• Haberler
  • Güncel
  • İşte Anayasa Mahkemesi adaleti: 'Suç'a 'muhalif' kalan bürokratı bile cezalandırmış

İşte Anayasa Mahkemesi adaleti: 'Suç'a 'muhalif' kalan bürokratı bile cezalandırmış

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği 'tahliye' kararı üzerine topa tuttuğu Anayasa Mahkemesi, geçmişte, 'suç' teşkil eden yönetim kurulu kararına 'muhaletefet eden' bürokratı bile diğer suçlularla aynı kefeye koyup cezalandırmış!

(HABER PLATOSU - ÖZEL) 

 

Hilmi İşgüzar…  Bu ismi siyasetle yakın ilişkisi olanlar hatırlayabilir ancak… Bir de yaşı 50’nin üzerinde olanlar.

12 Eylül darbecilerinin Yüce Divan’a sevk edip yargılattığı, ceza almasını sağladığı bakanlardan biriydi.

Orman Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi Hilmi İşgüzar.

12 Eylül darbecilerinin Yüce Dİvan'da yargılatıp cezalandırdığı

Sosyal Güvenlik Bakanı Hilmi İşgüzar

 

 Nancy Üniversitesi Milli Orman ve Su Okulunda ihtisas yaptı. Serbest Avukatlık, 2.(XIII), 3.(XIV) ve 5.(XVI) Dönem Sinop Milletvekiliği ile Sosyal ve Güvenlik Bakanlığı yaptı. Evli ve 2 Çocuk babasıdır.

Meşhur Güneş Motel olayının, kahramanlarından biridir. Yani, Adalet Partisi'nden ayrılarak Bülent Ecevit ile bakanlık karşılığı hükümet kuran 11 milletvekilinden bir tanesidir.

12 Eylül 1980'den sonra, "kayırma, yolsuzluk, nüfuz ticareti, vazifeyi suistimal ve menfaat temini suretiyle Bağ-Kur ve SSK'yı zarara uğrattığı" iddialarıyla Milli Güvenlik Konseyi(MGK) tarafından 2 Şubat 1981 tarihinde Yüce Divan'a sevk edildi. Toplam 16 kişi 26 Mart 1981 tarihinde başlayan yargılanmaları 12 Nisan 1982 tarihinde sonuçlandı. Hilmi İşgüzar, 9 yıl 8 ay ağır hapis ve 5 milyon 251 bin lira para cezasına çarptırıldı. Sayıları yargılama aşamasında 18'e yükselen diğer sanıklara da 3 ay ile 4 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. 

M. SELAMİ ÇEKMEGİL

Ama hikayemizde asıl öznemiz Hilmi İşgüzar değil. İşgüzar ile aynı davada “sanık” sandalyesine oturtulan bürokratlardan M. Selami Çekmegil.

SELAMİ ÇEKMEGİL

Dönemin SSK Yönetim Kurulu Üyesi 

Avukat M. Selami Çekmegil

 

Büyük mütefekkirlerden Mehmet Said Çekmegil’in oğludur. Selami Çekmegil, 1942’de Malatya’da doğmuştur. Emekli bürokrat olan Çekmegil avukat ve yazardır. Kriter dergisinin sahibi ve editörüdür. Mehmet Sait Çekmegil'in oğludur. 5 çocuk babasıdır. Ankara Hukuk Fakültesi mezunudur. Sırasıyla Ulaştırma Bakanlığı, Başbakanlık MGK Genel Sekreterliği, Gümrük ve Tekel Bakanlığı Hukuk Müşavirliği; Hükümet temsilcisi olarak SSK Yönetim Kurulu üyeliği yapmıştır. Halen kriter.org internet portalı ile fikir dünyasına farklı bir pencere açmanın gayretini vermektedir.

Yazdığı eserler ise şunlardır:

·         Orwell'den Seçmeler (Çeviri)

·         Uçurtma

·         Kendimizi Tartışmak

·         Tilki Tuzağı

·         Çoban Tefsiri

 

Yıl 1981... 12 Eylül darbesinin en şiddetli günleri....

Anayasa Mahkemesi, "Yüce Divan" sıfatıyla yargılama yapmaktadır ve M. Selami Çekmegil de sanıklar arasındadır.

Anayasa Mahkemesi, Çekmegil'i, “katılmadığı”, yani "muhalefet ettiği" SSK Yönetim Kurulu kararı yüzünden Anayasa Mahkemesi tarafından cezaya çarptırmıştır.

Evet; “katılmadığı”, “iştirak etmediği”, “onaylamadığı” “hazırlık safhalarında bulunmadığı, evveliyatını bilmediği” konuyla ilgili arsa alımına "muhaletefet etmesine rağmen" “suçlu" bulunmuştur.

İşte o garabet karar: Anayasa Mahkemesi, “Yüce Divan” sıfatıyla yaptığı yargılamada Selami Çekmegil hakkında TCK 230’dan, yani "görevi ihmal"den  üç ay hapse, hapsin paraya çevrilmesine, onun da teciline hükmetti. 

Savcının TCK 240’tan (görevi kötüye kullanmaktan) mahkumiyet istediği diğer yönetim kurulu üyeleri hakkında da Çekmegil gibi TCK 230’dan üç ay hapse, hapsin paraya çevrilmesine, onun da teciline karar verildi.


Böylece; 4 konuda yolsuzlukla suçlanarak mahkemeye verilen, kararları onaylayan yönetim kurulu üyeleriyle, itham konusu olaylardan sadece birinin son aşamasında görevde bulunan ve onda da, arsanın maksada elverişliliği yeterli belgelerle sabit olmadan alım yapılmasının onaylanmasına karşı çıkan, muhalif kalan Çekmegil de “suçlu” bulunan diğer yönetim kurulu üyeleri ile cezaya çarptırıldı.

İşte AYM adaleti:  “Suç” konusu işleme “muhalif” kalanı bile cezalandırmış

Lafı uzatmayalım; gelin isterseniz hikayeyi Çekmegil’in kendisi anlatsın.

M. Selami Çekmegil, “Tilki Tuzağı” adlı kitabında, Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin gözlem ve şikayetini Yüce Divan” ara başlığı altında şöyle aktarıyor:”

 

“TANIK” OLARAK ÇAĞRILDI, “SANIK” OLARAK İFADE VERDİ

 

“İhtilalden sonra, Yönetim Kurulu üyeleri aleyhine açılan davalar konusunda Bakan Hilmi İşgüzar aleyhine de Anayasa Mahkemesinde -“Yüce Divan” sıfatıyla- ceza davası açıldı. Bu mahkemeden bize önce tanık
sıfatıyla dinlenmek üzere celp geldi; gittim. Diğer bütün üyeler daha
önce dinlenmiş, ben en sona kalmıştım. Huzura tanık olarak alındım.
Adımı soyadımı babamın adını, yaşımı sordular. Olay hakkında bilgimi
istediler. Ben önce aynı konudan başka bir mahkemede sanık sıfatı
taşıdığımı bu nedenle ona göre dinlenmem gerektiğini söyledim. Öyle
yaptılar.
– «Olay hakkında ne biliyorsun» dediler, anlattım. Tanıklık için
yasaya göre bizzat görmüş olmak gerektiğinden, bizzat duymuş olmak
lüzumundan söz ettim. Göreve başlayış tarihimi söyledim. Bu tarihe
göre Sayın Bakanın itham olunduğu bütün olayların ben göreve gelmeden önce vuku bulduğunu; bu nedenle yukarıda izah ettiğim, bizzat duyma ve
görme esprisine göre tanık olduğum bir şey bulunmadığını, ama ben
göreve başladığım tarihte muhitimde bulunan tüm yetkililerin bu işleri
ve yatırımları çok isabetli, karlı ve gerekli tanıttıklarını, bunu
duyduğumu, zaten karar ve işlemlerdeki imzaları ile de bunu böyle
kabul ettiklerinin belli olduğunu izah ettim.

 

MGK GENEL SEKRETERİ DEVREYE GİRİYOR

Başkan:
– Peki, burada bir muhalefetin var bunu izah eder misin? dedi, cevap verdim:
-Efendim muhalefetimin gerekçesi metinde bellidir. Ben doğrusu o
tarihte perde arkası bir şey olduğunu duymuş olduğum için değil,
muhalefet gerekçesinde de izah ettiğim üzere prosedür aksaklığı
noktasından karara katılmadım, dedim… Aslında benim bu göreve nasıl
geldiğimi merak ediyorlardı sanırım... Ensemin inceliği veya
göbeksizliğim veya doğrudan safiyane davranış biçimim muhtemelen böyle bir meraka müsaitti. Geçmiş görev yerlerimi; MGK Gn. Sek. Hukuk
Müşavirliğimi vurgulayarak anlattım. Buraya da Gümrük Bakanlığında
hakkım verilmediği için avukat olmak üzere müracaat ettiğimi,
hocalarım Sayın Prof. Dr. Turgut Kalpsüz’ü referans göstererek
başvurduğumu ifade edince Başkan sözümü kesti biz onu araştırmıyoruz
diye başka tarafa atladı. Tabi bu nedenle değerli hocam Prof. Dr.
Haluk TANDOĞAN’ı da referans gösterdiğimi belirtmiş olamadım. Aslında
hukuk noktasından önemli değildi ama, bizde hukuka da galebe çalması
melhuz, psikolojik etkisi için bunları anlatmak istemiştim. Sokaktan
kayırılmak üzere getirilenlerden olmadığımı, bürokratik kariyerim
olduğunu izah etmek istemiştim. İstediğim olmuş oldu da. Bir de halen
ne görev yaptığımı sordular:.
– SSK’da müşavirim, deyince hayret ettiler; halen müşavir misin? dediler.
- Evet dedim… Çünkü İhtilal yönetimi bir süre sonra diğer yönetim
kurulu üyelerinin hepsinin görevine son vermiş, kurumla ilişkilerini
tamamen kesmişti…

Ama AP’nin getirdiği yüksek nitelikli(!) müsteşar ve bana karşı
kompleks taşıdığını sandığım Bn. Hukuk Müşaviri dayatmışlar; onların
kurumla ilişiği kesildi de Selami Bey nasıl kalır diye… Bir baktım
benim de işim bitiyor. Hemen bir yol bulup Sn. MGK Sekreteri Org.
Haydar SALTUK Beyefendiye ulaştım. Mecburdum. Zira diğerleri zengin
adamlardı, onlar için mesele değildi. Bense gün bulup gün, ay bulup ay
yiyen biriydim. Sayın SALTUK beni kabul ettiler. On dakika konuştum,
durumumu izah ettim. Bir sivil gibi, fevkalade zeki olduğunu hemen
fark ettim, önemli(!) konularda notlar aldı. Bana bir söz
veremeyeceğini, durumumla ilgileneceğini söyledi. Teşekkür ettim...

MGK GENEL SEKRETERİ SALTIK’A “EBEDİ SAADET” DİLEYİNCE SSK’DAKİ GÖREVİNDEN OLDU

Ertesi gün, daha önce kuyumu kazanlar benimle dostça ahbaplık
kurdular; Haydar Saltuk’un ilgilenmiş olduğunu anladım. Daha sonra Sn.
Müsteşar Muavini Saim KURT (hep dostça davranmıştır) bana :
– Senin işinle çok üst düzeyden biri ilgilenmiş. Bakana telefon etmiş,
dedi. Saltuk demedim.
– Demek tanıdıklar muttali olmuş, dedim. İşim gene durdu... Maaşımı
ödemeye devam ettiler. Bakan Bey: Halil Tunç zihniyetinin, esip
gürlemeyen yürütücüsüydü… İşçi kesiminden gelmesine rağmen işçi
camiasının şikayetçi olduğunu bildiğim tüm konulardaki, yasal
düzenlemelerin sahibinin bu Bakan olduğunu söylemem meramımı izaha
yeter, sanıyorum...
Altı ay öyle kaldım, Haydar SALTUK Bey’e müteşekkir kalmıştım. Yıllık
izne ayrıldım. Bayram’da bu duyguyla -babamın da tavsiye ve
telkiniyle- Sn. SALTUK’a tebrik telgrafı çektim. «Saadetinin ebedi
olmasını» diledim. Çekmez ve dilemez olaydım. Bayram sonu, özerk
SSK’dan ilişiğimi hemen fiilen kesiverdiler. Bilmiyorum bu telgrafım
Sayın SALTUK’a beni, ve metni itibariyle fikniyatımı hatırlattı da,
durdurduğu işlemi yürütün mü, dedi; yoksa MGK Gnl. Sek. değişmiş
yerine ÜRUĞ Paşa gelmişti de durdurulan işlemi o mu yürüttü;
bilmiyorum... Hani bazıları saadetin ebedisini geçici mutluluğa engel
telakki ederler de...
Sayın ÜRUĞ’a ulaşmaya çalıştım, başaramadım. Sn. CÖNK beni Gülhane
Hastanesinde çalışan, ÜRUĞ’un yeğeni Dr. Çetin GÜRLER Bey’e götürdü.
Durumumuzu birlikte anlattık, dinledi. Canlı biriydi «Hallederim»
dedi. Yanımızdan ayrıldı. (Ferruh Bozbeyli gibi bizi dışarı
çıkarmadı.) Dayısına telefon etti, rengi değişmiş olarak geri geldi:
– Ben bir şey yapamayacağım, dedi. Kolumuz kanadımız kırıldı. Herhalde
dayısı Sn. ÜRUĞ ona, sen bu işe karışma, demiş. Sayın CÖNK benden daha
fazla üzüldü. Sn. CÖNK dürüst ve samimi bir insandı, üstelik bu konu
sonuç itibariyle müşterek faydamıza idi de. SSK’dan ilişiğimin
kesilmiş olması Anayasa Mahkemesine bir mesaj olabilirdi. Nitekim öyle
de oldu…
Yukarıda anlattığım tanıklık olayından sonra bizim adli mahkemedeki
davamızı da Anayasa Mahkemesine aldılar ve o dava ile birleştirdiler.
Duruşmalar ilerledi savcının son mütalaası alındı. Sn. Savcı esas
hakkındaki mütalaasında benden söz etmeksizin diğer yönetim kurulu
üyeleri hakkında görevi kötüye kullanmaktan mahkumiyet istedi. Benden
hiç söz etmedi. Yüce divan dağılırken yanına gittim.
– Benim ismimden bahsetmediniz efendim, dedim. Bana, «hadi geç git»
der gibi, kurtuldun der gibi işaret etti. Doğrusu biraz sevinerek
uzaklaştım. Fakat sonradan bunun böyle olmayacağını, savcı
mütalaasında unutulmanın kararda unutulmamı garantilemeyeceğini
düşündüm. Bir eski ceza hakimi ağabeyim Coşkun DUYGU, «böyle olmaz,
iddianamede varsın» dedi. Prof. Haluk Tandoğan hocama gittim, durumu
söyledim. Biraz ümitle sevinerek telefona sarıldı, işin esasını
anlamak için Başsavcı Firuz Çilingiroğlu’nu aradı. Çilingiroğlu’nun
cevabı hocaya umut vermedi ki neşesi azaldı.

 

“SANIK ÇEKMEGİL’İN DURUMU DİĞERLERİNDEN FARKLI”


Duruşmayı bekledim. Başsavcı müteakip duruşmada söz aldı, mütalaasına
bir ilave yaptı:
– Sanık Selami Çekmegil’in durumu diğerlerinden farklı. O, işin
hazırlık safhalarında bulunmamış. Göreve geldiğinde evveliyatı
incelemeden kararlara katılmış. Onun hakkında TCK 230’a göre görevi
ihmalden tecziye talep ediyorum, dedi. Nasıl ferahladım anlatamam.
Benim bütün meselem ceza görüp görmemekten çok durumumun farklılığının
ortaya çıkması, öbür yönetim kurulu üyeleri gibi olmadığımın
belirmesiydi. Bu ilk defa ortaya geliyordu. Çok sevindim. Ceza görsem
de sanki gam yemezdim.
Savunmalar yapıldı. Bence en mantıksızı hukukçu Fuat Azmioğlu’nun ki
idi: Kendi imzaladığı kararlar için Bakanı suçlayan bir espri
taşıyordu. En mantıklısı da işveren temsilcisi Mehmet AKGEMİCİ’nin ki
idi: «Biz bu arsaları patiska fiyatına aldık. Şimdi bu fiyata gene
bulsam gene alırım» diye savundu.

 

İŞGÜZAR’IN İLGİNÇ SAVUNMASI


Sayın Bakan bu konularda kanuni yetkinin kendinde olmadığını, esas
yetkili, muhtar bir kuruluş olan SSK Yönetim Kurulu üyeleri üzerinde
tasarruf imkanı da olmadığını (ki doğrudur) savunmasına esas yaptı.
Ancak savunmasında temas ettiği üç hususa değinmek istiyorum:
Birincisi, müteahhitler tarafından gittiği yerlerde ağırlandığına dair
iddiaya karşı olanıydı:
– Benim için ödendiği iddia edilen otel masraflarını ben kendim
ödedim; işte makbuzları, faturalarımı ibraz ediyorum dedi ve birkaç
belge ibraz etti. (niteliğini bilmiyorum)
– Velev ki bu iddia doğru olsun; bu suç mudur? Eğer bu suçsa
niçin sadece ben buradayım da bunu şimdi bile kat kat yapan
falan-filan kişiler (o tarihlerde yetkili birkaç isim ve somut olay
verdi.) burada değiller. Suç değilse ben niye itham olunuyorum.
Başkan müdahale etti, sözünü kesti ve savunma sınırını
aşmamasını ihtar etti.
İkinci orijinal savunması ise, seçim bölgesi SİNOP’a gereksiz
yatırımlar yaptırıp, seçim şansını artırmış olması ithamına karşı olan
idi. Dedi ki:
– Ben ne yapmışım? Sinop’a hastane yapmışım! İşte benim esas suçum
budur. Bundan beni mahkum edebilirsiniz. Türkiye’de kural, belli
mahfillerin uygun gördüğü belli bölgelere yatırım yapmaktır. Ben bu
kuralı çiğnedim. Dağdan at sırtında doğum yapmak için şehre inerken
ölen Türk anasına hastane yaptırdım. Beni bu suçtan tecziye
edebilirsiniz.
Doğrusu çok cinaslı bir savunma idi. Beni duygulandırdı…
Üçüncüsü tanık beyanlarına ilişkin olanı idi: Çok ama çok ilginç bir
tahlil yaptı. Tanığın biri ilk tanıklığında pek bir şey söylememiş ve
fakat ikinci tanıklığında İşgüzar aleyhine çok ciddi ve ağır
beyanlarda bulunmuş. Bunu değerlendirirken Sayın İşgüzar dedi ki:
– Bakın bu niye böyle yapmış; şundan dedi: Birinci ifadesinde adam
doğruyu söylemiş. Tabii konuşmuş, ikinci ifadesinde ise tahsil
seviyesinden ve kendisinden beklenmeyen Prof. cümleleri ile, gayet
düzgün, ezberlenmiş intibaı veren beyanlarda bulunuyor. Bunu nasıl
sağlamışlar. Türkiye’de bir psikoloji var. Herkes mahkemeye düşmekten,
hapis yemekten ve hatta idamdan bile korkmaz. Ama maliyenin pençesine
düşmekten korkar. Çünkü öbür konular hakkında az çok bir sezgisi
vardır: Nereye varacağını ve vardığı noktada biteceğini bilir. Ama
maliyenin pençesine düşmek öyle değil... Herkeste maliyenin, adamın
ocağına incir dikeceği şeklinde bir korku vardır. Oraya muhatap olmak
istemez. Şimdi bu adam müteahhit: birinci ifadesini doğru olarak
verince muhtemelen buna bir vergi denetçisi göndermişler ve tehdit
etmişler. Bak gidip şöyle şöyle ifade vermezsen seni denetlemeye
alırız, demişler. Eline bu düzgün Prof. cümleleri taşıyan ifadeyi
vermişler ve gelmiş burada bunları tekrar etmiş.
Gerçekten ilginç bir savunmaydı…
En son ben savunmaya alındım. Dedim ki:
– Sayın Başkan, Muhterem Heyet, önce Sayın Savcıya teşekkür etmek
istiyorum. Benim durumumun öteki üyelere benzemediğini ilk defa, esas hakkındaki son mütalaasıyla Sayın Savcı ortaya getirdi. Ama benim
görevi ihmalden tecziyemi istemesi hukuk açısından dayanaksızdır...
Benim buna göre görevi ihmalden tecziyem için evvela bir görevim
olması ve bunu yapmamış olmam gerekir. Görevim: yasaya göre Yönetim
Kuruluna getirilen önerileri dikkate alıp, takdir hakkımı kullanarak
kararlara katılıp katılmamaktır.
Bir tek şu bir tek olayda, ben şarta bağlı bir karar alınırken,
inceleme süresi dolmuş bir konuda -Yönetim Kurulunda oluşmuş kanaat
aleyhine bir gerekçem de olmadığı için- ve kararda da bir sakınca da
görmediğimden, oybirliği ile alınmış olan bu karara katılmışım. Daha
sonra da: bu karara göre yapılması gereken işlemlerin yapıldığı uzman
seviyede tespit edilmeden alım yapılmasını sakıncalı gördüğüm için
verilen tasvip kararına da, gerekçe göstererek, muhalif kalmışım… Ben, Yönetim Kurulu’nda azınlıkta kalan bir üyenin başka yasal hangi görevi
var ki ben bunu yapmamış da görevi ihmal etmiş olayım!.. Mesele bu
kadardır.

Burhan Kuzu: Skandal kararın hedefi MİT TIR’ı davası
Anayasa Mahkemesinin bugünkü modern binası...

 

Ayrıca bir hususa daha, psikolojik etkisi için dikkat çektim; Dedim ki:
– Hepiniz uzun kamu tecrübesi olan kişilersiniz. Bir şey çok dikkat
çekicidir: Dikkat ederseniz Sayın Bakanın ve yetkililerin suçlandığı
olaylar dizisinin hepsi benim göreve gelişimden öncedir. Benim
bunlardan sadece birinde, en sonuncusunda ismim geçiyor. Onun da uzun
safahatında yokum. Sadece son aşamasında bulunmuşum, ilginç bir tavrım
açık ve belgeli. Bundan sonra benim görevde olduğum iki yıllık görevim
süresi içinde alınan kararlar nedeniyle Yönetim Kurulunun ve Bakanın
suçlandığı tek bir olay yoktur. Bunun herkese bir şeyler anlatması
gerekir, dedim. Savunmam, özü itibariyle bundan ibaretti. Tabii
görevim süresince engellediğim ve büyük meblağlar tutan işleri
sergilemedim: Amacım kendimi savunmaktı başkasını itham değil. Ama
savunma kürsüsünden inerken, baktım Bakan Bey çok memnun… Yönetim
Kurulu üyesi arkadaşlardan en çok yakınlık duyduğum biri:
– Çok güzel konuştun ama bizi de batırdın, dedi. Halbuki böyle bir
niyetim yoktu. Sadece Kurulun bu işleri tasvip ederek yapmış oldukları
gerçeğini, karar metinlerindeki imzalarıyla sabit olan bir gerçeği
vurgulamış oldum.
Son sözleri sordular. Arkadaşlar ceza verilirse paraya çevrilmesini ve
tecilini istediler. Ben şöyle bir talepte bulunmayı uygun gördüm:
– Sadece beraat kararı verilmesini değil, karar gerekçe metninde
misyonuma takdir ifade eden cümleler bulunmasını da istiyorum, dedim…

..VE CEZALANDIRDILAR


Takdir ettiler(!) Beni: savcının istediği gibi TCK 230’dan üç ay
hapse, hapsin paraya çevrilmesine, onun da teciline; savcının TCK
240’tan (görevi kötüye kullanmaktan) mahkumiyet istediği diğer yönetim
kurulu üyelerini de -önemsiz biri hariç- benim gibi TCK 230’dan üç ay
hapse, hapsin paraya çevrilmesine, onun da teciline karar verdiler…
Böylece: dört konuda yolsuzlukla suçlanarak mahkemeye verilen,
kararları onaylayan yönetim kurulu üyeleriyle ben, itham konusu
olaylardan sadece birinin son aşamasında görevde bulunan ve onda da,
arsanın maksada elverişliliği yeterli belgelerle sabit olmadan alım
yapılmasının onaylanmasına karşı çıkan, muhalif kalan ben, aynı sonuca
maruz kalmış oldum. Karar gerekçesinde benim muhalefetimden
müspet-menfi söz bile etmediler. Tabi, etseler çelişki görülürdü. Ama
MGK Soruşturma Raporunun 37. sayfasında bu muhalefetim sabittir.
Benim, kararlarda onlardan bir tek farkım vardı: Mahkumiyetime Anayasa
Mahkemesi’nin 7 sayın üyesi muhalif kalmıştı; Sayın Nahit Saçlıoğlu ve
Sayın Muammer Turan başta… Karar benim hakkımda sekiz oyla, yani benim
için bir oy fazlası, -Yekta Güngör Özdenin de içinde olduğu bir oy
fazlası- ile alınmıştı…

 

HUKUK MÜCADELESİ
Olayın bu yönü sonuçlanınca kalemi aldım. İdareye başvurdum.
Mahkemenin bu kararına göre de görevime son verilmesinin yasaya aykırı
olduğunun ortaya çıktığını, Kurum Yönetmeliklerinde ancak (görevi
kötüye kullanmaktan) hüküm giyenlerin görevine son verilebileceğinden
söz edildiğini, TCK 230’a göre (görevi ihmal suçu için) böyle bir
şeyin söz konusu olmadığını belirtip göreve iademi istedim. Ama AP’nin
tayin ettiği Ispartalı Müsteşarının Bakanlığından konunun Danıştay’da
olduğuna dair bir cevap aldım… Bu zat o günlerde pusuya yatmış DYP’nin
iktidara geleceği günlerde kapacağı parsayı kolluyordu… Yazık…
***

 


M. Selami Çekmegil

 

Danıştay’da ikinci kez göreve son verme kararına karşı da iki dava
açmıştım: Biri, Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na karşı: Bakanlığın
“muhtar, özerk bir kuruluş olan SSK” personeli hakkında idari işlem
kararı alamayacağı yolundaydı. Diğeri ise SSK’ya karşı. “Özerk bir
kuruluş” olan SSK’nın, Bakanlığın kanunsuz ve yetkisiz emrine
dayanarak, kendi yetkili kurulunun almış olduğu bir karar olmadan, Hot
be hot personelinin maaşını kesemeyeceği gerekçesiyle iki dava açtım:
İşlem sanki Gümrük Bakanlığı personelinin görevine Ulaştırma
Bakanlığı’nca veya Başbakanlıkça son verilmiş, Gümrük Bakanlığı da
bunu uygulamış şeklindeydi. O tarihte hukuki durum buydu. Sonradan
ihtilal yönetimince bir iki yasa çıkarılarak bu gibi muamelelere yasal
imkan hazırladılar sanıyorum. Yoksa açtığım davalarla yönetime yol mu
gösteriyordum?
Davam. Danıştay’da “Mürettep Daire”ye düştü. Bu daire müspet
istikametteydi. Başkan ve üyeleri tecrübeli, yaşlı kimselerdi. Sanırım
Hukuka kıymak istemezlerdi. Ancak şansa bakın ki Danıştay’da
değişiklik yaptılar. Mürettep daire lağvedildi, benim dava oradan
alınarak yeni ve genç üyelerle oluşturdukları 3. daireye verildi.
3. Daire, yazışma çizişme, sonuç yine aleyhime oldu; davamı
reddettiler. Bu kararlarda Danıştay savcısı (Sayın Nurşen Çataloluk
Hanımefendi; sonradan üye oldu.) doğru bir tavır sergiledi. Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’nın tasarrufunun yetkisizlik ve geçersizlikle malul
olduğunu, gerekçesi ile izah etti. Bir değerli üye Sn. Muzaffer
Cebesoy ve daha sonra tashih talebim üzerine Kurula katılan ikinci üye
Sn. İbrahim Çopuroğlu iki üye karara çeşitli gerekçelerle muhalif
kaldılar. Davam üçe iki oy çokluğu ile reddedildi…
3. Bu iki davada da yasal gerekçe ileri sürerek reddi hakim talebinde
bulunmuştum: Birinde bir üye hakkında, diğerinde dört üye hakkında,
idari yargılama yasasının yollamada (atıfta) bulunduğu HUMK’na göre
-buna dayanarak ve belgelerini ekleyerek- ret talebinde bulundum.
(Yasal olarak: bir davada davayı görecek hakimin, daha evvel hakim,
hakem, bilirkişi, savcı olarak görüş bildirmiş olması, ret sebebi idi:
bunun da dikkate alınmasının zorunlu olduğunu belirtmiş idim)...
– Yeni tayin olmuş bu genç hakimler baskı altında iseler, bunu vesile
ederler ve çekilirler, dedim. Öyle olmadı: Tek üyeyi reddime dair
talebimi, yine 3. daire; dört üyeyi reddime dair talebimi ise «VERGİ
DAVA DAİRELERİ KURULU» reddetti. Ret gerekçeleri ilginçti: Ben dava
konusu olayda, daha evvel savcı ve hakim olarak görüş bildirmiş
olmalarını ret talebime dayanak yapmıştım (ki HUMK’na göre bu, takdiri
değil kesin ret sebebidir) onlar, üyelerin başka bir karardaki oyları
nedeniyle tarafsızlıklarını mutlaka yitireceklerinin iddia
edilemeyeceği gerekçesiyle talebimi reddettiler. Hayretler ettim.
Yalnız Vergi Dava Daireleri Kurulu’ndan beş üye, onurlu bir tavırla
muhalefet gerekçesi yazdılar: Dairelerinin Vergi Dava Daireleri Kurulu
olduğunu, davanın ise vergi davası olmayıp memur davası olduğunu, bu
nedenle bu konudaki talebi görüşmeye yetkili olmadıkları gerekçesiyle
karara katılmadılar. Zira yasal açıdan ret talebini kabul etmeleri
halinde işin esası hakkında da karar verme zorunlulukları hasıl
olacaktı. Oysa ki burası vergi dava daireleri kuruluydu… (*)
Gerçekten de gariptir: Ret talebimin dava daireleri kuruluna götürülüp
orada görüşülmesi ve karara bağlanması gerekirdi. Davamın konusu
itibariyle vergi dava daireleriyle ne alakası vardı ki…
Şimdi bir hukukçu olarak ben diyorum ki: yetkisizlik nedeniyle
hakkımda yapılan işlemler hukuk açısından yok hükmündedir. Bunu
belirlemek için açtığım davada, Danıştay’ca verilen kararlar da
yetkisiz kurullarda alınmış yanlış kararlardır. Bense, hala, hukuken
yok bu işlemlerin psikolojik ve fiili etkisine maruz bulunuyorum. Bana
idare hukukunu öğreten hocalarım ve özellikle sayın hocam Mukbil
ÖZYÖRÜK’ten devlet organlarınca yapılan bu yanlışlığın boyunduruğundan
nasıl kurtulacağımı, öğrenmek istiyorum. (İste dur,işin yoksa…)

Anayasa Mahkemesinin o dönemki binası

 

ANAYASA MAHKEMESİNE İTİRAZ
 

Bu arada Anayasa Mahkemesi kararına karşı da
sessiz kalmadım. Postadan iadeli taahhütlü olarak Cumhuriyet
Başsavcılığına gönderdiğim bir tashihi karar dilekçesiyle hakkımda
verilen yanlış kararın düzeltilmesini istedim. Dilekçem sert
üslupluydu. Üç gün uykum kaçtı. Korktum: Ya şimdi de yargı organına
hakaretten mahkemeye verirlerse dedim. Beş gün sonra Sayın Başsavcı
Çilingiroğlu’na gittim. Beni içeri aldı. Şeklen korkumu belli etmemeye
çalışarak, dilekçemi kendi takdirine bıraktığımı, uygun görmüyorsa
geri alabileceğimi söyledim. Adamcağız, tecrübeliydi, anladı
korktuğumu. Beni teskin etti:
– Bundan bir şey olmaz. Kanuni hakkın senin, hem de işleme koydum
dilekçeyi; geri alamazsın, dedi: «Selami Bey sen bu davadan çok
etkilendin. Böyle yapma; Allah’a şükret kurtuldun. Ya, ihtilal
havasıdır falan diye kötü bir ceza verilseydi; ne yapardın? Buna karşı
ne yapabiliyorsun ki ona ne yapasın» dedi. «Unut bunu». Sanki,
işkenceci, işkencesine üç dakika ara verdi diye minnetle bakan,
teşekkür eden bir mazlum edasıyla teşekkürle mukabele ettim; Sayın
Savcıya, minnetle… (sanki o an için Anayasa Mahkemesi’nin sayın
üyelerine de…)
Bu ifadem Savcıdan dolayı değildir. Davada benim hakkımda en dürüst
bakışı onda buldum. Misalim kendi haleti ruhiyemi tasvir içindir.
Firuz Bey’i gerçekten hayırla anıyorum: Mütalaası bence yanlış da
olsa, insafla, durumumdaki farka ilk defa işaret ediyordu.

İşte AYM adaleti:  “Suç” konusu işleme “muhalif” kalanı bile cezalandırmış

Artık usandım. Şairimiz Metin Önal Mengüşoğu’nun ifade tarzıyla «kafam
kamaşıyor bazı şeylerden»… Bu hatıratımı burada kesiyorum. Devamını
bir başka bölümde tekrar açarım; belki... Yalnız bunu söyleyeyim ki bu
anlattıklarım bugün toplumun maruz bulundukları yanında bazı yönlerden
bir hiçtir. Belki de O gün bir kesimin maruz kaldığı bu çetrefilli
gidişe bu gün, esnafı, küçük tüccarı, sanatkarı, küçük memuru,
işçisiyle toplumun büyük bir kitlesi maruzdur…
Allah bu millete acısın ve rahmet edeceği, rahmetine liyakat
kesbedeceği “…haksızlığa itiraz ve haksızlığı sevmeme kabiliyeti”
ihsan etsin...”

 

İŞTE İLGİLİ YÜCE DİVAN DAVASI VE SANIKLARINI GÖSTEREN LİSTE
(Kaynak: Anayasa Makemesi)

S.No

Dava Açılış Tarihi

Sanığın Adı ve Soyadı

Kararın Sonucu

Tarih, Esas ve Karar Sayısı

 

       

2

1981

1. Hilmi İŞGÜZAR
Sosyal Güvenlik Eski Bakanı

Beş yıl ağır hapis, dört yıl sekiz ay hapis, beş milyon ikiyüz elli bir bin altı yüz lira ağır para cezası, memuriyetten temelli yoksun kılınmasına.

E.1981/1
K.1982/2
13.4.1982

2. Ali YILDIZ
3. Mustafa ENGİNSU
4. Bekir Sami AKAY
5. Abdurrahim TERZİOĞLU
6. Erol SÜER
7. Şeref ŞAHİN
8. Vahit ERUZ
9. Kamil TELCİ
10. Hasan İŞGÜZAR
11. Kazım ERDEM
12. M. Kemal DERİNKÖK
13. Cahit ÖZKARA
14. Şevki ÜLER
15. Sedat ZAİM
16. Adnan KILIÇ
17. Hamdi NUHOĞLU
18. A. Fuat AZMİOĞLU
19. Fehmi CÖNK
20. Ekrem ÖZKILIÇ
21. Mehmet AKGEMCİ
22. Refik BAYDUR
23. Savaş BENLİ
24. M. Selami ÇEKMEGİL
25. Nihat BİLGİN
26. Recep GÖREY
27. M. Nabi DOĞU
28. Muhsin ÖZEL
29. Cavit DİNÇEL
30. H. Hüsnü ÇINAR
31. Ahmet Memduh ÜREYEN
32. Fikret ÇORUH
33. Hüsamettin SEVENGÜL
34. Fehmi GENÇ
35. Yalçın ÖZALP
36. Mustafa SİVRİOĞLU
37. Şevket ÇORBACIOĞLU
38. M. Zeki ÇINAR
39. M. Bülent ULUÇ
40. Yalçın TURHAN
41. Seyfi BOZAN
42. Seyit Abdullah TANRIKULU
43. Bekir ULUSOY
44. Fikriye CENAN
45. Selahattin GÜRLER
46. Hacı ANIT
47. Z. Seçim TUNCER
48. Kemal TURAN
49. Rafet AÇIKGÖZ
50. Bekir AYKAÇ
51. Sinan ERDOĞAN
52. Atilla BİLEN
53. Aziz TELCİ
54. Metin KÖŞÜK

Mahkumiyetine
Mahkumiyetine
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Mahkumiyetine
Mahkumiyetine
Mahkumiyetine
Beraetine
Mahkumiyetine
Beraetine
Mahkumiyetine
Beraetine
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Cezasının Teciline
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Cezasının Teciline
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Beraetine
Cezasının Teciline

 

Bakmadan Geçme