Dr. Vehbi Kara

Ölü Sermayenin Ülkeye Kazandırılması ve Varlık Fonu

Dr. Vehbi Kara

  • 620

Yarının gelişmiş toplumunun en önemli özelliklerinden bir tanesi sermaye-mülkiyet arasındaki ilişkileri dengeli olarak sağlayabilmesidir.  Öyle ki “sermaye, mülkiyet ve hak” üçlemi toplumsal sözleşmenin temeli ve saç ayağıdır.
Varlıklarını sermayeye dönüştürmüş toplumlar bireylerin toplumsal haklarını ancak mülkiyet edinme hakkı ile güvence altına alabilmektedir. Sermaye dışında kalmış mülk alanlarının özel mülkiyet hakkı temelinde yeniden düzenlenmesi, yani piyasa kurallarına dâhil edilebilmeleri, maddi servetin artmasına yol açacaktır. Mülki emniyetin sağlıklı olması ve ekonomide istikrar, fertlerin iç mutluluğunun en önde gelen belirleyici faktörlerinden birisi olmuştur. İnsanların canları kadar malları da mukaddestir.
Dünya Bankası uzmanlarından Klaus Deininger’e göre mülkiyet haklarının en önemli amaçlarından birisi yatırımı kolaylaştırmaktır. Yapılan bazı araştırmalarda toprakta mülkiyet hakkı sağlanan durumlarda yatırımın iki kat arttığı tespit edilmiştir. Daha güvenli zilyetliğe sahip arazilerin bedelleri, araziyi kaybetme olasılığının yüksek olduğu yerlere oranla % 30 ile % 80 arasında daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu mülkiyet konusu sadece şahıslar bazında değil ülkeler bazında dahi geçerlidir.
Devlet tarafından büyük halk kitlelerinin desteklenmesi arazi haklarının teminat altına alınması ile mümkündür. Zira araziyi ekip biçenlerin daha fazla yatırım yapma imkânı ve olasılığı vardır. Uygun kurumsal yeniliklerin daha fazla nüfus dolaşımına, araziye daha çok yatırıma ekonomik büyümeye yol açacağı görülmektedir. Buna karşılık kamu kurumlarının halkın taleplerine cevap vermemesi toplumların üretme ve ekonomik gelişme potansiyelini azaltmaktadır.
Kahire, Lima, Manila, Mexico City ve Portau Prince’de yıllarca emek verilerek yapılan emlak araştırmalarda hukuki engellerin çok fazla olduğu bürokrasinin halkı bezdirdiği görülmüştür. Bunun sonucunda kayıtdışılık ve yasadışı sektör yapılanması gelişmiştir.
Sermaye yetersizliği çeken ve fakir ülkelerde yaşayan milyarlarca insanın elinde bir takım tapular ve kıymetli kâğıtlar yok değildir; fakat bu varlıkların gerçek sahiplik statüleri resmi kayıt sisteminin dışına kaymıştır. Bu ülkelerde varlıkların kime ait olduğunun izini sürmek ve doğrulamak oldukça zordur.
Yasal olarak tanınmaya yarayan kurallar sistemi olmadığı gibi varlıkların potansiyel olarak ekonomik vasıflarının tasvir veya teşkil edilmediği görülmektedir. Çoklu işlemler aracılığı ile artı değer üretilemeyen, belirsizliğin, yanlış anlaşılmanın, hatalı tahsilatların ve mukavelelerin iptal edilmesine neden olan bu durumdaki varlıklar birer ölü sermayedir.
Yakın zamanda yapılan araştırmalarda ölü sermayenin inanılmaz derecede büyük miktarlara ulaştığı tespit edilmiştir. Filipinlerde şehir sakinlerinin % 57’si kırsal alanlarda yaşayanların ise % 67’si ölü sermaye olan konutlarda oturmaktadırlar. Peru’da şehirde yaşayanların  % 81’i yasa dışı konutlarda oturmaktadırlar. Haiti’de şehirde yaşayanların % 68’i ve kırsal alanda yaşayanların % 97’si yasal tapusu kime ait olduğu belli olmayan konutlarda ikamet etmektedirler. Mısır’da şehirde yaşayanların %92’si ve kırsal alanda yaşayanların % 83’ü yasa dışı konutlarda yaşamaktadırlar.
Bu meskenlerin çoğu Batı standartları ile ölçüldüklerinde fazla bir değere sahip değildir. Kahire dışındaki bir kasabada inşa edilmiş dört başı mamur bir evi 5 bin ABD Dolarına ve Lima’yı çevreleyen tepeler üzerinde inşa edilmiş garajı, manzaralı pencereleri olan tek katlı bir evi 20 bin ABD Dolarına satın almak mümkündür. Bununla birlikte iyi niteliklere sahip kayıtlı ve resmi konutların değeri büyük bir servete ulaşmaktadır.
Mısır’da gayrimenkullerde gömülü ölü sermayenin değeri 240 milyar ABD Dolarına karşılık gelmektedir. Bu meblağ Kahire Menkul Kıymetler Borsasındaki işlem gören hisse senetlerinin değerleri toplamının 30 misli ve Mısır’a yapılmış bütün yabancı yatırımların 55 misli büyüklüktedir.
Araştırma yapılan her ülkede fakir insanların teşebbüs zekâsı öyle bir servet meydana getirmiştir ki bu varlıklar ile kalkınma için gerekli olan potansiyel sermayenin büyük bir kısmı kolaylıkla sağlanabilecek miktardadır. Hatta bu varlıkların toplamı bir tarafa; sadece devletin elindeki kaynaklar batılı ülkelerden alınan bütün yardımları ve Dünya Bankasından alınmış borçları defalarca katlayacak büyüklüktedir.
Diğer fakir ülkelere bakıldığında da ortaya çıkan sonuç oldukça şaşırtıcıdır. Bu ülkelerdeki şehir parsellerinin % 85’i ve kırsal alanlardaki % 40- % 53’ü arasında bir miktarın sermaye meydana getiremeyecek varlıklardan oluştuğu tahminlerine göre yapılan çalışmalarda 9.3 trilyon ABD Doları büyüklüğüne ulaştığı tespit edilmiştir.
İşte Batının ekonomik zaferi şu noktada düğümlenmektedir. Ölü sermayeyi yani işe yarar hale getirememektedirler. Bunları resmi tapu senetlerine çevirebilseler Batı ülkelerine muhtaç olmadan kalkınmalarını sağlayabileceklerdir. Yıllarca önce tespit edilen bu rakam yani 9.3 Trilyon ABD Doları tedavüldeki ABD para arzının yaklaşık iki katıdır. Yine bu para dünyanın en gelişmiş 20 ülkesinin başlıca menkul kıymetler borsalarında (New York, Tokyo, Londra, Frankfurt, Toronto, Paris, Milano, NASDAQ ve diğer 12 ülke) kayıtlı bütün şirketlerin değerleri toplamına eşit bir miktardadır. 1989 Yılını izleyen sonraki 10 yılda fakir ülkelere yapılan dış kaynaklı doğrudan yatırımların 20 mislinden fazla olduğu görülmüştür.
Dünya Bankası’nın son 30 yılda vermiş olduğu borçların 46 misli ve batılı ülkelerin diğer dünya ülkelerine yapmış oldukları kalkınma yardımlarının toplamının tam 93 misli bir varlık, sermaye yapılamayacak bir şekilde ölü yatırım olarak varlığını sürdürmektedir. Fakir ülkelerin liderleri dünyanın belli başlı finans kurumlarına giderek kredi ve yardım istemesine gerek yoktur. Çünkü kendi fakir mahallelerinin ve gecekondularının tam orta yerinde varlıkları canlı sermayeye dönüştürmeyi sağlayacak olan adeta elmas yatakları bulunmaktadır. Bu elmas yatakları mülkiyet sisteminin olumlu etkileri ortaya çıktıktan sonra değerlendirilebilecektir. Malikiyet ve serbestlik devrinin iktisadî açıdan en önemli özelliği; sermayenin belirli gruplar ve ülkeler elinde olmayıp daha geniş toplum kesimlerine hatta bireylerin eline geçmesine imkân tanımasıdır.
Zengin ülkelerin dünya ekonomisindeki payı gittikçe azalmaktadır. Buna karşın gelişmekte olan ülkelerin dünya üretimindeki payı artmaktadır. Öyle ki, gelişmekte olan ülkeler, on yıl önce dünya üretiminin üçte birine ulaşmış iken bugün artık yarısından fazlasını üretme başarısı göstermişlerdir.
Toplumsal kaynakların bireysel mülkiyeti insanın kendini güvencede hissedebilmesinin önemli etkenlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Gelişmemiş ülkelerde hâkim güçler mülksüzleştirme politikası uygulayarak ekonomik ve siyasi çıkarlarını sürdürmeye çalışmakta buna karşın mülksüzlerin elindeki henüz sermayenin devrelerine dâhil olmamış “kayıtdışı” varlıkları özel mülke çevirerek ihtiyaç duyulan yabancı sermaye problemine çare bulunabileceği düşünülmektedir.
Time Dergisi tarafından 20. Yüzyılın en önemli beş Latin Amerikalıdan birisi olarak takdim edilen Peru’nun başkenti Lima’da bulunan Özgürlük ve Demokrasi Enstitüsü Başkanı Hernando de Soto, geleceği inşa eden en önemli teorisyenlerden birisi olarak tanınmaktadır. Çeşitli dergiler tarafından “kayıtdışı” varlıkları özel mülke çevrilmesi konusundaki çalışmaları nedeniyle kalkınma konusunda müracaat edilmesi gereken en önemli araştırmacılar arasında gösterilmiştir.
1987 Yılında CIPE (Center for International Private Enterprise) ve UNDP’nin (Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Programı) sponsorluğunda, ekonomik büyüme için gerekli şartlardan biri olan “mülkiyet hakları” konusunda 35 ülke temsilcisinin katıldığı bir konferans toplanmış ve burada Soto’nun ileri sürdüğü görüşler geniş ölçüde kabul görmüştür.
Kayıtdışı ekonominin gelişmekte olan ekonomilerde dikkate değer boyutlara ulaştığını ifade eden De Soto, kayıtdışı ekonomiyi yorumlamada Peru örneği ile ilgi çekmiştir. Soto, “Sermayenin Sırrı” isimli kitabında “üçüncü dünya ülkeleri” adı verilen gelişmemiş ülkelerde yaptığı araştırmalar neticesinde iktisadi büyümede sermayenin ve mülkiyetin rolünü incelemiş iş kurma maliyetini ölçmek amacı ile bizzat işyerleri açarak çeşitli sonuçlara ulaşmıştır. Kalkınmakta olan ülkelerin kendi kaynaklarına yatırım yapmasını, dışarıdan alınan paralara bel bağlanılmaması gerektiğini öne sürmüştür.    
Ülke parasına istikrar kazandırılması, piyasaların serbest ticaret açılması ve yabancı sermayenin gelmesi ile ilgili olarak çeşitli fikirler üreten Peru’lu iktisatçı, bu yöndeki görüşlerine deneysel araştırmalar yaparak ulaşmıştır. Bulduğu çözüm; kapitalizm sistemindeki aşırı birikim sorununa çare olarak öne sürülmüş mülkiyetin önem kazanması ile birlikte yeni bir çağdan söz edilmeye başlanmıştır.
İbn-i Haldun’un “Mukaddime” adlı eserinde “mülk” kavramının tabiatına dair derinlemesine bir analiz yapmıştır. Mukaddime’de mülk, kelime anlamına uygun olarak “iktidar ve mal” anlamında kullanılır. Mal-emek-sermaye arasındaki ilişkileri köklü bir şekilde ele alınmıştır. İbn-i Haldun, Karl Marx’ın ekonomi politiğini andırır açıklamalar yapmıştır. Bu hali ile “Marx’ın 500 yıl öncesinden hocası da denilebilir”.
Marx, Das Capital isimli eserine “meta” ile başlar ve mal, para, sermaye, emek ve değer kavramlarına, bunların birbirleri ile olan ilişkisine ve dönüşümlerine yer verir. İbn-i Haldun’a göre amel ve sa’y (çalışma) bütün iktisadi faaliyetin temelidir. Malın hiçbir kıymeti yoktur. Önemli olan o malı üretmek için harcanan emektir. Dolayısı ile malın fiyatı, mala harcanan emeğin karşılığı anlamına gelir. “Önemli olan o malı üretmek için harcanan emektir; dolayısı ile malın fiyatı, mala harcanan emeğin karşılığı anlamına gelir”.
İbni Haldun; daha fazla üretim, maksimum etkinlik, kazanç ve kayıplar bakımından eylemlerin sonuçlarını taşıyan kar peşindeki girişimciler yoluyla, ticaret ve uzmanlaşma sayesinde elde edilebileceğini söylemiştir. En iyi devlet; hukuk ve düzeni korumak için en az bürokrasi ve en az paralı askeri olan, kamu faaliyetlerini finanse etmek için vatandaşlarından en az vergi toplayan, devlettir. Bu nedenle Dünya Bankası “özelleştirmenin ilk savunucusu” olarak İbni Haldun’u öven makale ve yazılara yer vermiştir.
Batıda sermayeyi meydana getiren şey, resmi mülkiyet sistemlerinin karmaşıklığına gömülmüş gizli bir süreçtir. “Batılı uluslar mülkiyet sistemini geliştirdikçe, farkına varmadan sermayeyi kolayca ortaya çıkartan farklı mekanizmalar geliştirmişlerdir. Bu mekanizmalar, bir varlığın ekonomik potansiyelini sermayeye dönüştürebilmemize olanak sağlayacak karmaşık mekanizmalar olarak değil de, sadece mülkiyeti koruyan sistemin parçaları olarak” algılanabilir.
Varlıkları, onları aktif sermayeye dönüştürmemize izin verecek duruma getiren süreci, şekilleri ve kuralları sağlayan resmi mülkiyet sistemidir. Resmi mülkiyet kayıtları ve tapular, herhangi bir varlık hakkında ekonomik olarak neyin anlamlı olduğuna dair müşterek anlayışımızı böyle temsil ederler. Bir varlığın potansiyel değerini kavramlaştırabilmek için gerekli bütün enformasyonu toplar ve organize ederler; böylelikle de onu kontrol edilmesi mümkün hale getirir.
International Federation of Surveyors (FIG) Başkanlarından Stig Enemark, kadastro sistemlerinin toplumsal istikrar ve ekonomik büyüme açısından önemini vurgulayarak varlıkların aktif sermayeye dönüştürülmesinin önemine değinmiştir.
Resmi mülkiyet sisteminin en önemli işlevlerinden birisi olan kadastro, her ülkenin kendi gereksinim ve amaçlarına göre yönlendirdiği, içeriği de buna göre belirlenen bir kamu hizmetidir. Ülkelerin toplumsal ve ekonomik gelişmesine bağlı olarak içerik kazanmakta, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere uygulanmakta, toplumun yapısı ve ihtiyaçları geliştikçe kadastronun kapsamı ve içeriği de değişebilmektedir.  Günümüze kadar bu değişim tek boyutluluktan çok boyutluluğa doğru bir evrimi göstermektedir.
Günümüzde çok tartışılan “Varlık Fonu” mülkiyet sisteminin ölü sermayeden kurtularak ekonomiye kazandırılmasından başka bir şey değildir. Halen Dünya genelinde 40’tan fazla ülkede 80’e yakın varlık fonu bulunmakta ve başarı ile işletilmektedir. Türkiye’de ise 15 Temmuz sonrasında, ülkemizin gelecekteki yatırımlarının hem finansmanını sağlamak hem de ekonomik istikrarın sürdürülmesini sağlayacak bir sigorta görevi taşıyacağı beklenmektedir.
Türkiye’de ulusal varlık fonunun zaman ilerledikçe kendi kaynaklarını oluşturması ve gündeme alınan büyük ölçekli yatırımların finansmanının sağlanmasına ek olarak bankacılık sisteminin finans sektöründeki hâkimiyetini de azaltacağı beklenmektedir. Fonun ayrıca finansal sıkıntı ortamında piyasalarda denge ve istikrar sağlaması öngörülüyor.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde iç tasarruf yetersizliğinden dolayı yeterince yatırım yapılamaması, nüfus fazlalığı ve teknolojik gelişmelerden yoksunluk gibi sorunlar söz konusu ülkelerin kalkınması için yeterli seviyelere ulaşmasının önünü tıkamaktadır. Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerine göre özellikle tasarruf oranları düşük olan Türkiye’nin bu bağlamda gerçekleştirmesi gereken uygulamalar, açıklanan fon ekonomik hedeflere ulaşmada önemli bir adım olacaktır.
Oluşturulacak bu fonla; kalkınmanın lokomotifi olan reel sektör yatırımlarına, stratejik öneme sahip şirketlere finansman sağlanarak kalkınmanın hızlandırılması, ekonomide yüksek ve sürdürülebilir büyüme oranlarının yakalanması ve ekonomik istikrarın sağlanmasının önünün açılmasına katkı sağlaması beklenmektedir.
Türkiye Varlık Fonu, Türkiye’nin dev projelerinin finansmanı konusunda da önemli bir rol oynayacağı beklenmektedir. Otoyol ve köprü projeleri, hızlı tren ve demiryolları, savunma sanayii ve sağlık sektörü gibi stratejik alanlarda ve özellikle nükleer santraller olmak üzere enerjide dışa bağımlılığın kırılması noktasındaki projelerin finansmanında kaynak sağlayacaktır.
Ülkemiz bugüne kadar hep maliye üzerinden operasyonlara maruz kalmış Çiller döneminde, Mesut Yılmaz döneminde, Bülent Ecevit döneminde hep döviz krizleriyle karşılaşmıştır. Bir gecede insanlar fabrikasını, iş yerlerini kaybetmiştir. İşte ölü sermayeyi kullanmayı becerebilse idik bu operasyonlar asla başarıya ulaşamayacaktı. Bundan sonra da kayıtdışılığı önleyip bürokrasinin o bunaltıcı işlemlerini basitleştirip halkın kolayca işlerini görmesine müsaade edebilirsek artık kimse ülkemize operasyonlar çekip ülkenin altını üstüne getiremez, vesselam…

 

Yazarın Diğer Yazıları