Dr. Vehbi Kara

Arap Baharı ve Kelle Kesmek

Dr. Vehbi Kara

  • 721

Tunus’ta başlayan Mısır, Suriye, Yemen ve Libya’da devam eden halk hareketleri en sıkı diktatörlükleri dahi zorlamış “Arap baharı” adı verilen hareketler, İslam ülkelerinde hürriyet rüzgarlarının esmesine yol açmıştır. Acımasızca kendi halkının sömürülmesine göz yuman ve halkına her türlü zulmü reva gören diktatörlerin sonu görünmüştür.

Bunlar ya ülke dışına kaçmış ya da Suriye Libya ve Yemen örneğinde olduğu gibi silahsız insanların üzerine savaş açarak direnmeye devam etmişlerdir. Mısır da faşist bir darbe ile halkın seçtiği yönetici Mursi, tutuklanarak hapse atılmıştır. Yetmedi, binlerce insanın üzerine ateş açılarak masum insanlar şehit edilmiştir.

Batılı ülkelerin Arap ülkelerindeki özgürlük hareketlerine karşı takındıkları tavır tam bir “turnusol kağıdı” örneğidir. “Asit mi baz mı” oldukları çok net olarak anlaşılmıştır. Yani gerçekten “özgürlükleri mi destekliyorlar yoksa faşist diktatörlerin yanında mı” oldukları, net bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Demokrasi, hürriyet ve serbestiyet konusunda nutuk atan Avrupa ülkeleri, hiç utanmadan darbeci diktatörleri desteklemiş maddi ve manevi olarak gereken her türlü desteği sunmuştur. Elbette bu durum Batı hayranı Avrupa meftunu bir kısım insanın gözünü açmıştır. Lakin gelişmelerden ciddi rahatsızlık duyan bir kısım insanlar, paniğe kapılarak türlü türlü hezeyanları yeniden piyasaya sürmeye başlamıştır.

Fakat “mızrak çuvala sığmaz”. Bu kadar yalanı nasıl gizleyip aksini sunacaksın? Faşistliğin dik alası sayılacak bir çok eylem ve söz ortada dururken bunu savunmak akıllı insanın işi midir? Asıl merak edilen husus ise diktatörleri savunmak mecburiyeti hala var mıdır?

Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söylermiş. Üstelik bunları övünç ve gururla ifade etmekten rahatsız olmazlar. Tehdit ve baskı yöntemlerini söyleyip yayınlamaktan çekinmemişlerdir.

Elimden geldiğince 26 yıldır bu hususları yazıp çizmeye çalışıyorum. Fakat ciddi bir “görmemezlikten gelme” durumu da söz konusudur. İşin kötüsü bu ibretli ve bir hayli yüz kızartıcı tutum, hürriyetperver diye düşündüğümüz siyasetçiler tarafından da benimsenip içselleştirilebilmektedir.

Şükürler olsun ki şimdiye kadar hiçbir medya kuruluşunda bu faşist ilke ve davranışları dile getirip iç yüzlerini ortaya koymaktan çekinmedim. Daima bize yutturulan yalanları deşifre ettim. Bu can bu tende durdukça son nefesime kadar da bunları anlatmaktan korkmayacağım.

Bir hatıramı söyleyerek içimi dökeyim. Yıllar önce denizde çalışırken kaptanı olduğum gemi Hint Okyanusunda batmıştı. Şükürler olsun personelimin hepsi sağ salim kurtuldu lakin korkudan bazı gemicilerin çok panik olduğunu görmüştüm. Can korkusu tabii normaldir, kimseyi bu yüzden kınamam. Fakat benim gemiyi kaybetmekten dolayı düştüğüm üzüntü ölüm korkusundan çok daha fazla etkiliydi. Gemimin batışı göz önüme geldikçe hala ürperir derin bir acı yaşarım. Lakin ölümden öyle pek de korkmadığımı da fark ettim. Bir büyük zatın dediği gibi düşünüyordum “ölümüm denizden olsun, neticede geniş bir kabirdir”…

Bu nedenle beni bu çok haklı yazılarımdan dolayı ikaz edenlere fazla itibar etmiyorum. Özellikle de M. Kamal ile ilgili konularda açık sözlü olmamın yanlışlığından bahsedenlere “hala mı bu kadar çok korkuyorsunuz” der, hak ve hakikatin anlaşılması için gayret ederim. Genellikle  “bunları söylemenin zamanı değil” diyenler de olur. O zaman kendilerine şunu sorarım “bunun zamanı geçmedi mi” diye. Maalesef kanaatimce zaman çoktan gelmiş de geçmiştir…

16 Nisan’da önemli bir referandum yapılacak. Yönetimde çift başlılığı ortaya çıkaran adeta devleti kilitleyerek çalışmasını önleyen “askeri vesayet” maddeleri tek tek ayıklanıp referandum ile düzenlenmeye çalışılıyor. Elbette hürriyetin önemini idrak eden her vatandaş gibi buna destek olarak anayasa değişikliklerini savunmak boynuma borçtur.

Gelin görün ki hükümetin en önemli bakanlıklarından birini işgal eden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ çıkıp “Atatürk yaşasaydı referandumda evet derdi” diyerek yapılan onca emeğe ve gayrete adeta hıyanet ediyor. Hani Adalet Bakanı olmasa “susmak maslahat icabıdır” denilebilir. Lakin baskı yöntemlerini acımasızca tatbik eden “tek adam” anlayışını savunan birisi, adalet ve hukuk işleri bakanı olursa; susmanın imkanı yoktur.

Peki, Bekir Bozdağ yanlış yaptı diye üzerinde durmayalım. Olur ki, her hükümette böyle “ağzından çıkanı kulaklarının duymadığı” sorumluluk duygusu gelişmemiş bakanlar olabilir. İyi hoş da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne demeli?

M. Kamal’ın yönetimini savunmak defalarca “Cumhuriyetin kurucusu” olarak sunmak ve bu haliyle tek adam yönetimini göklere çıkarmanın anlamı var mıdır? Hürriyetçi birisi olarak bunları söylemek mecburiyetinde misin? Sussan da bu günahı işlemesen, ne kaybedersin?

Bu sözleri duyunca hamiyet duygularım bana çok acı veriyor. Tahammülünde aciz kalıyorum. Yahu Araplar canları pahasına hürriyet için başlarına bomba yiyip oluk oluk kan döker iken; o eski acımasız tek parti rejimini savunmanın anlamı var mı?

Bakın M. Kamal, Nutuk isimli eserinde yazdığı gibi halifeliğin kaldırılması ile ilgili madde oylanırken kürsüye çıkarak “bu durum bir emri vakidir” ve “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” diyerek kanun geçmediği takdirde apaçık şiddet göstereceğini söylemekten çekinmemiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu ve benzer tehditlerden korkmayan, bilakis pervasızca haykıran özgürlük için çalışan kahraman ecdat, bizim rehberimizdir. Trabzon Mebusu ve Bahriye zabiti olan Ali Şükrü Efendi başta olmak üzere, devletin en değerli mebusları ve aydınları haince şehit edilmiştir. Halit Paşa gibi kahraman generaller dahi bu cinayetlerden kurtulamamış diğerleri ise evlerine kapanıp susturulmuşlardır.

Bu acı olaylar artık inkar edilmiyor. Sadece “o günkü şartlar bunu gerektiriyordu” denilerek bu cinayetleri masum göstermeye çalışıyorlar. İyi de bu cinayetleri işleyen veya azmettirenler yıllar önce öldü. Şimdi mezarda dehşetli azap çekiyorlar. Bunlardan korkmanın veya zulümlerine ortak olmanın anlamı var mı?

21. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına gelmişken apaçık “kelleler kesilecektir” diye milletvekillerini tehdit eden insanları savunmak bu siyasetçileri utandırmıyor mu?

Mısır da apaçık halkın üzerine ateş açıldı ve buna rağmen Rabia meydanında toplanan insanlar, diktatör Sisi’ye karşı mücadelelerine bir müddet daha devam ettiler. Tamam, sonuçta susmak zorunda kaldılar. Diktatör Sisi binlerce insanı öldürerek bir müddet daha iktidarda kaldı. Fakat burnumuzun dibinde Suriye halkı, Diktatör Esed rejimine karşı göğüslerini siper ederek mücadele ediyor. Bundan ibret almak gerekmez mi? “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” diyen bu insanlardan biraz örnek almamız gerekmez mi?

Bu noktada Arap baharı denilen rüzgarın bir esintisi ülkemizde esmeyecek mi? “Kelleler kesilecektir” diyen yöneticilere karşı konuşmaya cesaret edemeyecek miyiz? Hem kime yaranmaya çalışıyoruz ki? Avrupalılara mı? Cumhuriyetin ilk yıllarındaki “tek adamları” övdüğünüz zaman bunlar size destek mi veriyorlar?

Bu yazıdan vatanını seven insanlar lütfen rahatsız olmasın. En azından bunları söyleyecek bir iki tane yazarın bulunması “farz-ı kifaye” nevindendir. Başkalarının üzerindeki sorumluluğu kaldırır. Bunları söyleyip yazmalı ki her anımızı görüp kaydeden Rabbimiz, dünyada dahi bu korkaklığımızdan bizlere azap vermesin. Zalimlerin zulmünü söylemek Kuran’da bir emirdir. Sen yapamıyor isen o halde bunu yapanları kınayıp yerme bari…

Kısaca ülkemizi demir yumrukla yöneten M. Kamal gibi yöneticileri bu kadar övmeye gerek yoktur. Hiç olmaz ise dindar yöneticilerimiz bunu yapmasın. Eğer gerçekten de hürriyet ve serbestliği yok etmiş kişileri seviyorlar ise o halde bizi aldatmasınlar. Biz de hürriyet ve serbestiyet kelimesinden gerçekten ne anladıklarını bilmiş olalım, vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları