Dr. Vehbi Kara

Esra'nın Yolculuğa Giderken Okuduğu Kitap

Dr. Vehbi Kara

  • 979

 

Değerli Mustafa Nutku Ağabeyimin “Bediüzzaman’ın Doktor Talebesi Dr. Sadullah Nutku” isimli kitabını okudum. Kitaptan çok istifade ettim. Fakat kitapta geçen Esra isimli bir kız çocuğunun hikâyesi beni çok etkiledi. Bunu paylaşmak istiyorum:

İstanbul’da bir hastanede, 9 yaşındaki Esra, kanser hastalığına yakalanmış ve hastalığı vücuduna yayılarak zor bir döneme girmiş.

O hasta halinde ve ölümün soluğunu her geçen an gittikçe daha da yakınında hissederek hayat yürüyüşünün son durağına yaklaşırken, hasta yatağında uyanık olabildiği zamanlar, devamlı olarak kitap okuyormuş. Bir akşam, okuduğu kitaptan başını kaldırarak, annesine:

“ – Babamı çağırabilir misin, anne?” demiş.

Küçük kızının vücuduna yayılmış kanserle günden güne eriyişini görürken, ölüm habercisi bu hastalığın sevgili kızından ayrılık getireceğini bilen annesi, kızının bu anî arzusu karşısında çekinerek sormuş:

“ – Babanı çağırmamı niçin istiyorsun?”

Hasta kız, önce bunu açıklamak istememiş; bir an düşünmüş ve:

“ – Çağırmasan da olur. Hem çağırsan, gelinceye kadar belki geç olur.” sözleri üzerine annesinin merakı daha da artmış:

“ – Babanı çağırmamı önce isteyip sonra niye vazgeçtin?” diye sorunca, kızı gayet sakin bir şekilde;

“ – Anne, ben artık âhiret âlemine gidiyorum da,  o­nun için” cevabını vermiş. Bu sözleri üzerine annesinin gözünden, artık tutamadığı gözyaşları boşanırken, kızı gene o çok sakin haliyle:

“ – Bak! Azrail (AS) beni almak için gelmiş; orada bekliyor” diyerek odanın bir köşesini parmağıyla işaret etmiş. Annesi, kızından ayrılık vaktinin geldiğini anlayıp elleriyle yüzünü kapatarak hüngür-hüngür ağlarken, kızına gayr-i ihtiyarî sormadan da edememiş:

“ – Azrail (AS) nasıl? Biraz tarif eder misin?”

“ – Çok güzel…” demiş, küçük kız…

Daha sonra da, içinde bulunduğu o maneviyat âleminden dünya haline tekrar avdet etmiş gibi, annesinin o ardı arkası kesilmeyen yüksek sesle ağlayışından rahatsız olmuş bir tavırla annesini, 9 yaşındaki çocukluğundan beklenemeyecek büyük bir kemal ve vakar haline girerek, teselliye çalışmış:

“ – Niye bu kadar çok ağlıyorsun ki, anne? İmanı olan ve imanıyla yaşayanlar için ölüm ve ahirete gitmek, korkulacak bir şey mi? Dünyada daha fazla yaşasaydım, dışarıdaki insanların ekseriyeti gibi, dinde lâkayt, ibadette ihmalkâr halde uzun bir dünya hayatım olsaydı, benim için daha iyi mi olacaktı? Öyle olmam seni daha çok mu sevindirecekti? “

Kızının, yaşının çok üstünde bir olgunlukla kendisine verdiği bu hakikat dersi karşısında, annesinin sanki birdenbire gözyaşı pınarları kurumuş; yüksek sesle ağlaması aniden durmuş. Kanser hastası, kanser hastalığı vücuduna yayılmış olan 9 yaşındaki kız, annesiyle bu son konuşmasından sonra, yüksek sesle kelime-i şehadet getirmiş; daha sonra da, başı yavaşça sol tarafına düşerek ruhunu teslim etmiş.

Annesinin biraz evvel pınarları kurumuş gibi durmuş olan gözyaşları yeniden, fakat bu defa sessizce çağlamış. O sırada sevgili kızının artık vefat etmiş bedeninin yanında, yatağında okuduğu son kitap ile bir kalem, dikkatini çekmiş. 9 Yaşındaki kızının dünyadan ahirete giderken, kendisini fevkalade hayrete sevk eder derecede gösterdiği o çok yüksek ruh halinin sırrı, hasta yatağında son olarak altını da çizerek okuduğu o kitap sayfalarında kendini ilân ediyor gibiymiş. Kitap, “Hastalar Risalesi” ve altını çizerek okuduğu son bölümü de: “Sekizinci Deva” imiş.

Burada geçen metin aynen şöyledir:

“Ey ahiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü’z-zünûb olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki: ‘Ermiş ağacı silkmekle, nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.’

Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; bu hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için manevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile daimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun.

Eğer günahları düşünmüyorsan yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür, ondan feryâd et.

Çünkü bütün dünyanın mevcudatıyla kalbin, ruhun ve nefsin alâkadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bahusus Ahireti bilmediğin için, ölümü idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden, âdeta, güya, yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var.

İşte en evvel, hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük manevi vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilaç ve kat’î şifa verici bir tiryak olan iman ilâcını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.

Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevi sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’i, maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.” Vesselam…

 

Yazarın Diğer Yazıları