ruslar yerine şimdi Batı Avrupa ülkeleri fitne kazanını kaynatmada üzerlerine düşen görevi bihakkın ifa etmektedirler.

Erzurum’da eşraf yani halkın ileri gelenleri şu kararı alır "Gidelim Hükümet konağının önüne, Vali Bey'e rica edelim. Kar da yeni yağmış. Kar 3-5 santim, bizim kulaklarımız üşüyor. Bahara kadar müsaade etsin. Şimdi arasak şapka da bulamayız zaten, acele etmesin!”

Daha kalabalık Hükümet konağının önüne varmadan hafiyeler birkaç kişiyi kışkırtarak pencerenin camlarını taş atarak kırdırmışlar. İzmirli Vali Zühtü Bey, aradığı fırsatın doğduğunu görerek hemen Ankara'ya, Erzurum'da halkın isyan ettiğini telgrafla bildirmiştir.
Oysaki bu durumu isyan olarak görmek vicdansızlıktır. Lakin Erzurum'a İstiklal mahkemesi gelmiş ve hemen “Örfi İdare” yani sıkıyönetim ilan edilmiştir. Emir üzerine halk, evlerindeki silahları getirip Örfi İdareye teslim etmişler. 2500 tüfek toplanmış bunu gören gazeteciler sormuş: "Kaç mermi sıkıldı devlete karşı bu tüfeklerle?" Cevap gelmiş: "Hiç!"

Bunun bir isyan olmadığı apaçıktır. Büyütülen olay, aslında Erzurum'a İzmir’den gelmiş zalim bir valinin marifetidir. Vali Zühtü, halka gözdağı vermek için bahane aramaktadır. Amaç bu cesur ve gözünü budaktan esirgemeyen halkın din ve vicdan özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır.
Şehrin Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa ve Vali'nin idam etme yetkileri vardır. Kafa kafaya verip bu işi kısa yoldan bastırmak ve gözdağı vermek için her türlü fenalığı yapacaklardır. Sıkıyönetim ile birlikte akşam namazından gün ağarıncaya kadar sokağa çıkma yasağı getirilir. Erzurum Camileri haftalarca sabah ve yatsı namazlarında kapalı kalır. Düzinelerce insan evlerinden toplanır. Yakınlarını görmek isteyenler, okkalı bir dayak yedikten sonra gönderilirler.

İlk çırpıda Cin Oğlu Hacı, İttihat ve Terakki'nin vurucu güçlerinden olmasına bakılmadan ağır bir mahkûmiyet alıp Sinop'a sürüldü. Şehrin en itibarlı şahsiyetlerinden Ahmediyeli Akif Kullebi ile Papilacı Mahmut idam edildi. Ayrıca Divan-ı Harbi Örfi tarafından 21 kişinin idamı meydanlarda infaz edildi. Sekiz kişi ise elleri kelepçeli olarak, Ankara İstiklal Mahkemesi'ne sevk edildiler. Müftü Solakzade ise nasıl becerdi ise bu vartadan kurtulmuştur.

Savaş senelerinde bu milletin başına gelen felaketler ve sıkıntılar, çocukları erken yaşta delikanlı etmiş kadınlara erkek gibi oturup kalkmayı öğretmiştir. Bir baba gibi çoluk çocuklarına sahiplik etmeye mecbur olan bu kadınlarımızdan Şalcı Şöhret Kadın da yetim balalarına bakmak için el işi şal örüp pazarda açtığı sergide satardı. Vilayete doğru yürüyüş yapıldığı olay günü gelip haber vermişler ki: "Şöhret Kadın, senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip çık!"

Şöhret Kadın bohçasını kapıp dışarı fırlamış. Hükümet konağının önüne geldiğinde bakıyor ki, asker bir sıra, zabitler bir sıra, millet bir sıra birbirlerine sert sert bakıyorlar. Şöhret Kadın yetimlerini kalabalığın arasında göremeyince, jandarmaların onları alıp götürdüklerini sanmış ve köpürmüş. Bağırarak bohçasındaki takunyaları çıkarmış zabitlere fırlatmış. "Ula soykanızda kala! Şapkanıza bilmem ne edeyim! Nerde benim balalarım?" diye de memurların şapkalarına sövmüş. İşte Şalcı Şöhret Kadın'ın suçu bu kadar. Yetimlerini koruma içgüdüsü, ana yüreği, din gayreti ve bunun sonucunda ettiği birkaç söz. Fakat işte böyle bir söz sonucunda bir insanı hatta bir kadını idam edecek kadar gözü dönmüş yöneticiler var ve bunlardan hesap sormayı 90 yıl geçtiği halde cesaret edemeyen insanlarımız var.

Ne olduğunu daha anlamadan Şöhret Ana’yı hemen tutukladılar. Mahkemede idam kararı açıklanırken bir sözü olup olmadığı sorulur Şöhret Ana’ya. O da: “Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür”. Bu coğrafyada bir erkeğe söylenecek en ağır söz “kavattır”. Bu sözün mahkemede söylediğini bizzat eski Cumhurbaşkanı Demirel sohbet esnasında anlatmaktan çekinmemiştir.
Demirel’in insanları kendi safına çekmek için böyle itirafları vardır, herkese mavi boncuk dağıtmakta uzmandır. Fakat vakti gelince darbeci askerlerle işbirliğinden de kaçınmaz. 28 Şubat 1997 tarihinde bizzat faşistlere öncülük edip bu konuda eşsiz bir lider olduğunu tarihe kazımıştır.
İdam edilenler şehrin meydanlarında akşama kadar sergilenirler. Teşhir edilen mazlumlara öldükten sonra da saygı gösterilmez. Tek atlı çöp arabaları bunları alarak dini merasim yapılmadan toplu mezarlara gömerler. Ve bu idamların içerisinde bir tanesi vardır ki tarihe geçmiştir ama kara bir leke olarak. Evet, tarihimizde siyasi nedenle ilk kez bir kadın idam edilmiştir.
İşte ülkemizde kadına şiddet bu olayla başlamıştır. Şalcı Bacı çuvala konulup o şekilde idam edilmiştir. Suçu nedir? Sıkıyönetime göre kanuna muhalefettir ama ya aslı nedir işin? Ana yüreğinin verdiği hassasiyet ile “acaba çocuklarım kayboldu mu”, “hapse mi atıldı” gibi düşüncelerden kaynaklanan endişedir.

Şapka yüzünden asılanlar arasında bir de kadının olması ne hazin ve ne gariptir. Tarihte emsaline az rastlanan bir durumdur. Şalcı Şöhret Kadın, Kasap Aziz'in anasıdır. Bir kadının siyaseten idam edilmesi herhalde adalet tarihinde ilk defa Erzurum'da vuku bulmuştur!
Bugün boyalı basın ve devletten güdümlü İstanbul gazeteleri adeta kör sağır ve dilsizdir.  O günün gazeteleri de böyleydi. Hâkimiyet-i Milliye, Akşam, Tanin ve Cumhuriyet gazetelerinin hiçbiri bu olayı yazmadılar. Hala da bu insanlık dışı cinayetleri millete duyurmamakta ısrar eden benzer anlayıştaki medyaya yazıklar olsun.
Her türlü kadına şiddet olayında mangalda kül bırakmayan kadın dernekleri ise bir parça utanmalı ve tarihimizdeki bu kara lekeyi temizlemek için hiç olmaz ise bir iki kelam etmelidir. Kadın işleri ile alakalı bakanlığı ise Allah’a havale ediyorum. Söyleyecek tek söz bulamıyorum. Bu bakanlık çalışanları yedikleri kursaklarından geçerken düşünmeli ve “biz görevimizi hakkıyla yerine getiriyor muyuz” diye düşünmelidirler.
Bu olaylara şimdiye kadar gerekli tepkiyi göstermeyen başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere tüm kamu yöneticileri samimiyet sınavında sınıfta kalmamak için bu vahşi ve acımasız olayın üstüne gitmelidirler. Bakalım daha ne kadar sessiz kalıp “kör sağır ve dilsiz” olacaklardır. Kuran’da ki “onlar kör sağır ve dilsizdirler asla doğru yola dönmezler” mealindeki ayetin tehdidinden korkuyorlar ise gayrete gelmeleri şarttır.
Her ne ise… Yirmi iki erkekle birlikte Şöhret Ana idam sehpasında asılarak can verdi. Şöhret Ana, kadın olduğu ve idamın çok iğrenç bir infaz şekli olmasından dolayı beyaz un çuvalı ile asıldı. Hiç olmaz ise şimdi iadeyi itibarı verilmelidir. Bari bu kadarını yap ey Hükümet!
Yıllar sonra Çetin Altan bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret etmişti. Ölmeden bunu yaptı ya helal olsun. "Ben Tatar Hasan Paşa'nın torunuyum. Dedem Erzurum'da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın'ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir şey!"
Düşünebiliyor musunuz? El işçiliğiyle yünden şal çorap ören ve bunları çarşı pazarda satarak iki yetimine de bakan bir kadın. Hükümet konağının önüne geldiğinde camların kırıldığını görmüş, ansızın gelişen arbedeye şahit olmuş. Yetim çocuklarının da tutuklandığını zannetmiş. Dik dik bakan zabitlere sövmüş. Tatar Hasan Paşa'nın bir işaretiyle tutuklanmış. Kadın idam sehpasında feryat ederken kör, sağır ve dilsiz zalim yöneticilere ne demeli?
"Uşaklarım ben bir kadınım da, şapkayla ne alakam olur?" diye bağırsa da bugün bile ahlaksızlığını göstermeye çalışan ikinci sınıf bir Batılı artist kadar gazete sütunlarında kendisine yer bulamaz. Bense bu çirkin insanları doğruluğa davet ediyorum. Ahmaklığıma ve safdilliğime yanayım…
Savcı Eğinli İbrahim Ethem tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir yoksa mesele yirmi bir kişiyle kalmayacaktı. Çetin Altan'ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum'da şapka inkılabının Vali Zühtü’den sonraki başkahramanıdır. 21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop'a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Berlin'de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya bile gelemez. Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.

İşte Şalcı Bacının ibretli ve ibretli olduğu kadar da düşündürücü öyküsü. Taksim’de yol açmak için birkaç ağacın yeri değiştirildiği için (kesilmedi haa…) günlerce olaylar çıktı. Memleketin altı üstüne geldi. Lâkin bir hiç uğruna öldürülen insanlarımız hakkında doğru dürüst bir söz söylenemiyor. Küçücük adli olaylarda dahi ortalığı velveleye veren kadın dernekleri suskun kalıyor. Bu ne biçim bir ikiyüzlülüktür…

Evet, Devlet nasıl Dersimlilerden özür dilemiş ise Erzurumlulardan ve kadınlardan özür dilemelidir. Böyle bir cinayet ortada dururken çıt çıkmıyor. Bu nasıl iştir?

Şöhret Ana’nın iadeyi itibarlarını sağlamak için bu yazıyı tekrar yazmam gerekiyor zira defalarca yazı yazdığım gazete ve dergilerde yayınlanmasına rağmen küçücük bir girişimde dahi bulunulmadı. Demek ki daha çoook uğraşmak gerekiyor.
Bu arada “kadın hakları” adı altında canımız kızlarımızı en kutsal meslek olan annelikten soğutup yuvalarından çıkarıp aç kapitalist kurtların arasına salan örgüt ve derneklerin de kulağını çınlatmak isterim. Eğer onlarda kadın hakları konusunda samimî iseler Şalcı Ananın itibarını iade için çalışsınlar. Yoksa yalancılıkları ortaya çıkar.
Fransızlar, Jean d’Arc’ı ateşte yaktıktan sonra bir millî kahraman olarak ilân ettiler. Biz ne yaptık? Şalcı Ana gibi zavallı kadınlarımızı bunca yıl geçtiği halde hatırlamak bile istemedik.
Bu konuları ibret almak için çok konuşmalı ve tartışmaya açmak zorundayız. Çünkü hâlâ gerçek kahramanlara hain, zalimlere ise kahraman adını veriyoruz. Böyle bir durumu kabul etmek 21. Yüzyıl insanı için en hafif bir ifade ile ayıptır. Bu ayıba bir son vermek gerekir, vesselam... 

 

Yazarın Diğer Yazıları