FETULLAH GÜLEN'DEKİ MÜTHİŞ SAVRULMA: NEREDEN NEREYE, TUTABİLENE AŞK OLSUN…
Varol Yüksel
- 3911
FETULLAH GÜLEN’DEKİ MÜTHİŞ SAVRULMA: NEREDEN NEREYE, TUTABİLENE AŞK OLSUN…
Bir insanın; “omurgalıdır”, “şahsiyetlidir”, “esen rüzgâra göre eğilip bükülmez, savrulmaz”, “özüne, sözüne güvenilir, emin birisidir” diye sıfatlandırılmasını ve “istikrarlıdır” diye vasıflandırılmasını sağlayan “şartlara göre değişmeyen” bazı temel özelliklerinin var olmasındandır diye düşünüyorum.
Mesela; bir kanaat önderinin veya bir dava adamının yukarıda söz edildiği gibi nitelendirilmesinde en esaslı kriterlerden birisi; davasını kamuoyu ile paylaşmaya başladığı ilk günlerdeki: duygu, düşünce ve fikirlerini, toplumun meselelerine ışık tutan çözüm yollarını insanlarla buluşturmadan önce sergilediği duruşu, tavrı, insanlarla münasebet tarzı, meselelere yaklaşım biçimi, olayları yorumlama şekli, maddi ve manevi menfaatlere karşı gösterdiği reaksiyon gibi hususlarla; kamuoyu tarafından tanındığı, popüler hale geldiği yani başarılı olduğu dönemlerde bu konularda gösterdiği yaklaşım arasındaki farklılıkların ne kadar olduğu hususu çok önemlidir.
Yani başlangıçta sergilediği “ilkeli”, “omurgalı” ve “samimi” duruşla; daha sonra sergilediği /sergileyebildiği duruşun birbiri ile örtüşmesi veya birbirine yakınlığı oranında toplum tarafından hüsn-ü kabul görür en azından; “şımarmadı”, “eğilip bükülmedi”, “adam gibi adam” veya “güç zehirlenmesine uğramadı” diye nitelendirilmesine zemin hazırlar.
Fetullah Gülen ortaya çıktığı ilk günlerde, kamuoyunun çoğunluğu tarafından; “alçak gönüllü”, “insan haklarına saygılı”, “devlet ve millet sevdalısı”, “milli, yerli ve özgür” ve “her bakımdan diğer insanlara örnek olma yolunda ilerleyen” bir şahsiyet olarak algılandı. Ayrıca sosyal medya, televizyon, gazete ve diğer iletişim kanallarında son derece bilinçli yapılan çalışmalar neticesinde böyle bir algının yerleşmesi için her türlü zemin hazırlandı. Bu mananın kamuoyunda genel kabul görmesi için; toplum mühendisliğinin en ileri teknikleri ustalıkla kullanıldı.
Fetullah Gülen; ülkesini terk edip, başka ülkeleri mesken tuttuğunda, görünürde bir başarı kazandığı hissine kapılınca o mazide kalan örnek olabilme vasfını ne derece koruyabilmiştir? Mazide söylediği ilkelere ne ölçüde sadık kalabilmiştir? Yoksa yabancı devletlerin ve yabancı istihbarat servislerinin güdümüne girerek, adeta bir “güç zehirlemesine uğrayarak”; devletine, devlet adamlarına, milletine, milletinin milli ve manevi değerlerine savaş mı açmıştır?
İşte kamuoyunu önüne çıkan bir dava adamının hakiki manasını en güzel bir şekilde ortaya çıkmasını sağlayacak en sağlam kriterlerden birisi bu olsa gerektir.
Bu kritere tam manasıyla uyan, ilkeli duruşuyla ayakta kalan, güç odaklarının direktiflerine göre yön değiştirmeden başlangıçta belirlediği hedefe bir milim bile sapmadan yürüyen başta peygamberler olmak üzere pek çok insanın örnek hayat hikâyelerine tarihin tozlu sayfaları şahittir. Yakın geçmişimizde bizim neslin de yakından şahit olduğu gibi; rüzgârın estiği yöne göre savrulan insanları da hepimiz görmüşüzdür. Bunun en güzel misal olarak; “Dün, dündür, bugün bugündür” sözü hatıralarımızda hala canlı yerini muhafaza etmektedir.
Bu konuya ışık tutması açısından: Hüseyin GÜLERCE’nin; “Kirli Hesaplar Çarşısı” isimli kitabından bazı kısımları ibretli nazarlarınıza sunmak istiyorum. (sayfa: 304-305)
Fetullah GÜLEN, 16 Nisan 2001 tarihli Aksiyon dergisinde yayınlanan yazısında; “Devletin temel unsurları mevzuunda da ulu orta konuşulmaması gerektiğine inanırım. Milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı gibi devleti temsil eden insanlarla ilgili her sözün çok iyi tartılıp sonra söylenmesi taraftarıyım. Bana göre, herkese saygılı davranılmalı, her insanın onur ve haysiyeti korunmalı ve hiç kimse tahkir edilmemelidir; ama milletin önünde bulunan ve özel bir konumu olan insanların izzet ve şerefleri hakkında çok daha hassas olunmalı, onlara karşı daha bir saygılı davranılmalıdır. Çünkü o insanları hafife almak ve onurlarını rencide etmek sadece bir şahsın haysiyetine dokunmakla sınırlı kalmaz; temsil ettikleri müesseselerin de itibarlarını zedeler. Onlara saygı ise; aynı zamanda temsil ettikleri kurumlara ve topluluklara hürmet manasına gelir.
Dahası, senelerden beri bana çok kötülük yapan kimselerin çalıp çırptıklarını, fuhuş yaptıklarını, değişik günahlar irtikâp ettiklerini öğrensem, o cürümlerini açığa vurmayı, onları ailelerine karşı mahcup etmeyi ve çoluk çocuklarının önünde rezil duruma düşürmeyi düşünmüyorum/düşünemiyorum. Zira İslam’da insanların ayıplarını faş etme diye bir vazife yoktur.
Bizim vazifelerimiz arasında ve mehasin-i ahlak kuralları içinde insanların kusurlarını araştırma, onları deşifre etme ve insanları mahcup duruma düşürme diye bir madde yoktur. Aksine, hata ve kusur avcılığı yapma, günahları açığa vurma ve insanları tahkir etme dinimizde ahlaksız sayılmıştır.
Dolayısıyla, bazı milletvekilleri, bakanlar, kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanı gibi rical-i devlet aleyhinde yapılan yayınları, daha doğrusu saldırıları çok alçaltıcı, onur kırıcı, yakışıksız ve sevimsiz buluyorum.” şeklinde ifade edilen görüşlere katılmamak mümkün mü?
Fetullah GÜLEN; “bütün siyasilere, milletvekillerine saygılı olmak gerekir. Onlar bir kitleyi temsil ediyor. Kendilerine oy vermiş 50 bin-100 bin insanı temsil ediyor” demişti haklı olarak.
Yukarıdaki satırlarda ifade edilen sözleri söyleyen Fetullah GÜLEN; kendisine oy veren 20 milyon 541 bin 254 insanı temsil eden, halkın çoğunluğunun oyu ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a; “yezid”, “nemrut”, “firavun” , “zalim Haccac”, “münafık”, “tiran”, “deccal” demekte hiç bir mahzur görmemiştir.
Fetullah GÜLEN; “vazifelerimiz arasında içinde insanların kusurlarını araştırma, onları deşifre etme ve insanları mahcup duruma düşürme yoktur. Aksine, hata ve kusur avcılığı yapma, günahları açığa vurma ve insanları tahkir etme dinimizde ahlaksız sayılmıştır” şeklinde söylemesine rağmen; Hüseyin GÜLERCE’nin “Kirli Hesaplar Çarşısı” kitabının 99’ncu sayfasında belirttiği gibi; “Fethullah Gülen, Tayyip Beyin 100 tane ihanetini tespit ettiğini bildiriyor.”
Bu konu ile alakalı Hüseyin GÜLERCE’nin sorduğu soruları yenilemekte fayda var.
1. Fetullah GÜLEN, kendisini hangi konumda görüyor ki; Türkiye Başbakanı’nın ihanetleri için çetele tutuyor? Türkiye Başbakanı hakkında ancak yabancı istihbarat servisleri bilgi toplayabilir. Başbakanın çalışma ofisine böcek koyup dinleme yapanlar kimler o zaman? Bunların Gülen'le irtibatı var mı?
2. Türkiye Başbakanının 100 tane ihanetini tespit edecek hangi bilgilere sahip? Bu bilgiler kimden geliyor? Bu bilgilerin sağlık ve doğruluk derecesi nedir?
3. Bir din âlimi nasıl olur da haftada 3 gün dini sohbet yaparken Türkiye’nin Başbakanının ihanetlerini tespit etmekle uğraşıyor? Bu merakın sebebi nedir? Bu zatın başka işi yok mu?
4. Gülen’in kendisine Türkiye’nin Başbakanı hakkında gizli bilgileri getiren insanlarla nasıl ve neden bir bağlantısı var?
5. Gülen; “ben o polislerin, savcıların, hakimlerin binde birini tanımam” diyor. Pensilvanya’da oturduğu yerden 100 tane ihaneti kimlerin iletmesi ile tespit ediyor?
Konu ile yakında alakalı şu hususu da ben eklemeliyim. Dönemin emniyet yetkilileri; “o dönemde yapılan dinlemelerin emniyetin envanterinde bulunan cihazlarla yapılması mümkün değildi” şeklindeki değerlendirme ve tespitleriyle bu hareketin: ”yerli”, “milli” ve “özgür” olma özelliğini çoktan kaybettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Zaten “yerli”, “milli” ve “özgür” olma özelliklerini muhafaza edemeyen bir hareketin dış güçler tarafından kontrol altına alınması çok kolay olacağı gibi esen rüzgâra göre savrulması kaçınılmaz olur. Bu durumdaki bir hareketin; milletin milli ve manevi değerleriyle bağdaşır hareket etmesi de asla beklenemez.