Hakkı Öznur model şahsiyet Muhsin Yazıcıoğlu'nu anlattı
ANDA Kardeşe Vefa Derneği ve ANDA Eğitim Araştırma Yardımlaşma Ve Arama Kurtarma Derneği'ne bağlı Bursa Uludağ Üniversitesi Anda Arama Kurtarma Topluluğu'nun düzenlediği Muhsin Yazıcıoğlu'nu Anma programına ilgi çok büyüktü. Hakkı Öznur programdan sonra akşam Yusuf Yüzlüler Derneği'nin düzenlediği iftara katıldı.
ANDA Kardeşe Vefa Derneği ve ANDA Eğitim Araştırma Yardımlaşma Ve Arama Kurtarma Derneği’ne bağlı Bursa Uludağ Üniversitesi Anda Arama Kurtarma Topluluğu’nun düzenlediği Muhsin Yazıcıoğlu’nu Anma programına ilgi çok büyüktü. Hakkı Öznur programdan sonra akşam Yusuf Yüzlüler Derneği’nin düzenlediği iftara katıldı.
Anma programına Muhsin Yazıcoğlu ailesinin avukatı Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşlarından Veysel Aşkın, Üniversite öğretim üyeleri, yazarlar Metin Turhan, Emre Keskin, Hasan Güven, Bursa ANDA temsilciliği ve ANDA gönüllüleri ve kalabalık bir öğrenci topluluğu katıldı. Uludağ Üniversitesinin Mete Cengiz Kültür merkezinde düzenlenen programın konuşmacısı Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava ve yol arkadaşı araştırmacı yazar Hakkı Öznur’du.
Ülkücü fikir ve siyaset adamı Hakkı Öznur konferans öncesi Bursa’da, Emir Sultan’da bulunan Ülkücü Şehitlerin kabirlerini de tek tek ziyaret etti. Hakkı Öznur Ülkücü Şehitlerin bulunduğu kabristana defnedilen, Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı, 30 Aralık 2022 tarihinde Ankara'da uğradığı kalleşçe kahpece uğradığı silahlı saldırı sonucu hakka yürüyen, ülkücü akademisyen Doç. Dr. Sinan Ateş ve babası, ülkücü hareketin gazilerinden bir süre önce hakka yürüyen Musa Ateş’i de kabirlerinin başında ziyaret etti. Kabir ziyaretlerinde ülkücü şehitler için dualar edildi. Şehitleri ziyaretin ardından Konferansın yapıldığı Uludağ Üniversitesine geçildi.
Program saygı duruşu, istiklal marşı ile başladı. Ardından Kur'an-ı Kerim tilavetiyle devam etti. Gönüllere taht kuran lider, dualarla ve okunan Kuran’la yad edildi. Muhsin Yazıcıoğlu'nun yaşamını anlatan sinevizyon gösterimi yapıldı.
Programın açılış konuşmasını anma programını düzenleyen ANDA Arama Kurtarma Topluluğu adına Meryem Zeynep Kurt yaptı. Ardından kürsüye gelen Hakkı Öznur tarihe not düşen hizmetlerde bulunan ANDA’ya teşekkür etti. Öznur konuşmasında dava adamı, milletin adamı şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun 40 yıllık siyasi yaşamını anlattı. Öznur’un 2 saat süren konuşmasında salonda duygusal anlar yaşandı.
Öznur'un konuşmasından başlıklar:
MAMAK ZİNDANLARINDAN TACEDDİN DERGAHINA
Bugünün en önemli sorunu: Kaht-ı rical. Eskilerin "kaht-ı ricâl" yani “devlet adamı kıtlığı” dedikleri bir süreç yaşanıyor ülkemizde. Onun yokluğu hem devlet nezdinde hem millet nezdinde derinden hissediliyor. Toplumun bütün kesimleri onu özlemle arıyor. Birleştirici, bütünleştirici, yol gösteren, sağduyulu, itidalli tavrıyla hep örnek olmuştur.
Muhsin Başkan klasik bir politikacı değildi. O’nda İslam ahlakı vardı. Ahlaklı, faziletli, dürüst, haysiyetli bir liderdi. Asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. Öylesine vakar sahibi, feraset sahibi bir insandı ki; zulüm Azrail olsa da ben hep Hakk’ı tutacağım, düsturuyla hareket ederdi. Muhsin Başkan ötekileştirmezdi. Birleştirici, bütünleştirici ve kuşatıcıydı. Toplumu ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı siyasetleri her zaman tehlikeli bulmuş ve uyarıcı olmuştur.
Muhsin Başkan’ın “gizli” ajandası yoktur. Açık, şeffaf ve milletiyle dava arkadaşlarıyla iç içe bir bütün olan milli bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu deyince dava adamlığı, davaya adanmışlık, fazilet fedakârlık, vefa, kadirşinaslık, hasbilik, beklentisizlik akla gelir.
Biz Allah yolunda, kuran yolunda, millet yolunda şehit düşen Muhsin başkanla beraber olduk. İyi ki onun gibi yiğit bir liderle, adam gibi adamla yol ve dava arkadaşı olmuşuz. Ne mutlu bizlere…
Türkiye’nin milli direnç merkeziydi, meclisin sigortasıydı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenaze töreni; kalabalığı, kuşatıcılığı, mesajları ve toplumun her kesimini kucaklaması ve her kesime mesaj vermesi açısından çok önemlidir
Devleti kuran ilk meclisten bu yana ilk kez millet meclisinde tekbirler duyuldu. Kocatepe Camii’nden Tacettin Dergâhına uzanan yolları, sokakları, caddeleri dolduran milyonlar onun için gözyaşı döktü ve hüsn-ü şahadet etti. Cumhuriyet tarihi boyunca ölümüyle milyonları ağlatan, hüzne boğan ve ardından dualar, hatimler gönderilen kaç siyaset ve devlet adamı var!
Muhsin Yazıcıoğlu, her zaman adaletten, demokrasiden ve milletten yanaydı. Muhsin Yazıcıoğlu, devletin kilit noktalarında görev yapmadı. Ne Cumhurbaşkanı oldu ne başbakanlık yaptı ne bakanlık… Ne iktidara geldi ne de hükümete ortak oldu. Hep milletin ve devletin bekasını savundu. Hep “Türk devleti ve milleti yaşasın” dedi. Ama buna rağmen hep darbeler yedi, zulümler gördü. Devlet ona bir gün lazım oldu, o gün de devlet Keş Dağları’nda yanında yoktu.
ALDANMADI, ALDATMADI, DİK DURDU, DÜZ YAŞADI
Muhsin Yazıcıoğlu’nun siyasi çizgisinde kırıklık yoktur. “Gizli” ajandası yoktur. Açık, şeffaf ve milletiyle, dava arkadaşlarıyla iç içe, bir bütün olan kumaşı, omurgası, ahlakı, sağlam bir liderdi. Muhsin Yazıcıoğlu, klasik bir politikacı değildi. O’nda İslam ahlakı vardı. Ahlaklı, faziletli, dürüst, haysiyetli bir liderdi. Asla çıkarların adamı olmadı, daima fikirlerin adamı oldu. O, siyasi parti başkanının ötesinde tarihi bir kişilikti. Politikanın kayıkçı kavgasını andıran bir üslupla yürütüldüğü bir zeminde, inancın ve fikrin doğrularını söyleyerek, Türk siyasetinin hesap yapmayan tek lideriydi.
Günümüzün bazı siyasi liderleri gibi makyavelist değildi, Oportünist değildi, ikiyüzlü değildi, ‘Aldanmadı’, ‘aldatmadı’, milletimizden özür dileyecek yanlışlar yapmadı. Ne ‘aldandı’ ne ‘aldattı’. Hep doğru, ilkeli, tutarlı siyaset izledi. Hiçbir çıkar ve menfaat duygusu olmadan millet aşkı ile yola çıkan Muhsin Yazıcıoğlu, politikanın fırıldaklarından olmadı, ikiyüzlü davranmadı. İhtirasları yoktu…
Kendisi için bir gün yaşamadı. Ömrünü, hayatını, verdiği yüce davasına adadı. Her türlü istibdada karşıydı, İstiklal aşığıydı. Çile adamıydı. Davasının çilesini çekti hep. Nefsine esir düşmedi, kimseye iftira atmadı, kin tutmadı, Hep dik durdu, düz yaşadı, hayat çizgisinde kırıklık yok, çizgisini bozmadı, istikametini değiştirmedi. İnandığı değerlere hep bağlı kaldı.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun siyaset çizgisi, ayrıştırıcı değil birleştirici, ötekileştirici değil bütünleştiriciydi. Muhsin Yazıcıoğlu, her daim adaletten, demokrasiden, milletten yana olmuştur
İstikameti-kıblesi dosdoğru bir dava adamıdır. O, istikamet ve vakar sahibiydi. O, makam ve mevkileri değil, sonsuzluğu düşünen bir liderdi. Milletinin istiklali ve istikbali için bir çok zorluğa göğüs gerdi. İstibdada karşı istiklale aşık olan Muhsin Yazıcıoğlu, sağlam karakterli, yüksek ahlaklı ve dik duruşlu bir dava adamıydı. İstikamet ve vakar sahibiydi.
Milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu, siyaset üreten bütün kesimlerle monoloğu değil diyalogu tercih eden, konuşmalarında vatandaşları kucaklayıcı bir dil kullanan ve bir siyasetçide olması gereken bütün güzel vasıfları üzerinde toplamış, bir rol-model siyasetçi, yüksek bir şahsiyet, özüne ve sözüne kayıtsız itimat ve itibar edilen tertemiz bir devlet adamıydı.
DÖNEMİN CUMHURBAŞKANI KORUTÜRK’Ü UYARDI
Ülkücü Gençlik hareketinin yayın organı “Büyük Türkiye’ye Hasret” ve “Genç Arkadaş” gazetelerinde ideolojik politik başyazılar yazdı Genç Arkadaş’ta “sistem tartışmaları” (4 bölüm) Hasret Gazetesinde “İslam’ın Bayrağı Kanlarımızla Yükseliyor”, “Ülkücü Gençlik Ölecek İslam Güneşi Sönmeyecek”, “Gücümüzü İslamdan Alıyoruz “. “Önce İman ve Ahlak.” “Ülkücü Gençlik Ölse de Zafer İslam Bayraktarlarının” “Ölçü İslam Olmalı” ,”Ülkücü Hareketin İlkeleri”, “Türk milliyetçiliği Hareketi” ve gayri –milli ideolojiler vb. onlarca yazı yazmış.
1980 öncesi ÜOD ve ÜGD Genel Başkanlığı yapan Ülkücü Gençlik lideri Muhsin Başkan ölümün kol gezdiği, namluların kan kustuğu çatışmalı yıllarda Türk gençliğini hep şiddetten çatışmalardan uzak tutmaya çalıştı. Konuşmalarında ve yazılarında “eller silah değil, kalem tutmalı” diyerek, gençliğe tarihi öneme sahip mesajlar verdi.
Türk gençliğini, küresel emperyalizme ve onun emrindeki beşinci kol gruplara, iç savaş tahrikçilerine karşı daima uyardı. “Tahriklere kapılmayın, provokasyonlara gelmeyin” dedi. Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı iken, Şubat 1978 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e diplomatik bir üslupla mektup yazarak, ülkenin içinde bulunduğu zor şartları ve tehlikeleri, devam eden kaos ortamını ve kızıl anarşiyi anlatıyordu.
Ülkenin Cumhurbaşkanı olarak sorumlu olduğu makamın gereğini yapmasını ve duruma seyirci kalmamasını istiyordu. Kısacası Cumhurbaşkanına, “ülke tehlikede, demokrasi düşmanları kaos peşinde” uyarısında bulunuyordu. Bir gençlik lideri gibi değil, bir bilge siyaset ve devlet adamı gibi hareket ediyordu. Türkiye’nin 12 Eylül askeri darbesine sürüklenen sürecini önceden görmüştü.
1977 – 1980 yılları arasında milletimizi derinden sarsan ve acılara gark eden Malatya, Sivas, Kahramanmaraş, Çorum, vb. yerlerde çıkan olayların birer provokasyon olduğunu, bu provokatif olayların, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyen yabancı istihbarat servisler ile ajan diplomatların (CIA elemanları, Barış Gönüllüleri) işi olduğunu, bunların amaçlarının Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak olduğunu siyasi konuşmalarında, sohbetlerinde, yazılarında açıkça ortaya koyuyordu.
12 EYLÜL DARBESİNİ ÖNCEDEN GÖRDÜ. UFKU GENİŞ BİR LİDERDİ
Demokrasi dışı arayışlarda bulunan ve 1978 Temmuz’undan itibaren “ihtilal şartlarını olgunlaştırmak” isteyen, gladyo ile iç içe çalışan askeri vesayetçi kesimlerin, darbe hazırlıkları yaptığı süreci, ülküdaşlarıyla değerlendiriyor, yaklaşan bir darbeye karşı ne yapacaklarını, darbenin rengini ve böyle bir darbede Türkiye’nin nasıl bir durumla karşılaşabileceğinin durumunu kendi aralarında tartışıyorlardı.
Muhsin Yazıcıoğlu, Türkiye ve dünya meselelerini çok iyi analiz ediyordu. Türkiye’nin askeri bir darbeye hızla sürüklendiğini, askerlerin Genelkurmay karargâhında darbe hazırlıkları yaptığını, olacak bir darbenin, Amerikancı, NATO’cu bir darbe olacağını ve demokrasinin büyük yara alacağını, ülkenin karanlık bir döneme gireceğini önceden tespit etmişti. Yönelişleri sezen bir başkandı.
Muhsin Yazıcıoğlu ufku geniş bir liderdi. “Darbe geliyor” öngörüsünde ve tespitlerinde haklı çıkmıştı. CIA’nın “Bizim Çocuklar” dediği, Amerikancı, NATO’cu Generaller 12 Eylül darbesini yapmışlar, yönetime el koymuşlar ve ülke karanlığa sürüklenmiş, demokrasi bir kez daha rafa kaldırılmıştı.
MUHSİN YAZICIOĞLU BİR İHBAR NETİCESİNDE KURULAN BİR PUSUDA YAKALANMIŞTIR
12 Eylül 1980 tarihinde de darbe yapıp, yönetime el koyanlar tarafından; hareketin lideri Başbuğumuz Alparslan Türkeş, MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri dâhil 50 binden fazla ülküdaşımız, gözaltına alınmıştır. Binlercesi, uydurulan senaryo, tertip, düzmece belge ve yalancı şahitlerle haksız yere suçlanarak, tutuklanmıştır.
Muhsin Başkan darbenin olduğu tarihte Sivas’ta bulunmaktaydı. Darbeyi öğrenir öğrenmez Ankara’ya geldi. 12 Eylül fırtınası devam ediyordu. İrtibat kopmuştu. Yazıcıoğlu, zor koşullarda ülküdaşlarına yardım etmeye çalışıyordu. İşi zordu. Bütün bu zorluklara rağmen teşkilatın dışarıda kalan kadrolarını toparlamaya, yeniden bir teşkilat yapısı kurmaya büyük çaba sarf ediyordu.
İstanbul dönüşü Başbuğumuz Türkeş, Aralık ayında bazı aracılar vasıtasıyla Yazıcıoğlu’na haber göndererek “Yazıcıoğlu yurt dışına çıksın” diyordu. Türkeş Yazıcıoğlu’na bu teklifi “12 Eylülcüler yakalar, işkence yaparlar. Büyük eziyet görür” diye yapmıştı. Yazıcıoğlu ise Türkeş’in bu isteğine şöyle cevap veriyordu: “Arkadaşlarımız idam edilirken, işkenceden geçirilirken zindanlardayken benim yurt dışına çıkmam doğru değil. Arkadaşlarımı yalnız bırakamam. Önemli olan benim şahsımın dışarı çıkması değil, hareketin toplanması dağınıklığın giderilmesidir.”
MUHSİN YAZICIOĞLU, C-5 ADLI İŞKENCE MERKEZİNDE İŞKENCELERDEN GEÇİRİLDİ!
12 Eylül askeri müdahalesiyle, MHP ve ülkücü kuruluşların lider kadroları başta olmak üzere on binlerce ülkücü tutuklanmıştır. Ülkücülerin işkence gördüğü merkezlerden biri İstanbul Harbiye'deydi. Adana Bölgesi'nin işkence merkezi Polis Okulu'ydu. Kayseri'de Zincidere adı verilen bir işkence merkezi vardı. Malatya, Bursa, Eskişehir, Sivas, Erzurum, Konya vb. yerlerde Emniyet Müdürlüğü'nün içindeki özel işkence merkezleri vardı. Mamak’ta C-5’te, Zincidere’de, Malatya’da, Bursa’da, Eskişehir’de; Türkiye’nin dört bir yanında işkencehanelerde Ülkücüler şehit edildi. Dava arkadaşlarımızı şehit ettiler intihar süsü verdiler.
12 Eylül 1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin lideri olan Muhsin Yazıcıoğlu Ankara Mamak’taki 4. Kolordu Komutanlığı 28. Mekanize Piyade Tümeni içerisinde bulunan C-5 adlı işkence merkezinde 1 ay işkencelerden geçirildi. Muhsin Başkan’ın, adına “C-5” denilen işkencehanede gördüğü işkence, 13 Şubat 1981 tarihli “ilk muayene” kaydında, ‘dirseklerinde yara, parmaklarında yanık izleri ve idrarında kan’ tespit edildi bilgisiyle yer alıyordu.
Muhsin Yazıcıoğlu, C – 5 adlı işkence merkezinde de devam ettirmiş, ser verip, sır vermemiş, işkencecilere direnmiş, teslim olmamıştır. Her türlü zulme ve baskıya rağmen merkezinde işkencecilere karşı dik durmuş, ülkücü duruşunu bozmamış, onlara asla boyun eğmemişti.
İşkenceli sorgulara konseyden talimat alan solcu savcı ve hakimler de katılıyordu. Hava Hakim Albay Nurettin Soyer ve onun gibi ülkücü hareket düşmanı savcıların nezaretinde ülkücülere işkenceler yapılıyor, işlemedikleri suçlar işkence ile üzerlerine yıkılmaya çalışılıyordu. Birçok ülkücü idam sehpalarında ve işkencehanelerde şehit düştü.
Türkiye’nin dört bir yanından Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne C-5 adlı özel işkence merkezine getirilen Ülkücülere, Başbuğ Türkeş ve Muhsin Başkan başta olmak üzere Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinin aleyhine ifade vermeleri için büyük baskı ve işkenceler yaptılar.
İdam edilen Mustafa Pehlivanoğlu, Fikri Arıkan, Ali Bülent Orkan gibi ülküdaşlarımızı hücrelerinden çıkartıp tekrar işkenceli sorgulara almışlar ve “Türkeş’i ve Yazıcıoğlu’nu suçlayın, idamınızı engelleriz” gibi alçakça tekliflerde bulunmuşlardır. Hava Hakim Albay Nurettin Soyer’in içinde bulunduğu çetede cezaevi komutanı Raci Tetik de vardı. İdama gidenleri hücrelerinden çıkartıp dövdüler, insanlık dışı eziyetlerde bulundular.
Türk mahkemelerinde, Türk milliyetçileri yargılanmaya kalkışıldı. 12 Eylül 1980 sonrası açılan “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın” iddianamesini de askeri savcı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer Genelkurmay karargâhında, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştı. 29 Nisan 1981’de “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” açıldı. Davanın savcısı ülkücü düşmanı Nurettin Soyer idi.
29 Nisan 1981 tarihinde 945 sayfalık bir iddianame ile başlayan davada Milliyetçi hareketin lideri Alparslan Türkeş ve Ülkücü Gençlik lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu 220 ülkücünün idamı istenmiştir.
MAMAK’TAN MECLİSE
Muhsin Başkan Mahkemelerde yaptığı tarihi savunma ile 12 Eylül’cülerin karanlık yüzünü ortaya çıkarmış, maskelerini düşürmüştür. 12 Eylül mahkemelerinin hukuksuzluğunu ortaya koymuştur. Onun varlığı, duruşu, yiğit tavrı zindanlardaki Ülkücülere büyük güven veriyor, onların moralini yükseltiyordu. Mamak Cezaevi’nde yattığı sürece dik duruşu, örnek tavrıyla dışarı da olduğu gibi içerde de örnek bir gençlik lideriydi. Bu yüzden O, bütün Ülkücülerin hep yürekten sevdiği, inandığı, itimat ettiği, yiğit “Muhsin Başkan”larıydı.
Yazıcıoğlu bir konuşmasında “Ne kaderime küstüm ne devletime küstüm! Çünkü inanmak iman etmek varsa bir şeye bedel neyse katlanıp; Ya Rabbi kahrın da hoş lütfun da dedik” demişti. Davasına, inanmış bir iman ve ahlak adamı söyler bu sözleri.
Muhsin Yazıcıoğlu hiçbir zaman 12 Eylülcülere, zalimlere boyun eğmemiş tahliye talebinde bile bulunmamış, ülkücü camianın bütün acısını ve ızdırabını omuzlamaya çalışmıştı. Yazıcıoğlu, “Ben tahliye edilirsem arkadaşlar kendilerini yalnız hissederler. Bu zindandan en son çıkacak ben olmalıyım.” diyordu. 12 Eylül zulmünün bütün dehşetiyle sürdüğü Mamak cezaevinde bir gençlik lideri nasıl davranması gerekiyorsa öyle davrandı. Dava arkadaşları için ümit ve moral kaynağı oldu hep…
8 Nisan 1987 yılında cezaevinden çıktıktan sonra dava arkadaşlarıyla aktif siyasi hayata girdi. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde Sivas’tan milletvekili seçildi. 9 Ocak 1993’te Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. Şehadetine kadar BBP’nin genel başkanlığını yaptı.
93 SÜRECİNDE LAİK-ANTİLAİK VE TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI ÇIKARTILMAYA ÇALIŞILDI
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, Avrupa’da Gladyo tasfiye edilirken Türkiye’de ise Gladyo, çalışmalarını aksatmadan devam ettiriyordu. 1993 sürecinin; suikastlar, provokasyonlar, faili meçhul cinayetler, devlet içinde illegal yapılanmalar ve demokrasi dışı arayışlar, 12 Eylül 1980 öncesinden farkı yoktu. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, emekli ve muvazzaf subaylar, profesyonelce işlenmiş siyasi cinayetlere kurban gittiler.
Körfez Savaşı’nın sona ermesinden sonra, bölgedeki boşluktan istifade eden PKK ise, TSK’ya silahlı eylemler düzenledi. “Kirli güç” olan Çekiç Güç destekli PKK, eylemleri ile birlikte suikastlar da devam ediyordu. 1991-1994 yılları arasında Çekiç Güç’e karşı çıkanlar, peş peşe suikast ve şüpheli ölümlerle hayatlarını kaybedecekti.
Bingöl-Elazığ karayolunda korumasız yola çıkarılan 33 erimizin şehit edilişi, Sivas, Başbağlar olayları, yine 1993 yılının en karanlık olaylarındandır. Karanlık suikastlar gibi, 33 er olayı, Sivas olayları (Madımak yangını) ve Başbağlar katliamı halen aydınlatılamamıştır. İç savaş tahrikçileri, Sivas, Başbağlar, Gazi Mahallesi olaylarıyla Alevi-Sünni çatışması çıkarıp, toplumu cepheleştirmek ve kamplaştırmak istemişlerdir.
Tutarlı ve ilkeli bir siyaset adamı olan liderimiz Yazıcıoğlu, 93 sürecinde ülkede devam eden ötekileştirici, kutuplaştırıcı, cepheleştirici, kirli politikaları yanlış buluyor ve karşı çıkıyordu.
Yazıcıoğlu, bürokratik oligarşi ile irtibatlı militarist kesimlerin ülkemizde “laik-antilaik çatışması” çıkartarak, BAAS tipi bir dikta rejimi peşinde koştuklarını dile getiriyordu. Yazıcıoğlu, “Darbe dönemleri kapanmalı, antiparlamenterist akımlara karşı toplumun bütün kesimleri, duyarlı olmalı, demokrasiye sahip çıkmalı” diyordu.
Yazıcıoğlu, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya yönelik menfur, karanlık suikastların üzerine kararlılıkla gidilmesini, devlet içinde, hukuk dışına çıkan, illegal karanlık yapılanmalarla mücadele edilmesini söylüyordu.
MİLLET’TEN VE DEMOKRASİ’DEN YANA YİĞİT TAVRIYLA TARİH YAZDI
Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylül sürecini takip eden “1993 Örtülü Darbe’sinde” bu sürecin devamı olan 28 Şubat ve sonrasında yine demokrasiye ve millî iradeye sahip çıkarak, Türk demokrasi ve siyasi tarihine yiğit bir lider, gerçek bir ‘siyaset ve devlet adamı’ olarak geçmişti.
Örtülü darbe süreci (93 süreci karanlık yıl 1993) 28 Şubat ve e- muhtıra sürecinin de çok iyi bilinmesi lazım. Bu süreçte siyasete dışarıdan müdahaleler vardı. Yine Türk siyaseti küresel bir plan dahilinde dizayn edilmeye çalışılıyordu. Muhsin Yazıcıoğlu, bu süreçte de demokrasiyi milli iradeyi savundu.
Statükocularla, ordu içindeki mezhepçi sol cuntaların otoriter BAAS’çı zihniyete sahip bir askerî darbe yapıp yönetime el koymaya çalıştıkları karanlık 28 Şubat sürecinde “Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam!” diyerek millî irade ve demokrasi düşmanlarına dikilmiş, demokratik sisteme sahip çıkmıştı.
Sincan’da tank yürüten, milli irade ve demokrasi düşmanı, ulusalcı militarizme, oligarşik güçlere; “Askerin yeri kışladır. Ordu sivil siyasete müdahale etmemelidir, ‘ordu göreve’ diyen darbeci zihniyet, demokrasi ve millet düşmanıdır” diye haykırmış, cesareti ve dik duruşuyla milletin gönlünde taht kurmuştu. Muhsin Yazıcıoğlu, askeri vesayete ve onun her türlü iş birlikçilerine şunları söylüyordu: “Siyaset, siyasetçilerin işidir, askerlerin değil. Demokrasilerde ordunun yeri kışladır.”
Muhsin Yazıcıoğlu, askeri vesayete ve onun her türlü iş birlikçilerine şunları söylüyordu: “Sivil siyasete ordu karışamaz. Genelkurmay Karargahı milli güvenliğimizle ilgilenmelidir, siyasetle değil. Siyaset siyasetçilerin işidir, askerlerin değil. Demokrasilerde ordunun yeri kışladır.”
12 Haziran 1997 günü “Türkiye, İran olmayacak, Cezayir olmayacak. Suriye yapılmasına da biz asla müsaade etmeyeceğiz” diyerek, askeri darbe ile yönetime el koyup, BAAS’çı/Nusayrici bir dikta rejimi kurma isteyenlerin oyununu bozmuş ve demokrasiye sahip çıkmıştır. BAAS rejimi peşinde koşan Laikçi-Faşistlere, Neomaoculara, kartel medyasına, askeri darbeye çağıran sivil ihtilal kuvvetlerine meydan okuyan tek liderdi.
Muhsin Başkan, ilkeli siyaseti, dik duruşu ve yiğit tavrıyla 28 Şubat aktörlerinin, küresel baronların, karanlık, oyununu bozmuş, ordu içindeki cuntalara geri adım attırmış, birçok çevreye göre ise; 28 Şubat sürecinde Türkiye’yi mezhepçi Sol bir askeri darbeden kurtarmıştı.
“NAMUS MESELEMİZ ÇÖZECEĞİZ” DİYORDUNUZ. 15 YIL OLDU NE OLDU?
Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava ve yol arkadaşları bizlerin ve kamuoyunun ortak kanaati; Helikopter düşmedi, düşürüldü. Liderimiz ve dava arkadaşlarımız küresel bir organizasyonla şehit edildiler. Muhsin Yazıcıoğlu davasında devam eden mahkeme süreçleri, suikastın küresel örgütlü bir yapı tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir.
Mahkeme safhalarında da şahit oluyoruz ki; bu davada isimleri geçen bazı şüpheliler açıkça korunmuş ve ödüllendirilmişlerdir. Hükümet, olay olduğunda bölgede görev yapan ihmalleri ve kusurları bulunan, bilgi kirliliğine yol açan, arama kurtarma ile uğraşmayan, hiçbir şey yapmayan bürokratları ödüllendirmiştir. Hükümet, suçluları korumuştur. Sanık olarak yargılanması gerekenler tanık olarak mahkemelerde konuşturuluyor. Mahkemelerde ifade vermesi gereken bakanlar, bürokratlar, devlet görevlileri, mahkemelere çağrılmıyor, haklarında bir soruşturma bile açılmıyor.
Düzmece raporlar hazırlayarak suikasta kaza olarak gösterdiler. Binali Yıldırım’ın başında olduğu Ulaştırma Bakanlığı, düzmece bir rapor hazırlayarak olay için “kaza, pilotaj hatası” demiştir. Ölümcül olay için “küçük kaza, pilotaj hatası” denilerek dosya kapatılmaya çalışılmıştır.
Açılımların Prensi” denilen. Dönemin Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay aynı zamanda liderimizin ve dava arkadaşlarımızın şehit düştüğü olayı araştıran Meclis komisyonu başkanına “Ne karıştırıyorsun? Gitti dağa çarptı. Bırak bu olayla ilgilenme” diyen ve olayın araştırılmasını, soruşturulmasını engellemeye çalışan, dosyayı kapattırmaya çalışan kişidir.
ADALETTEN VE MİLLETTEN KAÇAMAZSINIZ. YARGILANACAKSINIZ , HESAP VERECEKSİNİZ!
Muhsin Yazıcıoğlu soruşturmasına engel olanlar, “kaza” diyenler, “kazadan kaza çıkarmayın” diyenler, “bu davanın peşini bırakın, kaza ile düştü, ne uğraşıyorsunuz?”, “helikopter dağa çarptı öldüler ne peşine düşüyorsunuz”, “Ne karıştırıyorsunuz? Gitti dağa çarptı. Bırakın bu olayla ilgilenmeyin.” diyenler, AKP yöneticileri, bakanları, bürokratlarıdır.
AKP iktidarı tarafından korunan, kollanan, mahkemelere çıkartılmayan, ifadeleri bile alınmayan kim varsa; makamları, mevkileri ne olursa olsun bir gün mutlaka alayı adalet önüne çıkarılacak ve millete hesap vereceklerdir. Kaçışınız yok! Hepiniz, adalet önünde hesap vereceksiniz. Kaçışınız yok! Adaletten ve milletten kaçamayacaksınız. Adalete, millete hesap verecekler.
Gün gelecek devran dönecek, alayı hukuk önünde yargılanacaklar. Bu suikastta kim, kimler varsa, yer almışsa, rol almışsa nerede saklanırlarsa saklansınlar, bulacak, çıkaracak, milletimizin huzurunda hukuk içinde hesabını soracağız. Bir gün mutlaka hukukun hâkim olduğu gerçek mahkemelere çıkartılacaksınız. Milletimize hesap vereceksiniz.
CEMAL KAŞIKÇI İÇİN DÜNYAYI AYAĞA KALDIRDILAR, MUHSİN YAZICIOĞLU SUİKASTİ İÇİN KILLARINI KIPIRDATMADILAR
2 Ekim 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girdikten sonra bir daha haber alınamayan, 18 gün sonra 20 Ekim 2018 günü öldürüldüğü zalim Suud rejimi tarafından resmen açıklanan gazeteci Cemal Kaşıkçı için AKP/Saray rejimi aylarca bu cinayetin peşine düşmüştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere devleti yönetenler, Cemal Kaşıkçı cinayetinin ortaya çıkarılması için her şeyi yapmışlar, dünyayı ayağa kaldırmışlardır. Elbette devletimiz, topraklarımızda işlenen bu cinayetin aydınlatılması için yapılması gerekeni yapacak bu işlenen cinayetin peşine düşecektir. Ancak iş, Muhsin Yazıcıoğlu suikastine geldiğinde aynı azmi, kararlılığı ve cesareti 15 yıldır göstermemişlerdir.
Erdoğan ve kabinesi, Kaşıkçı cinayeti için “Kimse kuşku duymasın. Açığa çıkartılacak. Bu işten sıyrılmak mümkün değil” demiştir. AKP Genel Başkanı Erdoğan, BM’de Cemal Kaşıkçı suikastından söz etti ama 15 yıldır Yazıcıoğlu suikastından söz etmedi.
Milletin adamı liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ve dava arkadaşlarımız hastane köşesinde ölmedi. Keş dağları’nda şehit edildiler. Bu suikast ülkeyi 22 yıldır yöneten AKP iktidarında, döneminde oldu. Saray/AKP rejimi, Muhsin Yazıcıoğlu davasıyla 15 yıldır yakındır nedense hiç ilgilenmemiştir, üzerine bile gitmemiştir.
Aziz milletimizin ve kamuoyunun “suikast” olarak gördüğü davayı baştan beri AKP hükümeti ve bürokratları “kaza” olarak göstermeye çalışmış ve başından beri davayla ilgilenmemiştir, AKP iktidarı, ihmalleri, kusurları, suçları, olan bazı askeri ve sivil bürokratları korumuş, kollamış, hatta ödüllendirmiştir.
İster asker ister sivil olsun, bu olayda sorumluluğu bulunanlar, ihmali ve kusuru olanlar, elimizden asla kurtulamayacaklar. Bu davanın ilelebet takipçisi olacağız. Devlet içinde, hükümet içinde, ordu içinde, bürokrasi içinde bu olayı örtbas etmeye, karartmaya, kapatmaya çalışanlar, hain emellerinde muvaffak olamayacaklar.,
Zannetmesinler ki, suikastın peşini bırakacağız. Zannetmesinler ki, kumpasçıların yaptıklarını yanlarına bırakacağız. Zannetmesinler ki, susacağız, korkacağız, çekineceğiz, meydanları terk edeceğiz.
Şehit liderimiz Muhsin Başkanımızı tüm şehitlerimizi dava büyüklerimizi, dava arkadaşlarımızı rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Onları asla unutmadık ve unutmayacağız.