LAİKLİK KAVRAMI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Varol Yüksel
- 1642
TBMM Başkan'ı Sayın İsmail KAHRAMAN'ın yeni yapılacak anayasada "laiklik olmamalıdır" şeklindeki beyanatı gündeme adeta bomba gibi düştü.
Bu açıklama; kamuoyunun çeşitli kesimleri tarafından farklı biçimlerde yorumlanmaya sebep oldu. Modern denilebilecek yaşam tarzı sürenler ve hayatlarını dinin temel esasları üzerine kurgulamayalar, laiklik kavramını olmazsa olmaz olarak değerlendirerek bu fikre şiddete karşı çıktılar. Buna karşılık dindar kesim; laiklik kavramının yanlış uygulamasından kaynaklanan, dine ve dini değerlere yapılan baskı ve zülümlerden dolayı, anayasada bu manadaki laiklik anlayışının olmasını istemediklerini ifade eden açıklamalarda bulundular.
Uzun yıllar TSK'lerinde subay olarak vazife yapmış ve mevcut laiklik uygulamasından menfi manada etkilenmiş bir vatandaş olarak laiklik kavramı üzerine duygu ve düşüncelerimi ifade etme gereği hasıl olmuştur.
Laiklik; Batı ve Doğu rejimleri arasındaki farkın en belirgin bir şekilde ortaya çıkmasını sağlayan bir konu olmuştur. Doğu toplumlarına nazaran, Batı ülkelerindeki laiklik anlayışında kendi insanlarına sınırsız bir şekilde din ve vicdan hürriyeti sağlamanın yanı sıra inançlarını yaşamak isteyenlere de kısıtlayıcı bir müdahalede bulunmamıştır. Batı'daki laik devletler; dini inançların koruyucusu ve savunucusu olmuşlardır.
Laik Amerika Birleşik Devletlerinde Anayasa, devletin "bir din tesisiyle ilgili olarak veya herhangi bir dinin tatbikatına mani olan kanunların yapılmasını" yasaklamıştır. Günümüzde ABD; Ordu'larında din işleri subayı bulundurmakta, hastanelerinde din adamı istihdam etmekte, otel odalarına İncil konulmakta, hava alanlarında ve gemilerde kiliseler yapılmaktadır. Ayrıca bütün televizyon kanallarında pazar günleri kiliselerden naklen yayınlar yapılmaktadır. Batı, bu ve buna benzer uygulamalarıyla dini, hayatın içine katmaya, taze ve canlı tutmaya çalışmaktadır.
Oysa Türkiye'de, özellikle siyasi istikrarın tam olarak tesis edilemediği dönemlerde, yürütme erkini elinde bulunduranlar, laikliğin "dinsizlik" manasına gelmediğini ısrarla vurgulamalarına rağmen; uygulamada laiklik anlayışı, inançlar, vicdanlar ve dindar insanlar üzerinde adeta Demokles'in kılıcı gibi sallanıp durmuş ve büyük bir baskı unsuru olarak kullanılmıştır.
Laiklik ilkesinin ihlali gerekçe gösterilerek yapılan 28 Şubat postmodern darbesiyle;
- eşi başörtülü olduğu için ordudan atılan subay ve astsubaylar,
- başörtülü oldukları için lojmanlara girip çıkmakta zorlanan subay ve astsubay eşleri,
- oğlunun orduevinde yapılan düğününe başörtülü olduğu için en yakın akrabalarını aldıramamanın sıkıntısını çeken anne ve babalar,
- üniversiteye alınmayarak eğitim hakları engellenen gencecik kızlar,
- askerdeki oğlunun yemin merasimine alınmayan tesettürlü kadınlar ve sakallı erkekler,
- kamusal alan olduğu iddiasıyla hastaneye alınmayan yaşlı teyzeler,
- hastanede tedavi edilmekte iken tedavisi yarım bırakılarak, hastaneden çıkarılan ve adeta ölüme terk edilen bacılar...
hep laikliği dinsizlik manasında anlayan çarpık zihniyetin yanlış uygulamalarından kaynaklanan ve toplum hafızasında henüz tazeliğini yitirmemiş acı hatıralar olarak gözümüzün önündedir.
1924 Anayasasında; "Türkiye devletinin dini: din-i İslam'dır" denmekteydi. 1928 yılında bu ibare anayasadan çıkarılmıştır. Yapılan bu değişiklik dönemin devlet yöneticilerinin dine bakışını göstermesi açısında önemlidir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra devlet kademeli bir şekilde laikliğe geçmiştir. 1937 yılında CHP'nin laiklik ilkesi Anayasanın 2. maddesine dahil edilerek devletin temel niteliklerinden biri sayılmıştır. Ancak Laikliğin kasıtlı olarak tanımı yapılmamış ve İslamî inancı toplum vicdanlarından söküp almak amacıyla, Anayasadaki “Dini İslâm” yerine yabancı bir kavram olan laiklik terimi yerleştirilmiştir. Başka bir ifadeyle Anayasaya girdiği tarihten itibaren laiklik adeta devletin resmi dini olmuştur.
Bu dini (laikliği) benimsemeyen insanlar şayet inancını gönlüne bastıramamışsa, dinin vecibelerini günlük hayatına tatbik etmeye çalışmışsa, laikliğe aykırı hareket ediyor gerekçesiyle; "yobaz", "antilaik", "irticacı", " Atatürk düşmanı" vb. yaftalarla etiketlendirilmişler ve görevlerinden uzaklaştırılmışlardır.
Laiklik kavramının yukarıda ifade etmeye çalıştığım örneklerdeki gibi "dinsizlik" manasına gelebilecek, inançları baskı altına alan, dindarları ötekileştiren, dışlayan yanlış uygulanmaları dindarları her zaman tedirgin etmiştir.
Bu manadaki bir Laiklik kavramı: Temel insan haklarına aykırı olup, anti demokratik bir kuraldır. Yeni anayasada yer almamalıdır. Ayrıca yeni yapılacak anayasada; 1924 Anayasasında olduğu gibi "Türkiye devletinin dini: din-i İslam'dır" ibaresi yazılmalıdır.
Bütün inançlar, devletin koruması altında olmalıdır. İnançlar anayasa ve yasalarla korunmalı, inançlara yapılacak tüm müdahaleler yasalarla engellenmelidir.
%99'u Müslüman olan ülkemizde yeni yapılacak Anayasanın hiçbir maddesi ve hükmü, dinimizin kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'in hiç bir ayetine ters olmamalıdır. Bu hususun temini için, Yeni Anayasa Komisyonunun çalışmalarında, Diyanet İşleri Başkanlığından bir heyet de hazır bulunmalıdır.
Bütün bunlar nazar-ı itibara alındığında; TBMM Başkanımız Sn. İsmail KAHRAMAN’ın "laiklik yeni anayasada yer almamalıdır" düşüncesi, milletin duygularına tercüman olmuş, millet bu sayede rahat bir nefes alabilecek olmanın heyecanını duymuştur.
Bu anlayışla yapılacak bir anayasa; toplumun bütün katmanlarını kapsayacak adeta kuşatacaktır. Bu sayede yıllardır özlemini duyduğumuz millet ve devlet kaynaşmasına vesile olacak ve bu birliktelik de bir daha kopmamak üzere manevi zincirlerle birbirine bağlanacaktır.