Dr. Vehbi Kara

Anneler Gününde Anneliği Savunmak

Dr. Vehbi Kara

  • 753

 

Annelerin evine dönmesi için defalarca yazı kaleme aldım. Kadınların zorla çalıştırılmasının ne dinimizde ne de geleneklerimizde yeri olmadığını örneklerle anlattım. Yetmedi, Amerikalı akademisyenlerin kitaplarını tercüme ederek binlerce aile ile yapılan anket çalışmaların neticelerini izah etmeye çalıştım.

Bu kadar emek sonunda karşılık olarak tam tersine kadın istihdamını arttırmanın gerektiğine dair hükümetin hatta bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadınları yuvalarından çıkarmaya yeminli çalışmalarına şahit oldum.

Anayasanın aileyi korumak için devleti sorumlu tuttuğu 41. Maddeye atıf yapmak da işe yaramadı. Hiç olmazsa anneler gününde annelere saygı olarak belki bu çabalarıma cevap alırım diye bir makale daha yazmaya karar verdim. Yazı uzun olsa da önemli olduğu için dikkatle okunmasında yarar vardır.

Analar başımızın tacı, her derdimizin ilacıdır. Cennet anaların ayağı altındadır. Çünkü şefkat ve merhametin cisimleşmiş şeklidir annelik.

Kadın, anne olmakla şereflerin en yücesine sahip olur. O, ana olarak çok güçlüdür. Belki de toplumun en naif, en hassas ve kırılgan üyesidir anne. Toplumun en güçlü direği anneler olup ayakta kalmasının en önemli sebeplerinden bir tanesidir.

Annelerin güçlü kalbi insana cenneti yaşatmaktadır. Fakat modernite ve başta devletimiz analık vazifesini küçümsemektedirler. Onlar, analığın bir kadına verilmiş en büyük lütuf olduğunu anlamamakta, bunu topluma bir yük gibi taşımaktadırlar.

Modern yaşam için annelik sadece bir eziyettir. Çocuğa bak, büyüt, gençliğini böyle birisi için harca. Hem yazık değil mi gençliğine? Çocuk doğurmak da neymiş, güzelliği bozulurmuş. Ayrıca daha yaşı genç, şimdi biraz hayatı yaşamalı, gezip tozmalıymış. Daha sonra çocuk doğururmuş sanki çocuk doğurmak fabrika mahsulü bir iş.  

İşte bu baskı ve dayatmalar sonucunda birçok anne adayının veya evli çiftlerin savunduğu görüş maalesef bu noktaya gelmiştir. Hâlbuki çocuk da hayatın bir parçası değil midir? Anne veya baba olmadan hayatın hangi aşaması yaşanılır ki?

Günümüzde torun sahibi olunması gereken yaşta insanlar çocuk sahibi oluyor. Çocuklar büyürken anne babalar yaşlanıyor, onlara hayat yolunda eşlik edemiyor. Çocuklar neneleri yaşlarındaki anneleriyle yaşıyorlar. Çocukları anlamak gçleşiyor aile içi kopukluklar had safhaya ulaşıyor.

Anneler artık çocukları kendileri yetiştirmek yerine kreş köşelerine gönderiyor. Yavrularımız robot gibi yetiştirilip ruhsuz ve kalpsiz oluyorlar. Çocuklarımızı uğuruna terk ettiğimiz işimizden kazandığımız para ile kreşe gönderir isek nasıl bir merhametli evlat bekleyebiliriz ki?

Analar analığını yapmadığı zaman, evlatlar evlatlıklarını yapacak mı acaba? Peki, çocuklarımıza verecek zamanı bulamayıp onları kreşlere gönderdikten sonra yaşlandığımızda onların bizlere ayıracak vakti olan evladı nereden bulacağız?

Maalesef çocukların intikamı daha da korkunç olacaktır. Hiç merak etmeyin onlar da bizleri huzur evlerine teslim edeceklerdir. Çünkü onların da yetiştirmeleri gereken sürüyle işleri vardır ve zamanları da çok azdır. Ayakları altında bakacakları başka insan istemezler.

Çünkü biz ana olarak görevimizi yapmadık. Çünkü biz ana olarak paylaşmayı ve fedakârlığı öğretmedik. Çünkü biz ana olarak sıcak aile denilen ortamı onlara yaşatmadık. Haliyle ne ekersen onu biçersin.

“Ben senin için gecemi gündüzüme kattım, gençliğimi harcadım” dememiz beyhudedir. Hayır, doğrusunu söylemek gerekirse biz onlar için çalışmadık, kendimiz için çalıştık.

Günümüz anlayışı; anneliği hor görmektedir. Hatta bir çok kadın yaradılışının aksine kadınlığı bile hor görmektedir. Bazı kadınlar kadın olmaktan utanıp erkekleşmişler, erkek rolüne talip olmuşlardır.

Erkekler gibi yaşamaya çalışmakta, erkekler gibi iş hayatının peşinden koşmaktadırlar. Haliyle erkekler doğurmadığından onlar da doğurmak istememekte yahut bunu ertelemekte veya bir çocukla iktifa etmektedirler. Bu çocuğa bile bakmaktan aciz kalmakta, bakıcılara veya kreş köşelerine emanet etmektedirler.

Kadınlarımız, analarımız kapitalist sömürü sisteminin kurbanı olduklarını görememektedirler. Bu modern kapitalist dönem; tüketim canavarlarını ortaya çıkarmakta bu acımasız sistemin esiri ise öncelikle kadınlar olmaktadırlar. Güya kapitalist sistem merhametli olup çocuklara bakmayı üzerine almaktadır. Çünkü burada bile bir para kokusunu almaktadır. Kreşlerde ana kucağına hasret yavrular bir yanları yaralı büyümektedir oysa.

Yaralı olan aslında bu yavrular değil toplumdur, kadınlarımızdır. Kadınlarımızı anne yapabilirsek aslında toplumu kurtarmış oluruz. Kadınlarımız, öncelikle anne olmaları gerektiğini bilmelidirler. Anneliğin en kutsal meslek olduğunu idrak etmelidirler. Cennet annelerin ayaklarının altındadır lakin bu modern yaşamın kurbanı olan annelerin değil.

Çocuklarını cehenneme bir odun olarak hazırlayan anneler nasıl cennete yakın olabilir ki.  İlk eğitim anne tarafından verilmekte, geleceğin sağlıklı ve huzurlu olması annenin sağlıklı ve huzurlu olmasıyla orantılıdır. Fakat, annelerimiz mutlu değildir. Onlar, annelik rolünü sindirememektedirler. Onların gözleri dışarıdadır. Onlar, erkeklere özenmektedirler. Onlar için iş ve kariyer öncelikli sorun haline gelmiştir.

Kadınlarımıza anneliği tekrar hatırlatmalı, anneliğin ulvi ve kutsal yönüne tekrar dikkat çekilmelidir. Anneliğin bir kadın için paha biçilmez bir nimet olduğunu anlatmalı, çocukları ile ilgilenme sürecini azaltmamalıdır. Eğer yaşlandığımızda torunlarımızla birlikte olmak istiyor isek; erken anne olmak gereklidir. Huzurlu yaşamak için huzur evlerinde değil, sıcak aile yuvasında çocuklarımıza zaman ayırmak zorundayız.

Unutmayalım ki o çocuklarımız sürekli büyüyorlar. Onların çocukluk günlerini bir daha göremeyeceğiz. Kucağımıza alıp seveceğimiz günler sayılıdır. Bu sayılı kısa günlerde onları bol bol kucağımıza almalı, bol bol koklamalı ve bol bol sevmeliyiz. Sevgimizi onlardan esirgememeliyiz. Tam tersine sevgimizi göstermeli ve sevme konusunda cimri davranmamalıyız. Çünkü çocuklar sevgi ile büyürler.

Anneler günü annesini kaybeden Ana Jarvis adına ilan edilmiştir. Günümüzdeki çocuklarda modernizmin karanlıklarında kaybettikleri annelerini aramalıdırlar. Onları bulmalı, kapitalizmin dişleri arasında çıkarmalıdırlar. Onlara bir kucak dolusu sevgi ve yüreklerindeki merhameti sunmalıdırlar.

Yoksa bugünü de tüketim çılgınlığına kurban verip sadece hediye alma yarışına girmemelidirler. Kapitalizmin değirmeninin un taşımak yerine kalplerini sunmalıdırlar ki onların yürekleri yumuşasın. Yüreklerinde merhamet adlı bir çınar büyüsün. Anneliği hatırlasınlar…

Elimde iki tane aynı başlığı taşıyan İngilizce kitap var. Orijinal ismi “The Two-Income Trap” yani “İki Gelir Tuzağı” Bir tanesini aynı zamanda ABD Demokrat Senatörü Elisabeth Warren yazmış. Diğeri ise Suzanne Venker isimli yine Amerikalı bir yazar tarafından kaleme alınmış. Her iki yazar da kadınların çalışma hayatına atılmasını eleştiriyor ve kapitalizmin bu dehşetli tuzağına karşı dikkat çekmeye çalışıyor.

Kitapların her ikisini de tercüme edip yayınlamak için uğraşıyorum. Fakat Türkiye’de kadınları yuvalarından çıkarmaya ve çalışma hayatına köle olarak sokmaya çalışan bir grup insan buna engel oluyor. Üniversitede, sivil toplum kuruluşlarında ve yayınevlerinde onca konuşma yapıp bu kitapların tercümesini yayınlamak istememe karşılık hep ret cevabı aldım.

Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri benim diğer bir uzmanlık alanım. 2015 Yılında doktora tezimi bu bölümde tamamladım ve elimden geldiğince konu üzerinde araştırmalar yaparak ülkeme faydalı olmaya çalıştım. Ne yazık ki bu konuda hazırlamış olduğum eserleri yayınlamak fırsatını bulamadım. Hatta bunları kendi adıma yayınlamaktan vaz geçtim yeter ki insanlar okuyup istifade etsin diye kendi adlarına basıp yayınlamalarını dahi kabul ettim. Lakin bugüne kadar uğraşılarımdan bir sonuç alamadım.

Hiç olmaz ise anneler gününde bir annenin kaleminden güzel bir yazıyı paylaşayım. Belki bir kadını bu modern kapitalist canavarın elinden kurtarmaya muvaffak olurum. Bir hanımefendi der ki:

“Evlerinizde oturun…” ayetini daha bir başka severim nedense. Bu ayeti okudukça kendimi Rabbimden imtiyazlı sayarım. Beni alıp namütenahi bir yere koymuş. Narin bir kelebek, kırılgan bir gelincik çiçeğiymişim gibi hissederim kendimi…

Çok değerliymişim, nadideymişim, zümrüt mü, elmas mı desem, ama çok değerli bir mücevhermişim, istiridyenin en gizli yerindeki zarif bir inciymişim gibi…

Evlerinizde oturun, evler ki en emniyetli barınaklardır. Hürriyetin en dorukta yaşanabileceği mekânlardır evler. Ev kadına saray, kadın eve sultandır.

Evsiz kadın savunmasız, kadınsız ev yalnızdır. Evsizleşen kadınlar, kadınsızlaşan evler toplumların en büyük yarasıdır…

“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…”(Ahzab/33)

İyi ki bunları sen söylüyorsun Rabbim. Eğer ben söyleseydim örümcek kafalı, gerici, çağdışı olarak yaftalanacaktım. Şükür ki sen söylüyorsun, kulun Sana kurban olsun…

Evet, nice zamandır dışarda olmayan, evinde oturan, çocuk doğuran kadınların adı cahil oldu. İlle de dışarı çıkmalı kadın, bütün kapılar sokağa açılmalı, az çocuk doğurmalı, ekonomik özgürlüğü (!) elinde olmalı, kocaya asla güvenmemeli. Ya bırakırsa. Ya terk ederse.
Ya ölürse. Ya boşanırsa. Ya…diyerek kadın hep tetikte bekletildi.

Artık kadınlar pek az oturuyor evlerinde. Kadınlar eve hasret, evler kadınlara hasret. Parasını kendi kazanıyor kadın. Muhtaç olmuyor erkeğine de (!)…

Sabahın ayazında düşüyor yollara, çocuğu bakıcıya ya da kreşe bırakıyor.
Kadın, dişini tırnağına takıyor, yâni biraz da erkekleşiyor kadın…

Duraklarda otobüs bekleyen, soğukta tir tir titreyen kadınlar. Çok mu muhtaç, çok mu zor durumdadır? O saatte o kadınları sıcak yuvalarından dışarı çıkaran nedir? Bir kadını haftanın 5 günü yılın en az 10 ayı çalışmaya mecbur eden hangi haldir?

At yarışına sokar gibi çalıştırdığımız, sınavlara hazırladığımız kızlarımız hangi ideallerin, hangi hayallerin kurbanıdır? Kızının sınavı kötü geçti diye ağlayan anne hangi modern baskıcının oyuncağıdır?

“Evlerinizde oturun” ayeti bugün birçok Müslüman kadının dahi okumak, hatırlamak istemediği bir ayettir. “Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın” emrine muhalif, evde oturmayı cehalet, çalıştığı işyerinde açılmayı modernlik, özgürlük diye tanımlayan bir garip fikir karmaşası…

Ne kadar paraya ihtiyaç duyduğunuz, gerçek ihtiyaçlarınızın ne olduğuna bağlı… Ya lüks bir hayat için zor ve stresli bir çalışma hayatını tercih edeceksiniz. Ya da evinizde rahat oturup orta halli bir yaşamı seçeceksiniz.

Derdiniz kariyerse, yükselip önemli (!) bir yere gelmekse eviniz size sadece bir otel olur.
Eğer tek maaşla geçinirim. Orta halli yaşarım, lüks istemem, evim 10 yıl sonrada olsa olur, arabam daha vasat da olabilir, evimde otururum, çocuğumu da kimselere bırakmam kendim bakarım, eğitirim derseniz eviniz size saray olur.

Çalışan kız arıyorum, çift maaşlı olsunlar diyen kaynana adayı teyzeleri gördükçe, birileri tarafından bankamatik gözüyle bakılan kızlara daha da bir acıyorum. Hele banka kartı kocasının elinde olan, ayda ne kadar maaş aldığını bile bilmeyen, gündüz dışarı işleri, akşam ev işleriyle ömür geçiren kadınların hali içler acısı…

Modern köleliğin adına ekonomik özgürlük diyorlar… Zulmü süsleyip püsleyip kadına olmazsa olmaz gibi gösteriyorlar. Kadının fıtratına ters olan, bedenine ağır gelen işi yapmayanları aşağılıyor, kınıyorlar… “Evlerinizde oturun”, çünkü kadın en çok evine yakışır.

Evlerinizde oturun, zira kadın hassastır, kadın naziktir, çabuk incinir, çabuk kırılır, kolay hırpalanır kadın. En iyi Rabbi tanır onu. En çok Rabbi bilir kadının halini…

Mecburiyeti olmadığı halde her gün ardından ağlayan bir evlat bırakmamalı kadın.
Hem kariyer yapıp, hem iyi bir iş kadını,hem iyi bir anne olmak şüphesiz bir ütopya…

Madem Rabbi kimselere yakıştırmadığı görevi kadına layık görmüş, madem uçsuz bucaksız cenneti annelerin ayaklarının altına sermiş; Bundan daha fazlasını istemek niye?

Bir kadın ayrılınca evinden, Evler ağlar kadınların ardından. Bir çocuğun gözleri uzaklara mıhlanır. Anne dönene değin sevmeler öksüz kalır.

Bir kadın ayrılınca evinden. Evler ağlar usul usul derinden…”

Şimdi siz hakem olun yuvalarında mı olsunlar. Yoksa dışarıya mı dolsunlar ?

Ahzab Suresi Ayet: 33. “(Çoğu zaman, vakarla) evlerinizde oturun. Dışarıya da evvelki câhiliye zamanı/İslâm öncesi kadınlarının çıkışı gibi süslenip kendinizi teşhir ederek çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Allah, sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”.

Yazarın Diğer Yazıları