Saadet lideri Kamalak iddialı: Bakın o barajlar nasıl yıkılıyor!

Saadet Partisi Genel Başkanı MustafaKamalak, 'Siz ilinizde, bölgenizde Saadet Partili adaylara seçilecek kadar oy verin, Allah'ın izniyle seçim barajını bana bırakın. Bakın, o barajlar nasıl yıkılıyor' dedi.

Kamalak, Ankara Spor Salonu'nda partisinin seçim bildirgesi ile milletvekili aday tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, 1 Kasım'ın tarihi bir fırsat olduğunu, bu tarihte bu oyunu bozacaklarını ve bu figüranları sahneden indireceklerini söyledi.

"Çünkü denenmiş olan, denenmez. 7 Haziran'da denedik, gördük. Saadet Partisiz olmuyor, olmuyor, olmuyor. Yan yana da dursalar, üst üste de konsalar bunlar, bu işi beceremezler" diyen Kamalak, partisinin hükümette olduğu dönemde gerçekleştirdiği hizmetlere ilişkin bilgiler verdi.

Terör olaylarına değinen Kamalak, "Ağrı, Van, Batman, Hakkari, Şırnak'ta başlatılan gaflet yangınının, devlet mitingi ile İstanbul'da söndürülmek istendiği"ni savundu.

AK Parti'nin seçim meydanlarına çıkıp istikrardan bahsettiğini ve oy istendiğini anlatan Kamalak, bu ülkenin gördüğü en korkunç istikrarsız iktidarın, AK Parti iktidarı olduğunu savundu.

Türkiye'de bir istikrar sorunu varsa, bu sorunun kaynağının bizzat AK Parti iktidarı olduğunu iddia eden Kamalak, "Bunların kendilerinde istikrar olmadığı için milletten istikrar istiyorlar" dedi.

AK Parti'nin asıl derdinin Saadet Partisi ile olduğunu öne süren Mustafa Kamalak, şöyle devam etti:

"Bu yüzden, davasını satmış bir kısım zavallılar, hatta yakalarına Saadet Partisi rozeti takarak size gelecekler, yine istikrardan bahsedip, 'Sakın ha oyunu Saadet'e verme, oyun CHP'ye veya HDP'ye veya boşa gider' diyecekler. Neden? Çünkü baraj var. Be zavallı, sen kimi kandırıyorsun? AK Parti'ye verilen oylar, AK Parti'ye gider. CHP'ye verilen oylar CHP'ye gidiyor. HDP'ye verilen oylar HDP'ye gidiyor da Saadet Partisi'ne verilen oylar nasıl oluyor da başka partilere veya boşa gidiyor?"

Kamalak, "Siz ilinizde, bölgenizde Saadet Partili adaylara seçilecek kadar oy verin, Allah'ın izniyle seçim barajını bana bırakın. Bakın, o barajlar nasıl yıkılıyor" ifadesini kullandı.

Seçilecek kadar oy alan adaylar için Anayasa'ya göre 'baraj' diye bir şey olmadığını belirten Kamalak, Anayasa'nın 148. maddesinin 3. fıkrasına dikkati çekerek, "Buna göre bir aday milletvekili seçilecek kadar, diyelim 40 bin oy almıştır. Ancak partisi yüzde 10'luk genel barajı aşamamıştır. Bu yüzden, kendisine milletvekili mazbatası verilmemiştir. Buna karşılık kendisinden daha az oy alan, misalen 30 bin oy toplayan diğer bir aday sırf partisi yüzde 10'luk barajı geçtiği için milletvekili seçilmiş sayılacaktır. 40 bin oy alan aday bakımından bir hak ihlalinin olduğu hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açıktır. İşte Anayasa Mahkemesi, daha çok oy aldığı halde, mazbatası başkasına verilen aday bakımından bir hak ihlalinin olduğunu tespit edecek ve mazbatanın hak sahibine verilmesini sağlayacaktır" diye konuştu.

                         

SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI

SAADET PARTİSİ GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA KAMALAK’IN KONUŞMASININ TAM METNİ

 

 

Çok aziz ve muhterem Milli Görüşçüler,

Hakkın ve adaletin tesisi için gece gündüz çalışan Dava Kardeşlerim, hoş geldiniz.

Makama, mevkiye, şan ve şöhrete esir olmayanlar, hoş geldiniz.

Erzurum’un dadaşları, Elazığ’ın, Sivas’ın Diyarbakır’ın gardaşları hoş geldiniz.

Ege’nin efeleri, zeybekleri, Karadeniz’in yiğitleri hoş geldiniz.

Kahramanmaraş’ın Sütçü İmam’ları, Gaziantep’in Şehit Kamilleri, Şahin Beyleri hoş geldiniz.

Başları dik, yürekleri mümbit, Anadolu’nun yiğit kadınları, yiğit delikanlıları hoş geldiniz.

Hayat iman ve cihattır diyen mücahitler, mücahideler, hoş geldiniz.

Can kardeşlerim, Ayşeler, Fatmalar, Hasanlar, Hüseyinler, hoş geldiniz.

HOŞGELDİNİZ ŞEREFLER VERDİNİZ.

 DEĞERLİ KARDEŞLERİM…

Sözlerime bir Fatiha istirhamıyla başlamak istiyorum. Çünkü bu gün iki eksiğimiz var. İki arkadaşımız, iki kardeşimiz bu toplantıya gelemedi.

Gelemedi kelimesini özellikle vurguluyorum. Allah rahmet eylesin, Erbakan Hocamız bir toplantı düzenlemişti. Yoklama yapılıyordu. Bir ismi sordu; “gelmedi” dediler. Hocamız döndü, “Gelmedi değil gelemedi”

Çünkü bizim insanımız, çok önemli bir mazereti yoksa mutlaka gelir.

Hepinizin bildiği gibi Genel İdare Kurulu üyemiz, Manisa milletvekili adayımız Cemil Bağcı bey kardeşimizi, kurban bayramında Rabbi’ne uğurladık.

Kendisi sizler gibi, Milli Görüş davasının yiğit kahramanlarından biriydi. Milli Selamet Partisi ilçe başkanı olarak başladığı bu kutlu yürüyüşü, Refah Partisi, Fazilet Partisi ve en son da Saadet Partisi ile sürdürdü.

Gelemeyen diğer kardeşimiz ise Anadolu Gençlik Derneği’nden bir fidanımız. Abdullah Şahin kardeşimiz. Henüz 25 yaşındaydı, Bolu’daki bir gençlik programından dönerken şehid oldu. Arkadaşlar söyledi: Ailesi kendisine bir kurumda iş bulduğunda demiş ki, “Bu işe girersem Cihad’taki görevimden geri kalırım”

Şahidiz, o da cihat yolunda can verdi.

Cenab-ı Allah kendilerine gani gani rahmet etsin. Bizleri cennetinde buluştursun.

Bu vesileyle merhum liderimiz Erbakan hocamız, Cemil Bağcı ve Abdullah Şahin kardeşlerimiz başta olmak üzere, ahirete irtihal etmiş olan bütün dava büyüklerimize, arkadaşlarımıza, kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, ruhları için birer Fatiha istirham ediyorum.

Kutlu yürüyüş devam ediyor.

Bugün 4 Ekim 2015

Ekim ayı Milli Görüş tarihi açısından hep bir milat, hep bir başlangıç olmuştur. Ekim ayı, Milli Görüş hareketinin ilk tohumlarının ruhlara düştüğü, ilk çiçeklerinin gönüllerde açtığı, ilk filizlerinin kalplerde yeşerdiği aydır. 

Nitekim Merhum Liderimiz Prof. Dr. Necmettin Erbakan ilk bağımsızlar hareketini 14 Ekim 1969’da başlatmıştı.

 Yine Türk siyasetinin en etkili partisi olan Milli Selamet Partisi 11 Ekim 1972 tarihinde kurulmuş, 14 Ekim 1973’de yapılan seçimde 48 milletvekiliyle parlamentoya girmişti.

 İşte bugün 46 yıl önce yaptığımız gibi, yine bir ekim ayında besmelemizi çekiyor, kollarımızı sıvıyor ve işe koyuluyoruz.

Türkiye’mizin kalbi Ankara’da, Türkiye’nin bu en büyük salonunda, mazlumlara umut, zalimlere korku salan bir coşkuyla aday tanıtım şölenimizi gerçekleştiriyoruz. 

Hayırlı ve mübarek olsun.

Şundan emin olunuz: Nasıl ki, 1969’un ekimi,   maddi ve manevi kalkınmanın, yerli ve milli duruşun başlangıcı olduysa, 2015’in 4 Ekimi de inşallah Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünyanın ilk adımı olacaktır.

 

İşte bu şuurla 1 Kasım seçimlerine gidiyoruz. Türkiye’yi içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtaracak kadroları milletimizle buluşturuyoruz.

Hepinizin bildiği gibi, 7 Haziran seçimlerinden bu yana milletçe bir tiyatro izledik.

Başrolünü AKP’nin oynadığı, figüranlıklarını ise diğer partilerin üstlendiği bu tiyatronun maliyeti maalesef ülkemiz için çok ağır oldu.

Her gün ocaklarımıza ateş, yüreklerimize acı düşerken, gencecik fidanlarımızı toprağa verirken, koskoca bir ülke, taht oyunlarına kurban edildi.

“Akan kanı nasıl önleriz, ülkede huzuru, barış ve kardeşliği nasıl sağlarız?” diye kafa yorması gerekenler, tam tersine, “Oylarımızı nasıl arttırabilirizin” telaşına düştü.

Ülke kaynakları siyasi ihtiraslar uğruna heba edilirken,

- Binlerce insanımız işsiz kalırken,

- On binlerce esnafımız kepenk kapatırken,

- Dış borç dağ gibi yükselirken, çalışan tek şey milletvekillerinin maaşları oldu.

İşte 1 Kasım tarihi bir fırsattır.

1 Kasım’da bu oyunu bozacak, bu figüranları sahneden indireceğiz.

Çünkü denenmiş olan, denenmez.

7 Haziran’da denedik, gördük.

Saadet Partisiz olmuyor, olmuyor, olmuyor.

Yanyana da dursalar, üstüste de konsalar bunlar, bu işi beceremezler.

Zira Devlet yönetimi çoluk çocuk işi değildir.

Çünkü Devlet yönetimi, basiret ister, feraset ister, vizyon ister, tecrübe ister.

Çünkü bu işler aşk işidir, heyecan işidir, inanç işidir, iman işidir.

İman varsa imkân vardır.

Nasıl mı?

Hatırlayın, biz 1974 yılında MSP olarak Parlamento’ya girdiğimizde oyumuz sadece yüzde 11’di. O yüzde 11 oyla Hükümeti kurduk, Cumhuriyet tarihinin en büyük zaferini gerçekleştirdik, Kıbrıs Barış Harekâtını yaptık.  Türkiye’de ağır sanayi hamlesini başlattık. Anadolu’yu fabrikalarla donattık. Yıllardır sata sata bitiremedikleri fabrikalar bizim eserimizdir.

Başka?

 Biz, 1996’da, Refahyol Hükümetini kurduğumuzda da oyumuz yüzde 21 ‘di.

O yüzde 21 oyla yine hükümeti kurduk. Türkiye’nin son 100 yıldaki en büyük dış politika hamlesi olan D-8’leri gerçekleştirdik.

Kamu gelirlerini bir tek hesapta topladık. Havuz sistemini oluşturduk. İşçiye, memura ve emekliye ilk çırpıda % 50 zam verdik. Esnafın yüzünü güldürdük. Denk bütçe yaptık. Eşel-mobil sistemini uyguladık.

İşte Hükümet böyle kurulur!

Milletin iradesine böyle sahip çıkılır.

İşte aşk budur. İşte vatan sevgisi budur.

İşte tekeden süt böyle çıkarılır.

Biz bu yüzden, en başından beri açık ve net olarak şunu söylüyoruz; Milli Görüş’ün yer almadığı hiçbir Meclis bu ülkenin sorunlarına çare olamaz. Saadet Partisinin içinde yer almadığı bir Meclis milletin hiçbir derdine deva bulamaz.

Ondan al üç milletvekili,  öbürüne ekle beş milletvekili. Hiçbir şey değişmez. Nitekim değişmemiştir. 

Saadet Partisi bir yana, diğerleri bir yana.

Bu yüzden diyoruz ki Aziz Milletim;

Eğer kendi ikbalini değil, Memleketin istikbalini düşünen bir Meclis istiyorsan tek çare Saadet Partisidir.

Hesabın değil hasbiliğin, öfkenin değil, aklıselimin hâkim olduğu bir Meclis istiyorsan tek çare Saadet Partisidir.

 

 

 Basiret, feraset ve dirayet sahibi bir Meclis istiyorsan tek çare Saadet Partisidir.

Gücün değil, yalnız ve yalnız hakkın karşısında eğilen bir Meclis istiyorsan tek çare Saadet Partisidir.

Beytülmale sahip çıkan, fakir fukaranın, garip gurabanın hakkını gözeten bir Meclis istiyorsan yine tek çare Saadet Partisidir.

Barış ve kardeşlik yurdu bir Türkiye istiyorsan gene tek çare Saadet Partisidir.

Çünkü Saadet Partisi;

- Türkiye için bir pusula,

- İslam Âlemi için bir rehber ve

- Tüm insanlık için ise reçetedir.

 

Açık söylüyorum. 7 Haziran’da bunlara verilen oylar boşa gitmiştir.

Ülke adına, millet lehine hiçbir şey yapmamışlardır.

Zaten yapmaları da mümkün değildi.

Çünkü hiçbirinde o öz, o ruh, o cevher yoktur. Bu durumu bildiğimiz içindir ki biz, 7 Haziran’dan önce “Saadet Partisi’nin yer almadığı bir Meclis bu ülkenin hiçbir problemini çözemez. Aziz Milletimizin hiçbir derdine deva olamaz” demiştik.

Soruyorum: Ülke’nin hangi problemi çözüldü?

Ağrı’da, Van’da, Batman’da, Hakkâri’de, Şırnak’ta başlattıkları gaflet yangınını, Devlet mitingi ile İstanbul’da söndürmek hiç mümkün mü?

Mümkünse şehit cenazeleri niçin artarak gelmeye devam ediyor?

 

Gaflet ile hıyanet arasında sadece niyet farkı vardır. Sonuç ise aynı!

Bu gerçeğe rağmen şimdi Ak Parti istikrardan bahsediyor. 

İstikrar istiyorsanız Ak Partiye oy verin diyor.

İstikrara bir diyeceğimiz yok.

Ama nasıl bir istikrar?

Allah aşkına hangi istikrar?

Neyin istikrarı?

Bu ülkenin gördüğü en korkunç istikrar Ak Parti iktidarında yaşanmadı mı?

Bir dediği diğerini tutmayan iktidar Ak Parti iktidarı değil mi?

Örnek mi istiyorsunuz. Say say bitmez.

17 Aralık operasyonlarına kadar en büyük Cemaatçi Ak Parti iktidarı değil miydi?

Sonra “Kandırıldık, safmışız” diyenler yine Ak Partinin önde gelenleri değil mi? Bugün en büyük Cemaat düşmanı kesilen yine Ak Parti İktidarı değil mi?

“Esad’a kardeşim” diyen. “Ortak bakanlar kurulu” toplayan, Esad’ı saraylarda ağırlayan Ak Parti iktidarı değil miydi?

Sonra çıkıp, “Kandırıldık, safmışız” diyen ve “En büyük Esad düşmanı” kesilen yine Ak Parti iktidarı değil mi?

Ergenekon, Balyoz operasyonları başladı. En büyük demokrat kesildiler. Yakaladıkları subayları “terörist” diye içeri attılar. Bu ülkenin Genelkurmay Başkanını bile “terörist” diye ömür boyu hapisle yargıladılar.

Sonra “Milli orduya, askere kumpas kurulmuş, kandırılmışız, safmışız” diyenler Ak Parti iktidarı değil mi?

“Çözüm süreci” diyenler “Oslo’da masalar” kuranlar, “Dolmabahçe mutabakatları” imzalayanlar Ak Parti iktidarı değil mi?

Keza ülkeyi çözülmenin eşiğine getiren Ak Parti iktidarı değil mi?

Siz neyin istikrarından bahsediyorsunuz?

“Oğlumu, sizin beslediğiniz PKK’lı askerleriniz öldürdü!” diyen annenin feryadına kulak veriniz.

Bu ülkede bir istikrar sorunu varsa bu sorunun kaynağı bizzat Ak Parti iktidarı değil mi?

Ama asıl dertleri bizimle. Bu yüzden, idealini terk etmiş, davasını satmış, mide düşkünü bir kısım zavallılar, yakalarına Saadet Partisi rozeti takarak size gelecekler,  yine “İstikrar”dan bahsedip,  “Biz de Saadetçiyiz ama bu defa sakın ha oyunu Saadet’e verme,  oyun CHP’ye, HDP’ye veya boşa gider” diyecekler.

Neden? Çünkü baraj var!

Be zavallı! Sen kimi kandırıyorsun?

Ak Parti’ ye verilen oylar Ak Partiye gidiyor.

CHP’ye verilen oylar CHP’ye gidiyor.

HDP’ye verilen oylar HDP’ye gidiyor da Saadet Partisi’ne verilen oylar nasıl oluyor da başka partilere veya boşa gidiyor?

Buradan sesleniyorum.  Ben demekten Allah’a sığınırım ama konu anlaşılsın diye böyle söylüyorum. Bakın ben Anayasa Profesörüyüm.

Anayasa Mahkemesi’nden 50’den fazla iptal kararı çıkartmış bir adamım. Merhum Erbakan hocamız âcizane bendenizi,  “Hükümet deviren, Parti başkanı düşüren adam” diye tanıtırdı.

1996 yılında Anayasa’ya aykırı olduğu için, hukuk yoluyla Anayol Hükümeti’nin güven oylamasını iptal ettirmiş, Refah kadroları olarak, önümüze konan engeli el birliği ile aşmış, Anayol hükümetini düşürmüştük. Böylece merhum Hoca’mız için Başbakanlık yolunu açmıştık.

Şimdi milletime sesleniyorum. Siz, ilinizde, bölgenizde Saadet Partili adaylara seçilecek kadar oy verin, Allah’ın izniyle seçim barajını bize bırakın. Bakın, o barajlar nasıl yıkılıyor.

Hükümet deviren kadroların yanında, bu sefer de hükümet kuran kadroları görün.

 

 “Bireysel Başvuru”dan bahsediyorum.

Seçilecek kadar oy alan adaylar için Anayasa’mıza göre “baraj” diye bir şey yoktur.

Çünkü Anayasa’mızın 148.maddesinin 3.fıkrasına göre;

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

Buna göre bir aday milletvekili seçilecek kadar, diyelim 40 bin oy almıştır. Ancak partisi %10’luk barajı aşamamıştır. Bu yüzden, kendisine milletvekili mazbatası verilmemiştir.

Buna karşılık kendisinden daha az oy alan, misalen 30 bin oy toplayan diğer bir aday sırf partisi %10’luk barajı geçtiği için milletvekili seçilmiş sayılacaktır.

Bu durumda 40 bin oy alan aday bakımından bir hak ihlalinin olduğu hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek kadar açıktır.

İşte Anayasa Mahkemesi, daha çok oy aldığı halde, mazbatası başkasına verilen aday bakımından tıpkı Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi bir hak ihlalinin olup olmadığını tespit edecek ve mazbatanın hak sahibine verilmesini sağlayacaktır.

 

Kaldı ki insan olarak,

- İlk vazifemiz, temizlerle, doğrularla, sadıklarla beraber olmaktır.

Öyle değil mi ey kalbinin sesini dinleyen vicdan sahibi kardeşlerim?

-  İkinci vazifemiz, emaneti ehline vermektir.

Öyle değil mi ey akıl sahibi candaşlarım?

- Üçüncü olarak, bir kötülük gördüğümüz zaman, onu bizzat düzeltmemiz gerekir. Buna gücümüz yetmiyorsa kalbimizden bu’z ederiz. Çünkü bir kötülüğe vesile olanlar, onu görmezden gelenler için, o kötülükten, o günahtan bir pay ayrılır.

Öyle değil mi muhterem hacılarımız, hocalarımız.

- Nihayet dördüncü olarak, oy vermek onay vermektir. Oy verdiğin kimsenin icraatlarına, günah ve sevaplarına iştirak etmektir.

Öyle değil mi sevgili vatandaşlarım?

 

Son yıllarda o kadar çok şey kaybettik ki.

Zamanımızı kaybettik,

Kardeşliğimizi kaybettik.

Gençliğimizi kaybettik.

Umudumuzu kaybettik.

 

Allah korusun, biraz daha geç kalırsak ülkemizi kaybetmekle karşı karşıya kalırız.

Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, artık kaybetmeye tahammülümüz yok.

Çünkü Anadolu tarih boyunca hep mazlumlar için sakin bir liman, güvenli bir sığınak olmuştur.

Hatırlayın, 1989 yılında Bulgaristan’lı kardeşlerimiz zulme uğradılar, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.

1995 yılında Bosna’lı kardeşlerimiz zulme uğradı, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.

2000 yılında Irak’lı kardeşlerimiz zulme uğradı, Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.

Hatta 1492 yılında kral Ferdinand’ın zulmüne uğrayan İspanya Yahudileri bile Anadolu’ya koştular. Türkiye’ye sığındılar.

Şimdi Libyalı, Yemenli, Iraklı, Suriye’li kardeşlerimiz zulme uğruyorlar ve yine Anadolu’ya koşuyorlar.

Bunu niye söylüyorum?

Burası son kaledir.

Türkiye son sığınaktır.

Bu vatan bölünürse, bu topraklar parçalanırsa, kardeş kavgasına tutuşursa, bizim gidebilecek hiçbir yerimiz yok.

Biz düşersek bütün mazlumlar düşecektir.

 

İşte bugün karşı karşıya bulunduğumuz terör belası da, bu son kaleyi içerden yıkma planının bir parçasıdır.

Bu vesileyle teröre kurban verdiğimiz tüm şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Kederli ailelerinin acılarını yürekten paylaşıyorum.

Evet, Küresel emperyalistler, Çanakkale’de tankla, tüfekle yapamadıklarını şimdi içeride kardeş kavgası çıkarmak suretiyle yapmaya çalışıyorlar.

Mertçe yapamadıklarını, kalleşçe yapmaya kalkışıyorlar.

Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikenin daha iyi anlaşılması için birkaç rakam vermek istiyorum.

Resmi kayıtlara göre son 30 yılda terör belasına kurban verdiğimiz insan sayısı 50 binin üzerindedir.

Bu rakam, I. Dünya Savaşı hariç, Türkiye'nin son 100 yılda girdiği tüm savaşlarda kaybettiği insan sayısından kat be kat daha fazladır.

Yine son 30 yılda terör belası yüzünden savunma harcamalarına ayrılan kaynak, her yıl, ortalama 15 milyar dolardır. Bu da en kaba hesapla 450 milyar dolar eder.

Bu 450 milyar dolarla bırakın yolu, köprüyü, Marmaray’ı, yeni baştan bir Türkiye kurulurdu.

Ama maalesef halkın refahı için kullanılabilecek bu imkân tam tersine, hem Kürt, hem de Türk halkının cebinden gitmiş ve daha da fakirleşmemize neden olmuştur.

Yani kaybeden biziz.

Türkler olarak kaybediyoruz

Kürtler olarak kaybediyoruz.

Millet olarak kaybediyoruz, ülke olarak kaybediyoruz.

Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle, Alevisi, Sünnisiyle topyekün İslam âlemi olarak kaybediyoruz.

Peki, kazanan kim?

Bunu anlamak için sadece İsrail’in haritasına bakmak yeterlidir.

1948 yılından bu yana İslam ülkeleri birer birer parçalanıp küçülürken, haritadaki yeri büyüyen, sınırları genişleyen tek ülke işgalci İsrail’dir.

Hep söyledim, yine söylüyorum. Biz, her gün Kürtçe, Türkçe, ağıtlar yakarken, birileri Londra’daki, Washington’daki, Tel Aviv’deki şatolarında viskilerini yudumlayarak İngilizce zafer şarkıları söylüyorlar.

 

Bütün bu gelişmeler göstermektedir ki, Türkiye’nin, Saadet Partisi’nin basiret, feraset ve dirayetine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Çünkü her ne pahasına olursa olsun hakkı haykıran, doğruyu söyleyen tek hareket Milli Görüş ve Milli Görüş’ün tek temsilcisi olan Saadet Partisidir.

Mesela, bundan 12 yıl önce Irak’ı Saddam gibi bir diktatörden kurtarıp Irak halkını özgürlüğe kavuşturacaklardı.

Bir tek biz karşı çıktık. “Hayır, bu büyük bir yalan.” dedik. “Bunların asıl amacı Irak’ı işgal etmek, bölüp parçalamak” dedik.

Bunu dedik diye Saddamcı olduk!

Bundan 4 yıl önce bu sefer Kaddafi’yi devirip Libya’ya demokrasi getireceklerdi!

Yine biz yalnız biz karşı çıktık. “Yalan” diye haykırdık.  “Asıl amaç bir İslam ülkesini daha kana ve gözyaşına boğmak” dedik.

Bunu dedik diye Kaddafici! olduk. Diktatörcülükle suçlandık.

Sonra Esad’ı devirip, Suriye’ye demokrasi getirmeye karar verdiler!

Yine biz karşı çıktık. “Aynı yalanı söylüyor, yine aynı oyunu oynuyorlar” dedik. Bu kanlı planı engellemek için her şeyi göze alıp Şam’a gittik.

Bu sefer de “Esedcilikle” suçlandık.

Kısacası, olmadığımız, suçlanmadığımız bir şey kalmadı.

Balyoz’cu olduk, Ergenekoncu olduk, Paralelci olduk.

Ama Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun, peki sonuç ne oldu?

Maalesef hep biz haklı çıktık.

Ak Parti iktidarının desteği ile;

Paramparça olmuş bir Irak,

Paramparça olmuş bir Libya,

Paramparça olmuş bir Suriye…

Bundan 4 yıl önce, dünyanın hiçbir ülkesinde işçi olarak çalışan bir tane Libyalı bulamazdınız. Şimdi plastik botlarla ülkelerinden kaçmaya çalışırken bebekleriyle beraber can veriyorlar.

Ak Parti’nin basiretsizliği yüzünden, İslam coğrafyasında tarihin en büyük mülteci dramı yaşanıyor.

Akdeniz’in sularında son bulan hayatlar ya Suriyeli, ya Libyalı, ya da Iraklı. 

Keşke biz haksız çıksaydık da, hayatları Akdeniz’in, Ege’nin sularında son bulan o bebekler ölmeseydi.

Keşke biz haksız çıksaydık da, Libya paramparça edilmeseydi.

Keşke biz haksız çıksaydık da Suriye’de 300 bin kardeşimiz ölmeseydi. Üç milyon insan yerini yurdunu terk edip İstanbul’un, Ankara’nın sokaklarında dilenmek zorunda kalmasaydı.

Bu vesileyle yine uyarıyoruz. Bir kez daha kardeşlik vazifemizi yapıyoruz.

Ne derlerse desinler, hangi yakıştırmayı yaparlarsa yapsınlar, ister şucu, ister bucu desinler; Milletimiz ve tarih önünde bir kez daha gerçekleri haykırıyor ve sesleniyoruz:

KOBANİ, KANDİL, IŞİD, PKK, PYD, hepsi “Büyük Plan”ın “Küçük Parçaları”dır. 

Asıl proje“Büyük Ortadoğu Projesi”dir, asıl plan, Büyük İsrail Planıdır.

Bundan 100 yıl önce, Osmanlı imparatorluğu parçalanmış, Hilafet yok edilmiş, Müslümanlar bir tespihin taneleri gibi, darmadağın edilmişti. Ve bu parçalanmışlığın ardından 1948 yılında Filistin’de işgalci İsrail Devleti kurulmuştu.

Aynı oyun bugün yeniden oynanıyor. Zaten bölünmüş bir coğrafya daha da bölünerek, “mikro devletçikler”, “kabile devletçikleri” kurulmak isteniyor.

 

İslam ümmeti, “Kürt, Türk, Şii, Sunni, Arap, Acem” gibi her türlü etnik ve mezhebi farklılıklarla tahrik edilerek birbirine düşürülmek isteniyor.

 

 

 Büyük İsrail Planı’nın nihai hedefi ise Türkiye’dir.

Türkiye’nin parçalanmasıdır. Türkiye bölünüp parçalansın ki “Arz-ı Mev’ud’u” içine alacak biçimde Büyük İsrail Devleti kurulabilsin.

Düşen, bölünen her İslam ülkesi İsrail’in bu hedefe biraz daha yaklaştığını göstermektedir.

Bu büyük oyuna karşı her zamankinden daha fazla dikkatli olmalıyız.

Milli birlik ve beraberliğimize sahip çıkmaklıyız.

Bu yangını söndürmek, bu ateşi dindirmek, akan şehit kanlarını durdurmak için el ele, omuz omuza vermek mecburiyetindeyiz.

Bizler Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Sünnisiyle aynı bahçenin çiçekleri, aynı milletin evlatlarıyız.

Bu birliği Allah’ın izniyle Saadet Partisi olarak biz sağlarız. Evet, Saadet Partisi olarak sadece biz sağlarız. Çünkü sadece biz “yerli” ve “millîyiz.”

Böyle bir tabloda, 1 Kasım seçimleri, uçurumdan önceki son çıkıştır.

1 Kasım’da yüreğimizin sesini dinleyelim

Saadet Partisi’nde birleşelim.

ÇÜNKÜ SAADET PARTİSİ TERTEMİZ BİR MAZİ’NİN ADIDIR.

Saadet Partisi;

Yolsuzluğun, rüşvetin, adam kayırmanın olmadığı, yetim hakkının yenmediği tertemiz bir mazinin adı.

 

SAADET PARTİSİ TERTEMİZ BİR KADRONUN ADIDIR.

Evet, Saadet Partisi,

Siyaseti mal ve ikbal için değil,

- şan ve şöhret için değil,

- makam ve mevki için değil,

- siyaseti Allah rızası için yapan bir kadronun adıdır.

 

VE SAADET PARTİSİ TERTEMİZ BİR GELECEĞİN ADIDIR.

Saadet Partisi;

Avrupa kapısında ev ödevleriyle bekletilen değil, mazlum İslam ülkelerine öncülük eden şahsiyetli bir geleceğin adı.

 

Saadet Partisi;

Kutuplaşan değil, Kürdüyle, Türküyle kucaklaşan, barış ve kardeşlik yurdu bir geleceğin adı.

 

 

 

Saadet Partisi;

Emeğin sömürülmediği, hakça paylaşımın esas alındığı adil bir geleceğin adı.

Saadet Partisi;

Sokaklarında aç ve açıkta kimsenin olmadığı mutlu ve müreffeh bir geleceğin adı.

Saadet Partisi;

Kumsallarında masum bebeklerin, can verirken değil, neşe içinde, sevinçle oynarken resimlendiği bir geleceğin adı.

Böyle bir geleceği ihtirası olanlar değil, ancak ve ancak ideali olanlar kurabilir.

İşte bu idealin adresi Saadet Partisidir.

Bu yüzden kınayanların kınamasına aldırmadan haykırıyoruz:

 

Mühim değil güceneni küseni

Allah sevmez haksızlığa susanı

Yozgat'ın Yerköy'lü Yetim Hasan'ı

Susarsam hakkını helal etmesin

Allah rızasıdır arzum emelim

Bu necip milleti ondan severim

Hazreti Peygamber gerçek rehberim

Susarsam hakkını helal etmesin

Susmayacağız.

Susturamayacaklar.

Bütün gücümüzle hakkı haykırmaya devam edeceğiz. Kapı kapı dolaşacağız. Tutmadık el, dokunmadık yürek bırakmayacağız.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. 1 Kasım bir başka açıdan da tarihi ve anlamlı bir gündür. Avrupa Birliği’nin kuruluşu, 1 Kasım 1993 tarihinde, resmen dünyaya ilan edilmişti.

İnşallah sizlerin gayret ve çabalarıyla, 1 Kasım 2015 tarihi de İslam Birliği’nin kuruluş tarihi, kuruluş müjdesi olacak.

1 Kasım’da, Yaşanabilir bir Türkiye’nin, Yeniden Büyük Türkiye’nin ve Yeni Bir Dünyanın ilk işaret fişeğini atacağız.

Amacımız, millet kesesinden bir şeyler aşırmak değil,

Amacımız;

Ülkemizi saran yangını söndürmek,               

Akan şehit kanlarını durdurmak,

Anaların gözyaşlarını dindirmektir.

 

AZİZ MİLLETİM,

Bizim idealimiz;

- Yaşanabilir Bir Türkiye,

- Yeniden Büyük Türkiye ve

- Yeni Bir Dünya kurmaktır.

Allah yar ve yardımcımız olsun.

Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.

 

Bakmadan Geçme