Eksen'den 'Türkiye'nin Millî Güvenlik Meselesi ve Sınırlarımız' paneli
EKSEN Eğitim Sen Sendikası, Ankara Kitap Fuarı'nda, ATO Congresium'da 'Türkiye'nin Millî Güvenlik Meselesi ve Sınırlarımız' konulu panel düzenledi.
EKSEN Eğitim Sen Sendikası, Ankara Kitap Fuarı'nda, ATO Congresium'da “Türkiye'nin Millî Güvenlik Meselesi ve Sınırlarımız” konulu panel düzenledi. Kurulduğu tarihten beri birçok panel ve konferans düzenleyen EKSEN sendikasının düzenlediği “Türkiye'nin Millî Güvenlik Meselesi ve Sınırlarımız” adlı panelin konuşmacıları, araştırmacı-yazar Hakkı Öznur, Irak Türkmen Cephesi Temsilcisi Kutluhan Yayçılı ve Suriye Türkmen Dernekleri Federasyon Başkanı Tarık Sulo Cevizci idi. Panelin başkanlığını EKSEN Sendikası Genel Başkanı Dr. İsmail Yıldız yaptı.
Milli ve manevi değerlere bağlı milli yerli demokrat bir sendika olan EKSEN, düzenlediği devletten milletten demokrasiden hukuktan yana Türkiye'nin birliğini, beraberliğini, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunan etkinlikleriyle, programlarıyla, toplantılarıyla tarihe not düşmeye devam ediyor.
EKSEN'in düzenlediği panel, saygı duruşu, İstiklal Marşı'nın okunmasından sonra başladı. Panelin başkanlığını yapan Dr. İsmail Yıldız, Cumhuriyet'in 99. yılında yapılan bu anlamlı günün mana ve önemine değinen ve panelin amacını anlatan, kısa konuşmasından sonra sözü Irak Türkmen davasının önde gelen isimlerinden biri olan Irak Milli Türkmen Partisi Genel Başkanı ve Irak Türkmen Cephesi Yürütme Kurulu üyesi, 14 Mayıs 2004 tarihinde Kerkük-Tuzhurmatu karayolundaki Kifri kavşağında kontrol noktasında açılan yaylım ateşinde şehit edilen Mustafa Kemal Yayçılı'nın oğlu, babası gibi tavizsiz Türk milliyetçisi olan Irak Türkmen Cephesi Temsilcisi Kutluhan Yayçılı'ya verdi.
Yayçılı, Irak Türklerinden, Irak Türklerine yapılan katliamlardan zulümlerden söz etti. Konuşmasında geçmişten günümüze Irak'taki siyasi iktidarlardan ve bu iktidarların Türkmenlere yönelik bakışlarını ve yine Irak'ta devam eden kaos ortamı ve Türkmenlerin içinde bulunduğu durumdan ve ITC'nin çalışmalarından ve tarihi misyonundan söz etti. Yayçılı, duruşu, tavrı ve aktardığı değerli bilgilerle dinleyenleri etkiledi.
Akademisyen ve Suriye üzerine çalışmaları olan, Suriye Türkmen Dernekleri Federasyon Başkanı Dr. Tarık Sulo Cevizci de geçmişten günümüze Suriye'nin siyasi sosyal ve kültürel yapısını, Suriye Türkmenlerinin durumunu, Türkiye'nin Suriye konusunda izlediği tutumu ve son güncel gelişmeleri anlattı. Cevizci, ayrıca, PKK'nın Suriye kolu olan YPG terör örgütünü ve ona destek veren, eğiten, taşeron olarak kullanan ABD ve Batı emperyalizminin küresel oyunlarını ve politikalarını anlattı.
Halep doğumlu Dr. Cevizci konuşmasında Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyindeki terör örgütlerine karşı düzenlediği operasyonların çok doğru olduğunu, devam etmesini, çünkü sınırlarımızdan içeri giren terör örgütlerinin milli güvenliğimiz açısından tehdit olduğunu söyleyerek “Türkiye Suriye ile yakından ilgilenmeli ve Türk ordusu, mutlaka bölgede olmak zorundadır.” dedi. Cevizci son derece akıcı konuşması ve verdiği çok önemli bilgilerle dinleyenleri bilgilendirdi.
Ortadoğu ve yakın politik tarih üzerine yaptığı çalışmalar, yayımladığı tarihi öneme sahip kitaplarla, Türkiye'nin en önemli araştırmacı yazarlarından biri olan, alanında otorite olarak kabul edilen, “Orta Doğu'nun Cahşları” adlı çok önemli başucu, kaynak bir kitabın yazarı Hakkı Öznur da “Türkiye'nin milli güvenliği” ve “beka meselesi” ile ilgili çok dikkat çekici ve tarihi öneme sahip, dinleyenleri bilgilendiren ve etkileyen bir konuşma yaptı.
Geçmişten günümüze Irak ve Suriye konusunda dinleyicilere tarihi bilgiler veren Öznur, olaylarla, belgelerle kronolojik olarak bölgenin 100 yılını anlattı. Konuşmasında mevcut sınırları, İngiliz emperyalizminin çizdiğini, Musul ve Kerkük'ün Misak-ı Milli'ye dahil olduğunu anlattı.
Öznur şu konulardan bahsetti:
Suriyeli sığınmacılar/göçler, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde terör örgütlerine yönelik operasyonlar, “Çözüm Süreci” denen “ihanet süreci”, “açılım” toplantıları, 2009-2014 yılında gerçekleşen “Habur rezaletleri”, Oslo ve İmralı görüşmeleri, İmralı'ya yapılan BDP/HDP ziyaretleri, metropolleri ve kırsal kesimleri silahla dolduran PKK militanları, PKK suikastları, eylemleri, Diyarbakır meydanında okutulan Öcalan mesajları, HDP ve Öcalan talimatlı 6-9 Ekim 2014 olayları, KCK/PKK'nın “öz yönetim” ilanları, hendekler, barikatlar, döşenen mayınlar, PKK-BAAS ilişkileri, Öcalan-Muhaberat ilişkisi, PKK'nın Suriye kolu PYD/YPG, ABD-YPG ilişkisi, ABD ve NATO tarafından silahlandırılan YPG, ABD Dışişleri ve Pentagon mensuplarının bölgeye giderek PYD/YPG ve SDG adlı terör örgütlerinin şefleriyle yaptıkları gizli ve karanlık görüşmeler, Rusya-Esad ilişkisi, Rus ordusunun Suriye ordusuna verdiği silah ve operasyon desteği daha pek çok konu…
Hakkı Öznur şunları kaydetti:
“Suriye ve Irak'tan dolayı ülkemiz açık hedef halinde. Milli güvenliğimiz, tehdit altındadır .Türkiye'yi de içine alan Irak ve Suriye senaryoları, Washington, Londra, Moskova ve Şam'da yapılan Orta Doğu Konferansları'nda ve toplantılarında ele alınmıştır. Türkiye, şiddet ve terör yoluyla bölgesel savaşın içine çekilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'ye kanlı tuzaklar kurulmuştur. Küresel güçler, Türkiye'ye yönelik terör konsorsiyumu oluşturmuşlardır. Türkiye küresel devlet operasyonların ve organizasyonlarıyla karşı karşıyadır.
Türkiye üzerinde derin, karanlık operasyonlar yapılıyor. Dışarıdan organizeli küresel operasyonlar, sığınmacılar/ göçler ülkemiz açısından artık bir numaralı güvenlik sorunu haline gelmiştir. Ülkenin milli güvenliği, tehdit altındadır. Operasyon içinde operasyonlar var. Ülkemizde açıkça istihbarat savaşları yapılıyor. Topraklarımız yabancı istihbarat servisleriyle, ajanlarla, etki ajanlarıyla kaynıyor. Etki ajanları, nüfus casusları, devletimizin içine kadar sızmıştır.
Türkiye, hızla Ortadoğulaştırılmak isteniyor. Türkiye, 1970'lerin Beyrut'una, günümüzün Suriye'sine, Irak'ına, Afganistan'ına döndürülmeye çalışılıyor. Türkiye'yi, Pakistanlaştırma, Iraklaştırma, Suriyeleştirme senaryosu, devam ediyor.
Ülkemizi hedef alan alçakça saldırılar devam ediyor. Hedef Türkiye'dir. Küresel statüko ve taşeronları, Türkiye'yi bölgesel savaş alanına çevirmek istiyorlar. Türk devletini hedef alan küresel senaryoların arkasında kapitalist, enternasyonal Bilderberg Group vardır.
Türkiye'nin, küresel bir güç haline gelmesini istemeyen küresel emperyalizm, taşeron örgütler eliyle, ülkemizi istikrarsızlaştırmak istiyor. Küresel baronlar, savaş lobileri, silah lobileri Orta Doğu'yu Ankara'ya getirmeye çalışıyorlar. Türkiye uzun bir zamandan bu yana, birçok devletin istihbarat elemanlarının rahatça cirit atabildiği bir istihbarat çöplüğüne dönmüştür. Türkiye'yi saran, devletin kılcal damarlarına kadar girmiş, kökleri dışarıda olan karanlık bir ağ var.
Küresel BOP'çular ve iş birlikçileri Suriye'de devam eden iç savaştan faydalanarak, bölgede yeni değişimler peşindeler. Yaşananlar, BOP'un kan tutkusudur. Suriye'de ve Irak'ta olup bitenler, yaşananlar, sınırlarımızda cereyan eden hadiseler, bunu ortaya koymaktadır.
“Yeşil Kuşak” projesi, BOP, BİP ile devam ediyor. Afganistan'daki savaşın lojistik ve insan kaynağı açısından beslendiği yer, Pakistan'dı. Türkiye de Suriye'deki iç savaşın lojistik beslendiği yer oldu. İzlenen yanlış politikalar sonucunda Suriye'siyle, Irak'ıyla Orta Doğu, Türkiye'ye girmiştir.
Türkiye, Irak-Suriye hattına dikkat etmelidir. PKK meselesi, Türkiye-Irak hattında sürerken bir de şimdi, PKK'nın Suriye kolu olan PYD/YPG yüzünden PKK meselesi Türkiye-Suriye sınırına da taşındı. Amaç, bölgede Türkiye'nin kaosa sürüklenmesi.
Sınırlarımızda, ülkemizin güvenliğini yakından ilgilendiren çatışmalar yaşanıyor. Bölge, silahlı terör gruplarının insafına terk edildi, sınırlar delik deşik oldu, kevgire döndü. ABD, İsrail, İngiliz, Rus, Alman, Fransız, İran, Suriye istihbarat elemanları, Akdeniz ve Güneydoğu'da karargâh kurmuşlardır. NATO ile bağlantılı gruplar, topraklarımızda bürolar açıyorlar. CIA, Mossad, M15, El Muhaberat, İran ve Rus gizli servisleri bölgede çok etkili faaliyetler yürütüyor.
Kayıtsız göç, beraberinde espiyonaj tehlikesini de kuvvetlendirmektedir. Her türlü yabancı istihbarat servisleri, topraklarımızda cirit atıyor. Türkiye, uzun bir zamandan bu yana, birçok devletin istihbarat elemanlarının rahatça cirit atabildiği bir istihbarat çöplüğüne dönüşmüştür.
SINIRLARIMIZ KEVGİRE DÖNDÜ, TOPRAKLARIMIZDA YABANCI İSTİHBARAT SERVİSLERİ CİRİT ATIYOR
Türkiye-Irak sınırı, Türkiye-Suriye sınırı 1921'de Kahire'de çizildi. Zamanında İngiliz Sömürgeler Bakanı Churchill'in yeni Orta Doğu için görevlendirdiği ve Irak, Suriye, Ürdün sınırlarını belirleyen İngiliz kadın casus Gertrude Bell'in yaptığı işi, günümüzde ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yapıyor. İngiliz casuslar, Osmanlı Devleti'nin dağılmasında ve Orta Doğu'da sınırların değişmesinde ve yeni kukla devletçiklerin ortaya çıkmasında nasıl etkin bir rol oynadıysa bugün yeni dünya düzenine hizmet için ABD işbirlikçileri bölgede aynı rolü oynuyor.
911 km'lik Suriye sınırı, 384 km'lik Irak sınırı, 560 km'lik İran sınırı, yol geçen hanına dönmüştür. PKK'lılar, El-Muhaberat bağlantılı derin Sol örgütler, Suud ve Katar destekli Vahabi-Selefi gruplar, cirit atıyor. Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak için iç ve dış mihraklar, beşinci kol gruplar, bütün karanlık çalışmaları yürütüyorlar.
Mevcut sınırlarımız terörle mücadelede TSK'ya dezavantaj sağlamaktadır. Türkiye, 150 km'lik sıcak takip sağlayacak tampon bölge oluşturmak zorundadır. Irak ve Suriye üzerinden gelen terör saldırılarının önünü kesmenin yolu, sınırlarımızın dışında önlem almak ve güvenli bölgeler oluşturmaktır.
Özellikle Suriye-Türkiye sınır hattının uzunluğunu bildikleri için Türkiye'yi yoğun bir bölgesel savaşın merkezine çekmeye çalışıyorlar. Sınırlarımızda etnik ve mezhep savaşları yapılıyor. Etki ajanları, nüfus casusları devletimizin içine kadar sızmıştır. ABD, AB, Rus, İran, Esad yanlısı etki ajanları her yerde dolaşıyor.
NATO ile bağlantılı gruplar, topraklarımızda bürolar açıyorlar. CIA, Mossad, M15, El Muhaberat bölgede çok etkili faaliyetler yürütüyor. İran gizli servisi Savama ile Muhaberat iş birliği son hızıyla devam ediyor. Şii-Sünni-Selefi ayırımı üzerinden yürütülen kirli bir savaş vardır. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, PKK'ya bağlı PYD/YPG'ye destek verirken Rusya ve İran ise Esad rejimine destek vermekte.
“YEŞİL KUŞAK” PROJESİ BOP VE BİP İLE DEVAM EDİYOR
Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) istikametinde Afganistan, Irak, Libya, Suriye, kan gölüne döndü. ABD, İsrail, AB bölgede iç savaş, kaos ve karışıklık istiyor. BOP ve BİP projeleri doğrultusunda mezhep savaşı kışkırtılıyor.
Esad muhaliflerinin arkasında körfez monarşileri, ABD, İngiltere ve AB varken Suriye-Hizbullah hattının arkasında İran, Rusya ve Çin var. Orta Doğu'da devam eden kaos ortamı en fazla terör devleti İsrail'in işine gelmektedir. Irak'ta devam eden Şii-Sünni gerilimi, Suriye'de devam eden iç savaş ve terör devleti İsrail'i ziyadesiyle memnun etmektedir.
Üst akıl ve körfez monarşisi, harici-selefi, tekfirci akımlara destek vermektedir. Küresel güçler, Türkiye'yi büyük savaşın içine sokmaya çalışıyor. NATO merkezli Gladio'nun desteklediği, geçmişte “yeşil kuşak”, şimdi ise “BOP” projesinde yer alan, radikal gruplar ve onların kiralık militanları, serbestçe ülkemizde yuvalanıyor. Sınırlarımız, küresel terör şebekelerinin askerlik şubesi oldu.
Sovyet işgali, Taliban, El Kaide gibi örgütleri, Irak işgali de IŞİD'i doğurmuştur. El Kaide, Taliban, IŞİD vb. yapılar, küresel emperyalizmin eseridir. Üst aklın ortaya çıkardığı yapılardır. Üst aklın ürünü olan IŞİD, eskiden El Kaide'ye bağlı olan Nusra Cephesi militanlarının kurduğu Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), El Kaide çizgisindeki Hurras al-Din, Ulusal Kurtuluş Cephesi vb. Vahhabi/selefi, harici örgütler, Türkiye-Suriye sınırına yerleşmiş durumdadır.
Radikal Vahhabi/Selefi yapıların ortak özelliği, Türk'e düşmanlıktır. Natocu/Amerikancı taşeronlar, 42 yıldır küresel emperyalist ABD'nin yeşil kuşak projesine (BOP-BİP) hizmet eden Vahhabi/Selefi çeteler, neden sığınmacılar kalsın istiyorlar? Çünkü sığınmacılar, üst aklın ürünü olan Taliban, El Kaide, IŞİD, HTŞ vb. çetelerin insan kaynağını oluşturuyor.
Savaş halinden, kaostan faydalanan savaş ağaları ya da savaş tüccarları dediğimiz kesimler var. Bölgede insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorlar. Savaşın uzaması ve tıkanmasında iki etken var. Birincisi bölgesel ve küresel güçlerin bir çözüm istememesi. İkincisi de PYD ve IŞİD vb. stratejik maşa olan terör grupları…
ORTADOĞU “VEKALET” SAVAŞLARI İÇİN EĞİTİM SAHASI OLMUŞTUR
Irak ve Suriye, “vekâlet savaşları” için bir eğitim sahası olmuştur Suriye'de, Esad rejim güçleriyle radikal silahlı grupların kanlı çatışmaları yaşanmaktadır. Buna açıkça “Vekâlet Savaşı” denir.
İran devrim muhafızları, Lübnan Hizbullah'ı ve Rusya'nın gönderdiği askerler Esad ordusu saflarında savaşmaktadır. Suriye'de Selefi gruplar vardır ve organizelidir. Selefi gruplar, bugün Suriye'de devam eden çatışmalarda ön saflarda bulunmaktadır. Irak, Afganistan ve Libya deneyimleri var. Daha disiplinli ve daha savaşçılar.
Esad rejimi ve Vahhabi-Selefi akımlar, Suriye'yi savaş alanına çevirmiştir. Soğuk savaş döneminde, iki kutuplu dünya şartları nedeniyle çok yaygındı. Şu anda farklı kombinasyonlar üzerinden cereyan etmektedir. Emperyalizm adına yapılan savaşlara “vekâleten savaşlar” diyebiliriz.
Suriye'de “vekalet savaşı” sürdükçe Orta Doğu'da kargaşa bitmeyecektir. BOP planı zaten uzun yıllar sürecek mezhep temelli çatışmaları öngörmektedir. Küresel bir proje olan Büyük Orta Doğu projesinde Suriye'nin, Irak'ın, Lübnan'ın üçe bölünmesi ve ikinci İsrail olan ABD, İsrail ve AB çizgisinde bölgede ve bir Kürt devletinin kurulması vardır.
TÜRKİYE'NİN FAY HATLARIYLA OYNANIYOR
Sınırlarımız yolgeçen hanı. terörizm otobanına dönmüş durumda. Suriye'de ve Afganistan'da savaşmış terör örgütlerine mensup on binlerce militan, “sığınmacı” adı altında topraklarımızda cirit atıyor. Sığınmacılar/göçler, Vahhabi/Selefi çeteler, ve Irak'ın - Suriye'nin kuzeyinden sınırlarımızdan sızarak terör eylemleri yapan PKK terör örgütü milli güvenliğimizi tehdit etmektedir
Türkiye kritik bir dönemden geçiyor. Ülkemizde bulunan sığınmacılar/göçmenler/kaçak çalışanlar, son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi haline geldi. Türkiye'nin fay hatları patlatılmak isteniyor. Sığınmacılar meselesi, Irak, Suriye ve Afganistan'da meydana gelen gelişmelerden soyutlanarak açıklanamaz. Suriyeli sığınmacılar, Türkiye'nin demografik yapısını tehdit ederken öte yandan çoğunluğunu Iraklı, Afganlı ve Afrika'dan gelenlerin oluşturduğu ve aralarında toplam 2 milyon civarında Suriyeli olmayan sığınmacı ve göçmen de topraklarımızı istila etmiştir.
Türkiye, bir göç güzergâhındadır. Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika'nın değişik bölgelerinden gelen kavimler göçü ile Türkiye göç ülkesi haline getirilmeye çalışılıyor. Bu göçler, Türkiye'nin demografik, kültürel ve sonuçta siyasal yapısını değiştirecek bir örtülü istila, bir kavimler göçüdür.
Türkiye, 1980'lerin başından bu yana önemli bir sığınma ülkesi haline gelmiştir. Bu sığınma hareketleri, Orta Doğu'daki ve komşu ülkelerdeki (özellikle Afganistan, Irak, Suriye) baskıcı rejimlerin ve yabancı işgallerin doğrudan bir sonucudur. Türkiye aynı zamanda, Afganistan, Bangladeş, Irak, İran ve Pakistan gibi Asya ülkelerinden gelen düzensiz göçmenler için Avrupa Birliği'ne geçiş ülkesi olarak da bilinmeye başlamıştır.
Suriyeli sığınmacıların dışında bir başka mesele Afgan göçüdür. Türkiye-İran sınırından Türkiye'ye geçen göçmenler, Türkiye'nin göç alan bir ülke haline gelişinde etkili olmuştur. Afganistan ve Suriye üzerinde gerçekleşen kayıtsız göç dalgası ile milli güvenlik meselesi ortaya çıkmıştır. Afganistan'dan gelen kontrolsüz göçmenlerin sayısı, gittikçe artmaktadır. Göç görüntüleri, rahatsız edici düzeydedir.
Sığınmacı, göçmen, mülteci ne denilirse denilsin sığınmacılar ve göçler artık iç güvenlik ve milli güvenlik sorunudur. Sığınmacılar ve devam eden göçler, Türkiye'nin ve Türklerin milli güvenlik meselesidir. Türkiye uluslararası göçmen kampı yapılmak isteniyor. Sığınmacılar ve göç konusu, bir beka bir milli güvenlik sorunudur. Türkiye'nin demografik yapısının bozulmasına tahammülü yoktur.
Suriye'yi iyi tahlil edemeyişin sonunda ülkemize sığınanların sayısı 6 milyon olmuştur. Türkiye temkinli, doğru adımlar atmak zorunda. Çünkü bizim atacağımız herhangi yanlış bir adımın telafisi yok.
ABD, AB, STRATEJİK GÖÇ MÜHENDİSLİĞİ İLE TÜRKİYE'Yİ İSTİKRARSIZLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR
Küresel diktatör ABD ve emperyalist AB, para vererek sığınmacıları Türkiye'de tutmak istiyor. ABD, AB ülkeleri, sığınmacıları küresel bir plan dâhilinde Türkiye'ye yönlendiriyor. ABD ve AB, kendileri sığınmacıları kabul etmezken Türkiye'yi yeryüzünün en büyük sığınmacı/toplama kampına çevirmek istiyorlar. Afganistan'ı işgal eden ABD, 20 yılda 8 bin kişiyi kabul ederken Türkiye'ye ise milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Türkiye, yolgeçen hanı değildir.
Küresel, emperyalist güçler, sığınmacılar/göçmenler meselesini, Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi tampon bölge olarak gördükleri ülkelerin sınırlarında çözmeye çalışıyor. Küresel, emperyalist güçler, stratejik göç mühendisliğini, Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve demografik yapısını krize sürükleyecek şekilde, yüksek yoğunluklu yöntemlerle sürdürüyorlar. Göç, bir savaş silahıdır ve doğrudan doğruya toplumun demografik yapısını hedef alır. Yerli nüfusu azaltmanın bir yolu, mültecileri çoğaltmaktır... Göç mühendisliği, emperyalizmin iç savaş ve yıkım planıdır.
Türkiye'de Suriye nüfusu büyük bir nüfustur. Gelenler, dönme niyetinde değil. Kontrolsüz büyük istilayla demografik yapımızı bozarak güvenlik, sosyal refah ve geleceğimizi tehdit eder duruma getirdiler. Bu sığınmacılık değil siyasi bir oyundur. Çok tehlikeli bir oyun. Emperyalizmin yeni silahı, sığınmacılar ve göçmenlerdir. ,
Türkiye, adı geçici olmakla beraber büyük kısmı “kalıcı” olacağı anlaşılan ciddi bir Suriyeli sığınmacı nüfusuyla baş başadır. Sığınmacılar ve göçmen konusunda Türkiye, tam bir istilaya uğruyor. Yarın çok geç olacaktır. 6 milyona yakın Suriyeli sığınmacının Türkiye'ye maliyeti sadece 100 milyar dolar.
“Suriye Krizi” olarak da adlandırılan bu göç hareketi ile Suriye halkından birçok insanın, başta komşu ülkeler olmak üzere dünyanın birçok bölgesine kitlesel göç akımları ile devam etmiştir. “Arap Baharı” öncesinde “komşularla sıfır sorun” politikasının en iyi işlediği ülkelerden biri, Suriye idi. Ancak, Tunus, Mısır ve Libya'da rejim değişikliklerine yol açan olayların Suriye'de sıçramasıyla Ankara ve Şam'ın arası açılacaktı.
İZLENEN İLKESİZ VE TUTARSIZ POLİTİKALARI YÜZÜNDEN MİLLİ GÜVENLİK PROBLEMİ YAŞANIYOR
Türkiye-Suriye ilişkileri, oğul Beşar Esad'ın 10 Temmuz 2012'de Suriye Cumhurbaşkanı olmasından sonra düzelme belirtileri gösterdi. İki ülke arasındaki ilişkiler çok yakınlaşacaktı. 57 yıl sonra ilk kez bir Suriye devlet başkanı, Türkiye'yi ziyaret ediyordu. Türkiye, Beşar Esad'ın bu ziyaretine en üst seviyede cevap verecekti. Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Suriye'ye gidecekti. Özellikle, Başbakan Erdoğan Suriye'ye birçok kez giderek, Suriye lideri Esad ile sıcak ilişkiler ve diyaloglar kuracaktı. Bu süreçte Erdoğan-Esad samimi görüşmeleri, iki ülke arasında birçok alanda anlaşmalar yapılması, vizelerin kaldırılması artık soğuk savaşın sona erdiği şeklinde diplomatik çevrelerde değerlendirilmişti.
Ancak iki ülke arasındaki sıcak ilişkiler, Esad ve Erdoğan arasındaki can ciğer kuzu sarması, çok samimi görüntüler, Türk bakanlar ile Arap bakanlar arasındaki kanka görüntüler, Arap baharının Suriye'yi de etkilemesiyle bozulacaktı. 15 Mart 2011'de Dera'da başlayan rejim karşıtı muhalif gösteriler, Şam, Halep, Humus, Lazkiye, Banyas, Deir ez-Zor gibi önemli şehirlere sıçramış, zor durumda kalan Şam yönetimi yine geçmişten miras kalan silaha ve şiddete başvuracak halka karşı askeri güç kullanacaktı.
Başbakan Erdoğan 15 Mart 2011'de başlayan Suriye'deki rejim karşıtı hareketlerin bütün Suriye geneline yayıldığında “kardeşim” diye hitap ettiği, Esad'ı birçok kez arayarak acilen reformlar yapmasını, muhaliflere şiddet kullanılmamasını, insan hak ve hürriyetlerine saygı gösterilmesini, aksi takdirde, olayların genişleyerek büyüyeceğini söylemişti. Erdoğan birkaç kez üst üste genç Esad'a tavsiyelerde bulunmuştu. Ancak, Beşar Esad, Erdoğan'ı dinlemeyecek ve bildiğini okuyacaktı. Suriye devleti muhaliflerin üzerine şiddetle gidecekti.
Şam ile gerilim başladıktan sonra Suriye diktatörü Beşar Esad'a üç ay ömür biçmişti Erdoğan. Hatta daha da ileri gitmiş, “Artık bıçak kemiğe dayandı, üç saatte Şam'a varırız” demişti. Erdoğan ve Washington'un Suriye'de Esad rejimine karşı gösteriler başladığında “çok çabuk gidecek” dedikleri Esad ve rejimi, Rusya, Çin, İran ve Lübnan Hizbullah'ının desteğiyle halen ayakta.
Beşar Esad, kısa bir süre öncesine kadar çok sıcak ilişkileri olduğu Türkiye'yi bile dinlemeyecek, hatta Türkiye karşıtı radikal bir politika izleyecekti. Suriye'de, özellikle Nusayri gruplar, BAAS organizesi ve Muhaberat desteğiyle Türk büyükelçiliği ve konsolosluklarını hedef alacaklar Türkiye karşıtı gösteriler yapıp, Türk bayraklarını yakacaklardı.
Lübnan'da PKK'lı hainler , Türkiye aleyhine gösteri yapıp, Türk bayrağı yakarken Suriye'deki Nusayri-Baasçılar da Suriye gizli servisi Muhaberat'ın organizesiyle 13 Kasım 2011 günü Suriye büyükelçiliğimize, konsolosluklarımıza saldıracaklar, bayrağımızı yakacaklardı.
ESAD REJİMİ PKK'NIN SURİYE KOLU PYD/ YPG' YE ALAN AÇMIŞ, BÖLGELER TAHSİS ETMİŞTİR
Suriye, kurulduğu günden beri Türkiye ile ilişkileri sınırlı ve sorunlu olmuştur. Bunun tarihi, kültürel, sosyal ve ideolojik sebepleri vardır. Şovenist Arap milliyetçiliği ile hareket eden Şam, Türkiye'ye karşı hep düşmanca davranmıştır. Suriye ile Türkiye arasında iki mesele dünden bugüne hep sorun olmuştur. Bu iki mesele; Hatay ve Fırat Nehri'ydi.
Misakımilli, 28 Ocak 1920 günü Osmanlı Mebusan Meclisi'nde oy birliğiyle kabul edilmiş, 17 Şubat'ta ilan edilmişti. Musul ve Kerkük gibi Hatay da Misakımilli'ye dahildi. Fakat Ankara Hükümeti, 21 Ekim 1921'de Fransa ile imzaladığı anlaşma ile Suriye sınırını çizerken, Hatay'ı dışarıda bırakmıştı! Sakarya Zaferi'ni kazanmıştık ama Ege Bölgesi, Trakya ve İstanbul hala işgal altındaydı.
Fakat Ankara Hükümeti, Hatay'ı bırakırken, oradaki Türk nüfus için özerk idare kurulması, Türkçe okullar açılması, Süleyman Şah Türbesi'nin Türk toprağı sayılması gibi maddeleri Fransızlara kabul ettirmişti. 1938 ve 39 yıllarında Hatay'ın Türkiye'ye katılmasının zemini, 1921'de böyle hazırlanmıştı...
Hatay'ın, 1939'da Türkiye'ye katılmasını Suriye bir türlü hazmedememiştir. Suriye, Hatay'ı hala kendi toprağı olarak görüyor. BM Suriye Delegasyonu her yıl, Hatay'ın Suriye'ye bırakılmasını talep eder.
Suriye ve Türkiye arasındaki ikinci mesele, Fırat Nehri'dir. Türkiye, nehir üzerinde geliştirdiği baraj ve hidroelektrik santralarıyla Fırat'ın sularını kontrol edebilme imkanını elde ederken bundan Suriye büyük rahatsızlık duymaktadır.
Bu yüzden Suriye, Türkiye'ye olan düşmanlığını PKK / PYD vb. terör örgütlerine destek vererek devam ettirmektedir. 19 yıl PKK lideri Öcalan ve PKK şeflerini besleyen, himaye eden, Esad rejimi bu günde PKK'nın Suriye kolu olan / PYD/ YPG ye destek vermeye devam ediyor. Esad rejimi YPG kontrolündeki bölgelere dokunmuyor, bazı alanları, bölgeleri onlara bırakmıştır.
Suriye siyasetinden alınması gereken ders şu: Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince, diğerleri de yanlış gider. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan olduğu dönemde (5 Eylül 2012) muhalefetin Suriye politikalarına yönelik eleştirilerine cevap verirken “İnşaallah biz en kısa zamanda Şam'a gidecek, Selahaddin-i Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Cami'nde namazımızı da kılacağız” demişti.
Esat'ın birkaç ay içerisinde gönderilmesine oynayıp, 100 bin sayısını kırmızı çizgi ilan eden AKP, akabinde “açık kapı politikasına” geçti. Sığınmacı kamplarının kapasitesinin aşılması ile devasa bir nüfusu kontrolsüz bir şekilde ülkeye yaydı.
İzlenen yanlış politikalar yüzünden bugün Milli Güvenlik problemi yaşanıyor. 20 Ocak 2013 günü Tayyip Erdoğan, “Suriye'de an be an zafere gidiliyor” demişti. Ne oldu? Aradan 9 yıl geçti Suriye'de şehit düşen Mehmetçiklerimizin al bayrağa sarılı tabutları gelmekte. Anadolu'nun dört bir yanında şehitlerimizin cenaze namazlarını kılıyoruz.
Şam'daki tiran Beşar Esad ile kanka olan, ailece boğazda, Akdeniz sahillerinde, yatlarda geziler yapan Erdoğan şimdi ise; Esad için “bebek katili Esed,” “zalim diktatör”, “defol git” diyor. Esad muhaliflerinin eliyle fethedeceği Şam'daki devrimi, Emevi Cami'nde namaz kılarak taçlandırmayı düşleyen AKP zihniyeti Ortadoğu gerçeklerini görememiş hayal âleminde gezerlerken olan ülkemize olmuştur. Milyonlarca Suriyeli, topraklarımıza sığınmıştır.
2012 yılında Esad'ın gidişi için “Bu süreci artık yıllarla değil, aylarla veya haftalarla ifade etmek gerekir” demişlerdi. Siyasal İslamcı tezlere kapılan AKP, yanlış politikalar sonucu Suriye'yi iyi okuyamamıştır. Zalim Esad rejimine Rusya, Çin, İran ve Lübnan Hizbullah'ı destek vermiştir. Esad yanında yer alan bu blok bölgesel çıkarları için Esad rejiminin yanında saf tutarak Esad'ın düşmesini engellediler…
MUHSİN YAZICIOĞLU: FİL İLE GİRECEĞİN YATAKTAN EZİLEREK ÇIKARSIN
İkinci Cumhurbaşkanı merhum İsmet İnönü, 1960'lı yılların sonuna doğru, Amerika ile aramız açılınca şöyle demişti: "Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer!"
Şehit lider, milletin adamı Muhsin Yazıcıoğlu, Erdoğan'ı AKP kuruluş döneminde ABD ile girdiği ilişkilerden dolayı uyarmış, ABD'den uzak durmasını tavsiye etmiş, “Fil ile gireceğin yataktan ezilerek çıkarsın.” demişti. Muhsin Yazıcıoğlu hem iç politikada hem dış politikada yapmış olduğu tespiti analiz ve görüşlerinde hep haklı çıkmıştır.
Küresel emperyalistler için ebedi dostluklar ve düşmanlıklar yoktur. Çıkarlar ve menfaatler vardır. İlişkiler, çıkarlara göredir.
RUSYA DESTEKLİ REJİM GÜÇLERİ 36 ASKERİMİZİ ŞEHİT ETMİŞTİR
Suriye ordusu, Rusya'nın desteğiyle vura vura ilerliyor. Türkiye'nin ikazlarına rağmen Suriye ordusu, Rusya ve İran desteğiyle saldırılarına devam etmektedir. Rus uçakları, burnumuzun dibine kadar geliyor, Suriye topraklarını istediği gibi kullanıyor, istediği yerleri, havadan, denizden bombalıyor, binlerce sivil insanı katlediyor.
İdlib merkezli yaşanan gelişmeler, Doğu Akdeniz-Karadeniz hattında yaşanan son gelişmeler, Rusya'nın oynadığı iki yüzlü oyunu ortaya koymuştur. Rus Hava Kuvvetleri'nin desteğiyle 24 Ocak 2020'den itibaren rejim güçleri, üç cepheden büyük bir kara ve hava taarruzuna girişmiştir. Esad rejimi güçlerini, askerlerimizin üzerine saldırtan, Rusya'dır.
Suriye'yi arka bahçesi olarak gören, askeri üstleri, askerleri bulunan Rusya'nın generalleri, askerlerimize yönelik hava ve kara saldırılarını planlamakta ve yönetmektedir. Esad güçlerine her türlü askeri desteği veren, Rusya'dır. Rusya ve İran'ın desteğiyle Esad rejimi, Türk askerinin üzerine hain saldırılar düzenlemektedir. Rusya, Suriye'deki hava saldırıları için Lazkiye kentindeki hava üssünü kullanıyor.
Mübarek Regaip Kandili'ni idrak ettiğimiz 27 Şubat 2020 günü 36 vatan evladımız, Rus emperyalizmi ve onun maşası Esad güçlerinin düzenlediği alçak saldırıda şehit düşmüşlerdi. 3 Şubat 2020 ile 27 Şubat 2020 arasında 54 vatan evladımız, Mehmetçiğimiz, Rusya, İran destekli rejimin güçlerinin hava ve kara saldırıları sonucunda şehadet mertebesine ulaşmışlardı. Katil rejim güçleri, ambulansları bile vurmuştu.
27 Şubat 2020 günü rejim uçaklarının arasında bal gibi, buz gibi Rus uçakları da vardır. 36 askerimizin şehit düştüğü yer, yani askeri birliklerimizin bulunduğu yerler, Rusya tarafından bilinmekteydi. Sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiştir.
Saldırı günü Suriye ve Rus jetleri, Türk hedeflerinin üzerinde uçuyordu. Bütün gün Balyun'un üzerinde kümelenmişlerdi. İkiz kalkışlar ve yakın kol uçuşları, rejim karşıtı müttefikler için tanıdık bir taktikti: Bir veya iki Rus savaş uçağı Hmeimim Üssü'nden gökyüzüne çıkarken, Suriye uçakları Humus veya Hama'nın güney üslerinden havalanıyordu. Rejim ve Rus savaş uçakları yan yana uçuyordu. Kısacası savaş uçaklarının Türk kuvvetleri tarafından düşürülmesini önlemek için birbirlerini koruyorlardı.
Rus uçakları, o gün konvoylarımıza çok yakın bölgeleri en az dört kez hedef aldılar. 80 kişinden oluşan askeri konvoyumuzdan ve gidiş güzergahını biliyorlardı. Türk askerlerinden oluşan bir konvoya en az dört füze atıldı. Katil Rusya, hava sahasını açmadığı ve izin vermediği için hava koridoru açamadık ve bombardıman altında karadan sağlık görevlileri göndermek zorunda kaldık.
Mehmetçiklerimiz şehit ediliyor. Esad ve Putinsever güruh, Mehmetçiklerimiz için şehit demekten bile kaçınıyor. Esad rejimine ve katil diktatör Putin'e laf söyletmiyorlar. Pekin'in uydusu karanlık çevre, Esad zalimine karşı mücadele edenleri terörist, BAAS rejiminin katliamlarını meşru göstermeye çalışıyor.
Atlantik'in ötesinden gelen, ABD'ye, Suriye'ye postu kuran Rusya'ya, tepki göstermeyecekler, Türkiye'nin bekası için şehitler veren kahraman ordumuza “Suriye'de ne işin var, çık” diyeceksiniz. Esas Rusya'nın, İran'ın, Amerika'nın Suriye'de ne işi var?
RUSYA VE SURİYE İDLİB'E YENİ OPERASYONLAR YAPARAK YENİ GÖÇ DALGASI OLUŞTURMAK İSTİYOR
İdlib merkezli yaşanan gelişmeler, Doğu Akdeniz-Karadeniz hattında yaşanan son gelişmeler, Rusya'nın oynadığı ikiyüzlü oyunu ortaya koymuştur. İdlib'ten geri çekilirsek Hatay'dan olmamız kaçınılmazdır.
Suriye'nin Türkiye sınırının sıfır noktasında bulunan Atme kasabası, uçsuz bucaksız dev bir çadır kent haline geldi. Nüfusu 1,5 milyonu bulan kamp, bulunduğu konum ve nüfusuyla Türkiye için de güvenlik tehdidi oluşturuyor.
İdlib vilayeti, ülkenin kuzeybatı köşesinde, Türkiye sınırında yer alıyor. Atme başta olmak üzere İdlib, radikallerin etkisi altında. Yani her an bir siyasi fotoğraftan etkilenip, manipüle edilebilir. İdlib, Suriyeli muhaliflerin son kalesi. Savaş öncesinde bölgenin nüfusu bir buçuk milyondu. Bölgenin Mayıs 2017'de Türkiye, Rusya ve İran tarafından ‘çatışmasızlık bölgesi' ilan edilmesinden sonra ise nüfus 3 milyona çıktı. Ülkenin farklı bölgelerinde kapana kısılmış olan on binlerce Suriyeli, çeşitli ateşkes anlaşmaları sonucu buraya geldi. Bu kişilerin geldiği yerlerin Esad rejiminin eline geçmesi ile de bu kişilerin dönebileceği bir yer kalmadı.
İdlib merkezli yaşanan gelişmeler, Doğu Akdeniz-Karadeniz hattında yaşanan son gelişmeler Rusya'nın oynadığı ikiyüzlü oyunu ortaya koymuştur İdlib'den geri çekilirsek Hatay'dan olmamız kaçınılmazdır
ABD TERÖR ÖRGÜTÜ PYD/ YPG ‘YE İRAN VE RUSYA ESAD KLANINA DESTEK VERMEYE DEVAM EDİYOR
Suriye, Orta Doğu'nun fay hattıdır. Rusya ve ABD için çok önemlidir. Rusya ve Çin için Suriye, rakipleriyle mücadelede önemli bir mevzidir. Suriye'yi kaybetmek Orta Doğu'ya açılan pencerenin kapanması anlamına gelir. Rusya bu yüzden silah sevkiyatı ile Esad rejimini güçlendirmektedir. Arap baharı nedeniyle Libya ve daha öncesinde Irak ile silah ticareti tamamen biten Rusya, Suriye'yi de kaybetmeyi kolay kolay göze alamayacaktır.
Rusya, Suriye'de yaşanan gelişmeler karşısında izlediği politikayı bir ‘küresel varoluş' politikası olarak görmektedir. Nitekim bir Rus askeri uzman, 8 Şubat 2012'de Moskova Times'a verdiği demeçte “Suriye Rusya'nın Orta Doğu'daki (Doğu Akdeniz'deki) son kalesidir. Eğer bu kale de kaybedilirse Rusya ikinci sınıf bir ülke konumuna düşecektir” diyerek bu durumu açıkça itiraf etmiştir.
Orta Doğu, uluslararası güçlerin sömürü ve çatışma alanı. Basra Körfezi'nde egemenlik mücadelesi devam ediyor. Dünya egemenlerinin küresel desteğiyle Orta Doğu'ya bahar gelmeyeceğini herkes çok iyi bilmelidir. Emperyalist güçlerin, Orta Doğu'ya müdahalesi devam etmektedir. NATO destekli İngiliz planları devreye sokulmaya çalışılıyor. Bölgedeki kaos en çok terör devleti İsrail'in işine geliyor, sanki herkes İsrail'e çalışıyor.
Rusya açısından Suriye, herhangi bir ülke değildir. Orta Doğu, güç mücadelesinin merkez ülkesidir. Bugün Rusya, Akdeniz'e gönderdiği savaş gemileriyle yetinmeyip, İran ve Irak üzerinden Suriye'ye geçirdiği savaş uçakları ve helikopterleriyle, var gücüyle Suriye'yi bombardıman ediyor.
Rusya, var gücüyle iş birlikçisi Esad'a her yönlü destek veriyor. Çünkü Esad rejimi yaşarsa Doğu Akdeniz'den çıkmayacağını hesap ediyor. Kıyı bölgelerin tamamı Rusların elinde. Lazkiye'deki ve Hama'daki havaalanları onların elinde. Buraya çok modern uçak ve silahlar getirdiler.
Esad rejiminin İran'la birlikte en büyük destekçisi Rusya'dır. Her gün Suriye'ye asker-silah takviyesi yapan, gelişmiş hava savunma sistemleriyle birlikte onlarca savaş uçağını Akdeniz kıyısındaki Tartus ve Lazkiye'de konuşlandıran Rusya, Esad rejimini ayakta tutmaya çalışıyor.
Putin için Kırım Karadeniz'de, Lazkiye ise Akdeniz'de bayrak gösterme alanıdır. Rusya, uçak düşürülmesini gerekçe göstererek bölgeye yığdığı orantısız deniz ve hava gücünü böylece kamufle etmiş bulunmaktadır.
Suriye'de Esad ve BAAS yönetiminin yıkılması, Rus emperyalizminin Orta Doğu'daki menfaatlerine zarar vereceği için Moskova, Şam yönetimine askeri, siyasi, ekonomik desteğini sonuna kadar sürdürmektedir. Esad'ın devrilmesi demek, her şeyden önce Suriye'deki iktisadi yatırımlarını ve askeri açıdan çok önemli olan Tartus'taki deniz üssünü kaybetmek demektir. Tartus Üssü, Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki en önemli askeri yeridir ve Rusya için stratejik öneme sahiptir.
Doğu Akdeniz gibi jeopolitik önemi artan bir coğrafyada stratejik önemi haiz böyle bir üs, Rusya için çok önemlidir. Rusya aynı zamanda Suriye'nin en büyük silah tedarikçisi haline gelmiştir.
Rusya, Suriye operasyonuyla önünü açmaya çalışıyor. Önümüzdeki 50 yıl için Irak ve Suriye'ye yerleşmenin planını yapıyor. Rus faşisti Putin'in yeniden Sovyet İmparatorluğu'nu canlandırmak, Sovyetler Birliği'ni diriltmek gibi kirli bir emeli vardır.
KGB casusu Putin, eski Sovyet misyonu üzerinden Doğu Akdeniz'e hakim olmak için Suriye üzerinden çalışıyor. Yeni kızıl/faşist çar ve tiranlığa özenen Putin unutmasın, Türkiye kendi hukukunu savunmaya devam edecektir. Asıl terörist, Afganistan'da, Suriye'de, Ukrayna'da, Gürcistan'da yaptıkları alenen işgal ve terör olan Rusya'dır.
Rusya, Suriye'deki olayların başından bu yana Esad yönetimine her platformda en güçlü desteği vermektedir. Rusya'nın Suriye'ye destek vermesi için birçok neden sıralanabilir, ancak bunların en önemlisi Rusya'nın eski Sovyet toprakları dışındaki tek deniz üssü olan Tartus Deniz Üssü'dür. Rusya, silah ticaretinde dünyadaki toplam pazarın %24'lük bir kısmını elinde bulundurmaktadır. Suriye, silahlarının %78'ini Rusya'dan almaktadır ve son yıllarda silah alımını %80 oranında artırmıştır.
Rusya, Esad rejimime desteğini savaş gemilerini yok etmek için kullanılan yakhont füzeleri ve gelişmiş radar sistemlerini Akdeniz'deki çıkarları için Suriye ordusuna gönderiyordu. Rusya, Suriye'nin kalan birkaç müttefikinden biri ve önde gelen silah tedarikçisi. Rusya, Suriye'ye milyarlarca dolar değerinde binlerce tank, topçu bataryaları, savaş uçakları, helikopterler ve savunma sistemleri satmıştır.
KÜRESEL GÜÇLER VE İŞ BİRLİKÇİLERİ OPERASYONLARDAN RAHATSIZ
Küresel güçler, Türkiye'nin Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde PKK/PYD, IŞİD vb. her türlü terör örgütlerine yürüttüğü sınır ötesi büyük operasyonlardan rahatsız olmuştur. Milli güvenliğimizi tehdit eden terör örgütlerine karşı yapılan operasyonları, mücadeleyi eleştirenler, asla masum değil; tam tersine emperyalizmin maşalarıdır.
“Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” harekatlarında olduğu gibi İdlib'de de önceliğimiz Türkiye'nin milli güvenliğidir. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla temin ettiği güvenli ceplerden geriye doğru dönmek demektir.
Suriye'nin kuzeyinde IŞİD ve YPG'ye karşı yapılan Fırat Kalkanı (24 Ağustos 2016-29 Mart 2017) ve Zeytin Dalı (20 Ocak 2018-24 Mart 2018) harekatları, “Bahar Kalkanı” hareketi, 9 Ekim 2018 Barış Pınarı Harekatı'ndan Esad rejimi, PYD/YPG, selefi örgütler, ABD, Rusya ve İran rahatsız olmuş, operasyonlara karşı çıkmıştır.
Yine kahraman TSK, milli güvenliğimizi tehdit eden PKK terör örgütüne karşı da Irak'ın kuzeyinde bazı operasyonlar yapmış, yapmaya da haklı olarak devam etmektedir. Pençe operasyonları, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak'ın kuzeyinde PKK'ya karşı başlattığı sınır ötesi harekat olan Kararlılık Harekatı'nın devamı olan operasyonlardır.
Pençe Operasyonu, Pençe-2 Operasyonu, Pençe-3 Operasyonu ve Pençe-Kaplan Operasyonu olarak dört aşamada devam etmiştir. Ardından Pençe-Yıldırım, Pençe-Şimşek operasyonları yapılmıştır. Yine devam eden son “Pençe Kilit Operasyonu”, bunların devamıdır.
TERÖR ÖRGÜTÜ PKK GARA'DA 16 VATAN EVLADIMIZI ŞEHİT ETMİŞTİR
Türk Silahlı Kuvvetleri, Gara bölgesinde PKK'ya karşı 10 Şubat 2021 günü, Pençe Kartal Harekatı'nı başlatmıştı. Buna bağlı olarak 10 Şubat saat 02.55'te hava harekatı başlamıştır. Hava harekatına 41 savaş uçağının yanı sıra, erken uyarı uçakları, İncirlik Üssü'nden kalkan -havada yakıt ikmali amaçlı- tanker uçaklar, İHA ve SİHA'lar katılmış, bölgeye daha önceden helikopterlerle indirilen komando birlikleri ise iki saat sonra, saat 04.55'te kara harekâtına başlamış, kara harekâtının başlamasıyla özel kuvvetler Gara'da çeşitli noktalara inmiştir. Bölgedeki çatışmalar harekâtın birinci ve ikinci günü de sürmüştür.
Şerefli, kahraman silahlı kuvvetlerimiz, askerlerimiz, canlarını hiçe sayarak çok zor şartlarda tarihi ve zor bir operasyona girişmişlerdir. Dünyanın hiçbir ordusu bu zor coğrafyada böyle bir operasyona yapamaz ve girişmez. Genelkurmay'a bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nda görev yapan askerlerimiz bu operasyonun kolay olmadığını çok zor olduğunu bilmelerine rağmen operasyon emrinin verilmesi üzerine Gara'da bir mağarada tutulan 13 kişiyi kurtarmak için ellerinden geleni yapmışlar ancak terör örgütü operasyonu hemen haber alınca insanlarımızı şehit etmiştir.
Özel Kuvvetler'e mensup 2 yüzbaşı, bir astsubay kahraman askerimiz, çok zor ve riskli olan mağaraya inmek isterken PKK militanları tarafından açılan ateş sonucu şehit düşmüşler. Özel Kuvvetler'e mensup askerlerimiz mağaralara girdiklerinde 13 vatan evladının cansız bedenlerini bulmuşlardır. Mağaradan sorumlu olan PKK militanı operasyonun başladığı saatlerde Kandil'i arayarak KCK/PKK şeflerinden Murat Karayılan ile görüşmüş onun “hepsini öldürün” talimatı üzerine 13 vatan evladını şehit etmiştir.
KANDİL VE SİNCAR ARASINDAKİ LOJİSTİK DESTEĞİN KESİLMESİ İÇİN GARA ÇOK ÖNEMLİDİR
Gara, PKK için Kandil'den Sincar'a geçiş yoludur. Türkiye sınırına yakın ancak Türk askeri üslerinin olmadığı bir bölge. Gara bölgesi, TSK'nın Irak'ın kuzeyinde yıllardır yoğun olarak operasyon yürüttüğü bölgenin onlarca kilometre batısında, Suriye sınırına ve Musul'a daha yakın bölgede yer alıyor. Aynı zamanda Hakkâri'ye bağlı Çukurca ilçesinden 35 kilometre güneyde. Gara bölgesi hem PKK için koridor görevi görüyor hem de Türkiye'nin Sincar ve Musul'a açılan kapısı niteliğinde. Suriye'deki YPG bölgesiyle Irak'taki kampların arasındaki dağlık arazi olduğu için PKK'ya kolay geçiş sağlıyor.
PKK, Irak'ın kuzeyinin yüzde 15'ini kontrol altında tutuyor Türkiye'nin Irak sınırından 35 kilometre derinlikte yaptığı bu kara operasyonu, sınıra en uzak mesafede yapılan operasyonlardan biridir. Gara, Irak'ın kuzeyinde dağlık bölgeye verilen isimdir. Gara bölgesi Türkiye sınırından yaklaşık 40 kilometre uzaklıktadır. Oldukça engebeli bir araziye sahiptir. Gara Dağı, Kandil Dağı'na uzak olmasına rağmen arazinin dağlık olması açısından Kandil Dağı kadar bir öneme sahiptir.
Kandil-Sincar arasındaki lojistik hatların kesilmesi için Gara önemli. Örgütün Gara'da terzihanesi, hastanesi hatta telsiz (muhabere) merkezi, sözde yönetim merkezi, hastane, sözde eyalet komutanlığı gibi tesisleri bulunuyor.
Pençe-Kilit Operasyonu, 18 Nisan 2022 gecesi Metina, Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerindeki terörist hedeflerine yönelik olarak başladı ve devam ediyor.
“Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” harekâtlarında olduğu gibi önceliğimiz Türkiye'nin milli güvenliğidir. Türkiye Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla temin ettiği güvenli ceplerden geriye doğru asla dönmemelidir.
Atlantik'in ötesinden gelen ABD, Suriye'yi Doğu Akdeniz'e açılan kapı olarak gören Rusya ve Esad rejimimin destekçisi İran ve İran kontrolündeki Bağdat rejimi, Türk ordusunun haklı olarak uluslararası hukuka uygun olarak yaptığı tek emeli milli güvenliğimizi tehdit eden terör örgütlerini etkisiz hale getirmesinden rahatsız olup bu operasyonları engellemeye çalışıyorlar.
Türk milleti, devletinin yanındadır. Kahraman ordumuzun Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde yaptığı operasyonların devam etmesinin ve köklerinin kazınana kadar sürmesini istiyor.
Şanlı ordumuzun terör örgütlerine yönelik operasyonları devam ederken fedakâr Mehmetçiklerimizin mansur ve muzaffer olmaları için bizler de Cenâb-ı Hakk'a bol bol niyaz edelim. Bilhassa Fetih Suresi'ni her gün okuyup ordumuza manen destek olmaya gayret gösterelim.
Rabbimiz; asırlar boyunca İslâm'ın sancaktarlığını yapan ve Nizam-ı Alem uğrunda en çok şehit veren aziz milletimize ve Peygamber Ocağı ordumuza zeval vermesin, her daim muvaffak eylesin.
Peygamber Ocağı, ordumuzun kahraman mensupları, tarihi boyunca vatanı, bayrağı, devleti ve istikbali uğruna canını feda etmiştir. Peygamber Ocağı, kahraman Türk ordumuzun, tüm cephelerde muzaffer olması için duacıyız. Allah düşmana korku, dosta güvence olan asil milletimizi korusun, muzaffer kılsın.”