Dr. Vehbi Kara

Kerkük ve Musul'u Nasıl Kazanabiliriz

Dr. Vehbi Kara

  • 672

Kerkük ve Musul Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalandığı sırada Osmanlı Devleti askerleri tarafından savunuluyordu. Bu nedenle misak-ı milli sınırları içindeydi.  İngiltere, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın bazı maddelerini bahane ederek, ateşkesin imzalanmasından birkaç gün sonra Musul ve Kerkük’ü anlaşmaya aykırı bir şekilde işgal etti.
Ne yazık ki Büyük Millet Meclisi Hükümeti, misak-ı milliye dâhil olduğu halde M. Kamal yüzünden gerekli girişimler yapılaması yüzünden kaybedildi. Bu fenalığı anlatmak uzun çeker lakin özetlemekte yarar vardır.
Musul Kerkük meselesi yüzünden Mecliste sert tartışmalar yaşanmıştı. Lakin “ihtimaldir ki bazı kelleler kopacaktır” diyen faşist bir yönetim vardı ve itiraz edenlerin gerçekten de kellesini bir şekilde koparıyordu. Muhaliflerini acımasızca ezmekten çekinmeyen bu cunta hala resmi tarihimizi şekillendirip onca yalanı katarak ensemizde boza pişirmektedir.
Türkiye, Lozan Konferansı'nda Musul ve Kerkük'ün Misak-ı Millî sınırları içerisinde yer aldığını söyleyerek İngiltere'den Musul'un kendisine bırakılmasını istedi. İngiltere, ise uyanıklık edip zaten kendi kontrolü altında olan bu bölge ile ilgili kararı Milletler Cemiyeti'ne götürmek istedi. İsmet İnönü,  M. Kamal’dan altığı talimatla İngiliz tuzağına kolayca düşmüş oldu.
Musul sorununun çözümlenmesi için İngilizlerle 1924 yılında İstanbul'da Haliç Konferansı'nda görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler danışıklı dövüştür. Zira İngilizler Musul Vilayetinin bize terkinden vazgeçmiş üstüne üstlük Hakkâri’yi de talep ediyorlardı. Belli ki bir bildikleri vardı zira böyle küstahça davranmalarının mantığı olamazdı.
Oyun kusursuzca oynanıyordu. Bunun üzerine, 1926 yılında Musul Sorunu, İngilizlerin güçlü olduğu Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Sonrasında işgalciler istediklerini daha kolay bir şekilde yapmaya başladılar.
Sorun Yüksek Adalet Divanı'na verildi. Burada da olumlu bir sonuç alınamadı ve nihayet, İngilizlerle Ankara'da bu konu üzerinde yapılan görüşmeler bir anlaşma ile sona erdi. Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı. Maddelerin önemli olanları şu şekildeydi:
• Musul vilayeti Irak'a ait olacak.
• Türkiye ve Irak arasındaki ateşkes hattını belirleyen Brüksel Hattı sınır olarak kabul edilecek.
• Irak Musul'dan elde ettiği petrol gelirinin %10'unu 25 yıllık bir süre için Türkiye'ye verecek. (Türkiye bu parayı 4 yıl boyunca almış, kalan 21 yıllık hakkından ise 500.000 Sterlin'e İngiltere lehine vazgeçmiştir)
Sonuç olarak misak-ı milli toprağı “satılmış”, uğruna verilen bütün mücadeleler akim kalmıştır. Üstüne üstlük besbelli ihanet içeren bu anlaşmaları yapanlar, kahraman ilan edilmiştir.
M. Kamal ve İsmet İnönü, ülke menfaatlerine aykırı olarak Musul’u 1926 da Ankara Antlaşması'nda  neredeyse bedavaya bir fiyattan satmıştır.
Bugün bütünlüğü DAEŞ ve PKK’nın uzantıları olan PYD, YPG vb. birçok terör örgütlerince yıllardan beri bozulmuş olan eski vilayetimiz Musul, Kerkük, Süleymaniye'ye müdahale etmek en evvel bizim için bir hak ve görevdir. M. Kamal böyle istedi diye misak-ı milli çiğnenemez.
Bununla birlikte hesap edemedikleri bir durum söz konusudur. Musul ve Kerkük'ün statüsünü belirleyen 1926 Ankara Antlaşması, Türkiye'ye bazı şartlarla askeri müdahale hakkı vermektedir. Çünkü Kerkük ve Musul, 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile birlikte toprak bütünlüğü sağlanması şartıyla terk edilmişti.
Hikmeti hükümeti bilmiyoruz. Bu nedenle askeri müdahaleden kaçınıyor olabilir. Fakat bu durum öylece kös kös oturmayı gerektirmez. Yapılacak işlerden bir tanesi artık iyice küstahlaşan Irak’ın Bağdat yönetimini çok ciddiye almadan ana yolumuzda yürümeyi esas almaktan ibarettir. Zira Bağdat yönetimi halen ABD ve İran’ın maskarası olup edepsizce Türkiye’ye karşı meydan okumaktan çekinmemektedir. Ne yazık ki hükümetimiz şimdiye kadar Irak yönetimine hiçbir ciddi karşılık verememiştir.
Öncelikle yapılması gereken Irak'ın toprak bütünlüğü esas alınarak imzalanan İstanbul Anlaşması'ndaki haklarımızı korumaktır. Kerkük’ün Kuzey Irak Yönetimine bağlanması için yapılacak referandum aslında büyük bir fırsat doğurmaktadır. Bu nedenle aktif bir dış politika uygulayarak anlaşmaların çiğnendiği ve Türkiye’ye müdahale hakkı doğduğu ilan edilmelidir.
Elbette günün şartları neyi doğurur bilinmez. Belki askeri bir müdahale zamanlama olarak sakıncalı olabilir. Daha önce Genel Kurmay Başkanlığı yapmış bazı şerefsiz generaller yüzünden ayağımıza gelen onca fırsatı kaçırmıştık. Torumtay denen korkak general, orduyu harbe hazır tutmak yerine Cumhurbaşkanı Özal’a isyan edip misak-ı milli sınırlarına ulaşacağımız harekatı durdurmuştu.
Daha sonra 1 Mart tezkeresi de perde arkasındaki dolaplar nedeniyle meclisten geçmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuyla ilgili 2016 yılında yaptığı bir açıklamada "Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durum böyle olmazdı. 1 Mart tezkeresi ilk anda geçseydi, Türkiye masada olacaktı" değerlendirmesinde bulunmuştur.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin son 50 yılda yaşadığı en ağır utanç bu Irak meselesinde olmuştur. Zira orduyu 50 yıl beslersin; o tek savaş günü içindir. O gün geldiğinde ölüm dahi olsa kaçılmaz. Sonrasında savaştan kaçan generallerimiz utanmadan yağcılık için verilen madalyaları boyunlarına takmıştır. Haram zıkkım olsun…
Tereyağından kıl çeker gibi ustalıkla darbe yapan generaller, ordunun Irak’a girip misak-ı milli sınırlarına ulaşma şansını pisi pisine harcamışlardır. Şimdi bu generallerin yaptığı fenalıkları temizlemekle meşgulüz. İşte iğneyi önce kendimize çuvaldızı sonra başkasına batıralım.
Artık askeri müdahale şansını kaçırdık bu iş öyle çözülmez seçeneği ağır basar iseişte o zaman şu hususlar önem kazanmış demektir. Bir kere bu küstah Bağdat yönetimine okkalı bir tokat vurulmalı ki Türkiye için sarf ettiği sözleri bir daha ağzına alamasın. Barzani yönetimindeki Kürt-Türk ve Arap unsurlardan meydana gelmiş Kuzey Irak oluşumu bu yüzden desteklenebilir. Bu sayede ülkemize bağlı çok daha kolay politika üretebileceğimiz bir müttefik komşu, elde edilebilir.
Zengin petrol kaynaklarının bölge halkının menfaatine uygun bir şekilde değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu konuda Türkiye en önemli güzergâh olup bölgenin refahı için çok kıymetli imkânlara sahiptir. Dünyaya tek çıkış yolu olan Türkiye, her bakımdan Kuzey Irak Bölgesinin hamisi ve kalkınmasına çalışan ülke olabilir.
Ekonomisi düzelmiş ve ABD, İran gibi şer kuvvetlerin etkisinden kurtulmuş bir Kuzey Irak Devleti, Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmek zorundadır. Bu nedenle bağımsızlık ilanı belirli şartlarla desteklenebilir. Askeri seçenek uygulanamasa bile ekonomik ve siyasi gücümüzle bu toprakları yeniden yaşanabilir kılmak mümkün olabilir. İstikrarlı bir yönetim Ortadoğu barışı için zorunluluktur.
İki defa ayağımıza gelen fırsatı faşist ve ABD’ye uşaklık eden generaller yüzünden kaçırdık. Hiç olmaz ise bundan sonra gerçekçi bir politika izleyerek ülkemize her yönden sıkıntı vermiş Kuzey Irak konusunu çözüme kavuşturabiliriz. Hariciyeye çöreklenmiş monşerlerin yanlış politikalarından kurtulmak zamanı gelmiş de geçmiştir.
Eğer aktif politikalar sonuç vermez ise zaten ülkenin bölünmüş yapısı ve bölgenin illegal örgütlerin kontrolüne geçmesi Türkiye'ye müdahale hakkı vermektedir. Buna göre, otorite boşluğundan kaynaklanan kargaşa ortamı, Türkiye'nin Kerkük ve Musul'a girebilmesi için uluslararası hukukta meşru zemini hazırlamaktadır.
Kısaca Türkiye kuru nutuklar atmak yerine gerekli ön hazırlıkları yapmalı, ülkemiz ve bölge halkı için avantajlı durumu yakalamak için gayret göstermelidir. Kerkük ve Musul'da uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını gündeme getirerek bu iki şehri ve bölgeyi kontrol altına almak mümkündür, vesselam…
 

Yazarın Diğer Yazıları