Dr. Vehbi Kara

Sınıfsız Toplum Ütopyası

Dr. Vehbi Kara

  • 699

Bir iktisatçı komünizmin yeniden gelebileceğini ima ederek şöyle demişti: “Marks haklıydı. Kapitalizm, bir noktada kendi kendini imha edebilir”. Daha sonra birçok düşünce adamı ve ekonomist aynı teraneyi dile getirmeye devam etti. “Sınıfsız toplum bir gün mutlak gelecektir”.
Kapitalizm karşıtı en önemli görüşün sahibi Marx, dünyayı derinden etkileyen bir sınıf kuramcısıdır. İşçilerin bir gün devrim yaparak iktidara geleceklerini söyledikten sonra aristokrat ve sermaye sahiplerinin malları ellerinden alarak tüm halka dağıtılacağını en nihayetinde sınıfsız bir toplum meydana getirileceğini iddia etmiştir.
Gelin görün ki Marx’ın tüm beklentileri boşa çıkmış Batı’da beklenen komünist devrim bir türlü gerçekleşmemiştir. Buna mukabil Batı’dan farklı özellikler gösteren Rusya ve Doğu toplumları arasında komünist devrimler gerçekleşmiştir. 1. Dünya Savaşının getirdiği otorite boşluğundan yararlanan Bolşevikler Rusya’da, 2. Dünya Savaşından yararlanan Mao ise Çin’de büyük bir devrim gerçekleştirmişlerdir.
Rusya’daki Ekim Devrimi ve Çin’deki Kültür devrimi çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştır. Öyle ki dünya savaşlarında öldürülen insanlar kadar belki de daha fazlası bu devrimlerde ya öldürülmüş ya da hapishanelerde işkence altında acı çekmiştir. İnsanların ailelerinden miras kalan çiftlikleri veya işyerleri yağmalanmış ekonomiler bir müddet ağır bir darbe yemiştir.
Stalin, 2. Dünya savaşının kendisine sağladığı sınırsız otoritesi ile demirden bir yumruk ile Rusya’yı yönetmiş ve askeri yönden güçlü bir Sovyet Rusya’yı kurmuştur. Sovyet askeri gücü sayesinde Doğu Avrupa’nın neredeyse tamamını işgal eden Sovyet Rusya; en nihayetinde kapitalizm karşısında yenilgiye uğramıştır. Çok değerli yeraltı ve yer üstü zenginliklere sahip bu ülkenin 1990’lı yıllarda parçalanarak dağılması çeşitli tartışmalara yol açmıştır.
Komünizmin kapitalizm karşısındaki yenilgisinin temel nedeni “devletçilik” anlayışıdır. Girişimci ruhundan ve özgürlüklerin getirdiği motivasyondan mahrum komünistler, kan ve gözyaşından başka insanlığa bir şey kazandırmamışlardır. Merkezi planlama üzerine dayalı materyalist bir felsefe ile yoğrulmuş baskıcı ve zorlayıcı bir sistemin başarısı düşünülemezdi zaten.
Nitekim dünya üzerinde Kuzey Kore haricinde bu sistemle yönetilen bir başka ülke yoktur. Mao’nun Kültür devrimi ile inşa ettiği Çin, milyonlarca insanın canına mal olmakla kalmış en sonunda gelinen noktada işçilerin en acımasızca sömürüldüğü vahşi kapitalizmin merkezi olmuştur.
Sosyal güvenlik uygulamalarının son derece yetersiz olduğu Çin’de gelir dağılımı çok bozuktur. Halkın büyük bir kesimi sefalet içinde yaşarken kapitalist sermaye babaları meydana getirdikleri kolonilerinde oldukça lüks ve sefahet içinde yaşamaktadır. İyi de hani komünizm sınıfsız bir toplum meydana getirecek, insanlar tarağın dişleri gibi eşit olacaktı?
Bu ne biçim bir yalan ve ne biçim bir aldatmaca idi. Evet, komünizmin söylediği iddia ettiği kapitalizm bir gün mutlaka çökecektir. Fakat komünizm, beklenilenin aksine çok daha önceden çökmüştür. Hatta Fukuyama, komünizmle dalga geçerek kapitalizm güzellemesinde bulunmuş “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabı ile vahşi kapitalizmin zaferini ilan etmişti.
Fukuyama şimdilik şöyle dursun zira ona “Malikiyet ve Serbestiyet Devri” çalışması ile çok güzel bir şekilde cevap verdik. Kapitalizmin ne derece insan hayatına olumsuz etki ettiğini, meydana getirdiği sosyal ve iktisadi sorunlar nedeni ile aynı komünizm gibi tarihin çöplüğüne atılacağını beş yüze yakın kitap ve çalışma ışığında dile getirerek ortaya koymuş olduk. Okuyucularımın en kısa zamanda bu kitabı okuyarak çok geniş bir tarih perspektifine kavuşacaklarını ve geleceği kurgulayan insanların başucu kitaplarından bir tanesi olacağını düşünüyorum.
Bediüzzaman, “ecir dönemi” adını verdiği kapitalizmde suiistimallerin aşırı seviyelere vardığını eserlerinde dile getirmiştir.  “Bir sermayedar, kendi yerinde oturup, bankalar vasıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir biçare amele (işçi veya ücretli) sabahtan akşama kadar, tahtelarz (yeraltında) madenlerde çalışıp kut-i lâyemut (ölmeyecek kadar) derecesinde on kuruşluk bir ücret kazanıyor” şeklinde örnek vererek kapitalizmin bu acımasız ve vahşi yönüne dikkat çekerek bir gün mutlaka sona ereceğini izah etmiştir. “Beşer (insanlık) edvarda (eski devirlerde) esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecir olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor” diyen Bediüzzaman adeta bu günleri görerek insan hayatını çok geniş bir perspektiften ele almış değerlendirmeler yapmıştır.
Her ne ise, şimdilik kapitalizmi bir kenara koyup komünizmin çelişkilerini ve içine düştüğü problemleri analiz edelim ve mezar taşına şu gerçekleri kaydedelim.
Lemalar (22. Lem’a) isimli eserinde Bediüzzaman; insanlığın yaratılış hikmetinin müsâvât-ı mutlaka (tam bir eşitlik) kanununa aykırı olduğunu ifade ederek, insanın duygularına ve kuvvelerine bir sınır konulmadığını, serbest bırakıldığını, bu sayede binler nevîleri sümbül verdiğini söylemiştir.
Buna mukabil “Müsâvât-ı hukuk” mesleğini yani hukuk önünde eşit olunması gerektiğini savunan Bediüzzaman, Marksistlerin öngördüğü sınıfsız toplum anlayışının yaratılış kanunlarına aykırı olduğunu Risale-i Nur Külliyatının muhtelif yerlerinde izah eder.
Cumhuriyet kanunlarının eşitlik esasına dayandığını iddia ederek kendisine “hocalık” unvanını çok gören ve “şimdiki hükûmetin kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, müsavat esasına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfîdir. Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun? Halk beni dinlesin diye hodfuruşane bir vaziyet takınıyorsun?” diye soranlara Bediüzzaman şu cevabı verir:
Kanunu tatbik edenler evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler. Siz kendinize tatbik etmediğiniz bir düsturu başkasına tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturunuzu, kanununuzu kırıyorsunuz ve karşı geliyorsunuz. Çünki bu müsavat-ı mutlaka kanununun bana tatbikini istiyorsunuz. Ben de derim: Ne vakit bir nefer, bir müşirin (mareşalin) makam-ı içtimaîsine çıkarsa ve milletin o müşire karşı gösterdikleri hürmet ve teveccühe iştirak ederse.. ve onun gibi, o teveccüh ve hürmete mazhar olursa veyahut o müşir, o nefer gibi adileşirse ve o neferin sönük vaziyetini alırsa.. ve o müşirin vazife haricinde hiçbir ehemmiyeti kalmazsa.. hem eğer, en zeki ve bir ordunun muzafferiyetine sebebiyet veren bir erkân-ı harb reisi, en aptal bir neferle teveccüh-ü ammede ve hürmet ve muhabbette müsavata girerse; o vakit sizin bu müsavat kanununuz hükmünce bana şöyle diyebilirsiniz: "Kendine hoca deme! Hürmeti kabul etme! Faziletini inkâr et! Hizmetçine hizmet et! Dilencilere arkadaş ol!"
Yine sorarlar: “Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife başında olduğu vakte mahsustur ve vazifedarlara hastır. Sen vazifesiz bir adamsın; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin!” Cevabında:
“Eğer insan yalnız bir cesedden ibaret olsa.. ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa.. ve kabir kapısı kapansa.. ve ölüm öldürülse.. o vakit vazife yalnız askerlik ve idare memurlarına mahsus kalırsa; sözünüzde dahi bir mana olurdu. Fakat madem insan yalnız cesedden ibaret değil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.

Ve madem kabir kapısı kapanmıyor ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim meselesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir. Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkâriyle ve her gün “el mevtü hakkun” davasını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuz bin şahidin şehadetini tekzib ve inkâr etmekle olur. Madem mânevî hâcât-ı zaruriyeye istinad eden mânevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimmi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve îmanın ders ve takviyesidir. Elbette o vazifeyi gören ehl-i marifet herhalde küfrân-ı nîmet suretinde kendine edilen nîmet-i İlâhiyyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid'alariyle, sefahetleriyle bulaştırmıyacaktır!.. İşte beğenmediğiniz ve müsavatsızlık zannettiğiniz inziva bunun içindir.

İşte bu hakikatla beraber, beni işkence ile taciz eden sizin gibi enaniyette ve bu kanun-u müsavatı kırmakta firavunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karşı demiyorum. Çünki mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevazi ve âdil kısmına derim ki: "Ben felillahilhamd kendi kusurumu, aczimi biliyorum. Değil Müslümanlar üstünde mütekebbirane bir makam-ı ihtiram istemek, belki her vakit nihayetsiz kusurlarımı, hiçliğimi görüp, istiğfar ile teselli bulup, halklardan ihtiram değil, dua istiyorum. Hem zannederim benim bu mesleğimi, benim bütün arkadaşlarım biliyorlar. Yalnız bu kadar var ki: Kur'an-ı Hakîm'in hizmeti esnasında ve hakaik-i îmaniyenin dersi vaktinde o hakaik hesabına ve Kur'an şerefine o makamın iktiza ettiği izzet ve vakar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, başımı ehl-i dalâlete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takınıyorum. Zannederim, ehl-i dünyanın kanunlarının haddi yoktur ki, bu noktalara karşı çıkabilsin!” 
Özetlemek gerekirse; Mutlak müsavat yani tam bir eşitliğin mümkün olamayacağını Mareşal ile rütbesiz asker arasındaki farkı çarpıcı bir şekilde örnek göstererek ispatlayan Bediüzzaman, kendisine karşı gösterilen ilgi ve alakayı kıskanmamak gerektiğini ayrıca yukarıda izah edildiği üzere ifade eder.
Evet, dünyamız yeni bir çağın sancılarını yaşıyor. İnsanlar vahşet ve bedeviyet, kölelik, esirlik ve ecirlik (ücretlilik) dönemlerini yaşamış, son olarak malikiyet ve serbestlik asrına gelmiştir. Bundan sonra kartlar yeniden açılacak, ekonomik ve sosyal politikalar yeniden değerlendirilecektir, vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları