Prof. Dr. Ekinci, Osmanlı hanedanının sürgününü anlattı

Türkiye Gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, devlet kuran Osmanlı hanedanının sıradan bir hanedan olmadığını vurgulayarak, sürgün yıllarında çektikleri sıkıntılar ve gördükleri muamele karşısında hanedan üyelerinin ölmekten beter bir duruma düştüğünü söyledi.

  • 176

Türkiye Gazetesi yazarlarından Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, devlet kuran Osmanlı hanedanının sıradan bir hanedan olmadığını vurgulayarak, sürgün yıllarında çektikleri sıkıntılar ve gördükleri muamele karşısında hanedan üyelerinin ölmekten beter bir duruma düştüğünü söyledi.

Osmanlı hanedanının sürgüne gönderilişini konu alan “Sürgündeki Hanedan” kitabının yazarı Ekrem Buğra Ekinci, Çorum Belediyesi’nin davetlisi olarak Çorum’a geldi. Devlet Tiyatro Salonu’nda gerçekleştirilen etkinlikte Çorumlularla bir araya gelen Prof. Dr. Ekinci, hanedan üyelerinin nasıl sürgüne gönderildiğini ve sürgün yıllarında çektikleri sıkıntıları anlattı. Prof. Dr. Ekinci, Osmanlı hanedanının başına gelenlerden çok kimsenin haberdar olmadığına, bunun sessiz sedasız yaşanmış bir trajedi olduğuna dikkat çekti. 1914 yılında bütün dünya ülkelerinin savaşa girdiğini hatırlatan Ekinci, “Biz buna 1. Cihan Harbi diyoruz. Bu Türk İslam tarihinin en büyük felaketlerinden birisiyle neticelendi. 1918 yılında Osmanlı orduları yenildiler. Üzerlerine vazife olmayan bir savaşa girdiler. Hatanın eseriydi. Savaş içerisinde bir takım lokal galibiyetler Çanakkale gibi, Kut’ül Amare gibi neticeyi müteessir yapmadı. 1. Cihan Harbi dünyanın dönüm noktalarındandır. Siyasi olarak, sosyal olarak, ekonomik olarak dünyanın çehresini değiştirmiştir. Çok eski imparatorluklar tarihe karıştı. Bir tanesi Rus imparatorluğudur. Çarlık yıkıldı. İkincisi Alman imparatorluğudur. Hatta Osmanlı’dan daha eski olan Avusturya Cermen imparatorluğu da yıkılmıştır. Ağır bir fatura da Osmanlı imparatorluğuna kesildi. Osmanlı imparatorluğu Arapların ekseriyette bulunduğu toprakları kaybetti. Bugünkü Anadolu ve Rumeli toprakları kaldı. İstanbul da dahil Osmanlı toprakları geçici işgale uğradı. Bu esnada Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yeni bir oluşum meydana geldi. Anadolu’da yeni bir hükümet kuruldu. 1919 Sivas Kongresi ile Anadolu topraklarında iki hükümet görüyoruz. Bir İstanbul’daki merkezi hükümet, diğeri Ankara hükümeti. Bunlar aslında iki ayrı devlettir. Ankara hükümeti Yunanlılarla yapmış olduğu savaşı kazanarak 1922 yılında bütün Anadolu topraklarına hakim oldu. 1 Kasım 1922 yılında saltanatı kaldırarak, Osmanlı imparatorluğunu tarihe gömdü. Artık Anadolu’da tek bir devlet var, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti” dedi.

“İngilizler ve Fransızlar emperyalist varlıkları tehlikeye düşeceği için halifeliğin kaldırılması için baskı yaptılar”

Saltanatın kaldırılması ile son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin’in memleketi terk ettiğini kaydeden Ekinci, “Daha sonra 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilerek devletin ismi konuldu. Aslında Türkiye’nin kuruluşu 29 Ekim 1923 değil, 1 Kasım 1922’dir. 1923 yılında devletin adının Türkiye olduğu tescil edildi. O dönemde enteresan bir görüntü var. İstanbul’da halife var. Sultan Vahdettin memleketi terk ettikten sonra veliaht olan yani padişahlık devam etseydi onun yerine geçecek olan Halife Abdülmecid Efendi İstanbul’da. Ankara’da reisi cumhur var. İnsanlar bayağı şaşırıyorlar. Devletin reisi halife mi yoksa reisi cumhur mu? Bu arada Temmuz 1923’te Lozan’da bir barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile İngiltere olmak üzere müttefikler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıdılar. Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş vesikası olarak kabul edilir. Lozan’daki müzakerelerde Türkiye’nin halifelikle ilgili bazı görüşleri sorgulandı. Buna dair bir madde olmamasına rağmen Lozan görüşmelerinde halifeliğin kaldırılması yönünde bir fikir Ankara’da teşekkül etti. Ancak bu kolay değildi. Halifelik Müslümanlığın en eski müessesesidir. Böyle bir müesseseyi birden kaldırmak kolay değil. Aslında bu müessese bilhassa devletler arasındaki münasebetlerde çok faydalı. Ama müttefikler böyle bir müesseseye tahammül edemiyorlar. Nedeni dünyada Müslümanların yaşadığı büyük toprakların ekseriyeti İngilizler ve Fransızlar tarafından taksim edilmiş vaziyette. Halifenin varlığı buradaki emperyalist varlığı tehlikeye sokuyor. İstanbul’da bir halife var, Hindistan’daki Müslümanlar halifeye manevi bir yakınlık duyuyorlar. Bu bir problem. Onun için müttefikler yeni kurulan devlette halifeliğin kaldırılması için baskı yaptılar. Ve yeni kurulan devlet bir diplomatik skandalı fırsat bilerek 3 Mart 1924’te halifeliği kaldırdı” ifadelerini kullandı.

“Osman Gazi’nin torunları sürgün edilmeyi beklemiyorlardı”

Osmanlı hanedanının sürgün süreci hakkında da bilgiler veren Prof. Dr. Buğra Ekinci, şunları kaydetti:

“Halifeliğin kaldırılması ile beraber Osmanlı hanedanı mensupları da vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürgün edildi. Halifeliğin kaldırıldığı gece Dolmabahçe Sarayı’ndan alınan Abdülmecid Efendi ve ailesi ile yakın çevresi bir arabaya bindirilerek Hadımköy’e götürüldü. İstasyona geldiklerinde istasyon şefi bir Yahudi, kıymetli misafirlerin geldiğini anlayınca hemen evine götürdü. Halifenin bu topraklar üzerinde gördüğü en iyi muamele bu Yahudi istasyon şefi tarafından olmuştur. Halife ve ailesi yurt dışına sürgün edildikten sonra zor günler geçirirken, Osmanlı hanedanı üyeleri de aynı sıkıntıları yaşadı. Osmanlı hanedanının sürgün edilmesi ile aile parçalandı. Her bir aileye bin lira ve tek gidiş bir pasaport verilmişti. Kimse Osmanlı hanedanının sürgün edileceğini beklemiyordu. Hanedan çok şaşırdı. Osman Gazi’nin torunları böyle bir şey beklemiyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti. Burada Türk olduğu kesin olan bir tane aile var, o da Osmanlı hanedanı ve onlar da sürgün ediliyor. Çok hayret verici bir şeydir. Hanedan o yaz ülkeye dönmeyi düşünüyordu. Ancak hanedanın erkek üyeleri 50 sene, kadınlar için 30 dönüş sene sürdü. Sürgünde doğan çocuklar bir daha geri dönmediler. Şu anda Osmanlı hanedanının büyük bir kısmı yurt dışında yaşamaktadır. Dolayısıyla sürgün 100. yılında halen devam ediyor. Sürgün edilenlerin büyük bir kısmı Fransa’ya gittiler. Çünkü İngiltere işgal ettikleri topraklara hanedanın girmesini istemedi. Mesela Sultan Vahdettin’e İngilizlerin adamı denir ancak İngiliz de Sultan Vahdettin’in Hicaz’da oturmasına, Filistin’de oturmasına, Kıbrıs’ta oturmasına müsaade etmedi. Sadece İtalya kralı gençliğinde bir dostluk kurduğu için Sultan Vahdettin’i İtalya’ya davet etti. Sultan İtalya’da yaşadı ve orada vefat etti. Suriye’ye gitmek isteyenlere Türkiye Cumhuriyeti izin vermedi, böylelikle hanedanın büyük bir kısmı Beyrut’ta yaşadı. Pasaportları yok, Haymatlos denildi onlara.”

“Hanedan üyeleri hiçbir zaman memleketin aleyhinde bir komplonun, faaliyetin içinde olmadılar”

1952 yılında Başbakan Adnan Menderes’in Osmanlı hanedanının Türkiye’ye dönmesi için bir kanun teklifi verdiğini açıklayan Ekinci, “Aradan 30 yıl geçmesine rağmen o devrin yobazları hala hayattalar ki ayağa kalkıp ’Türkiye’ye girmesi yasak olan insanları siz nasıl kabul edersiniz’ diye tepki gösterdiler. Bunun üzerine Adnan Menderes ’Bari kadınlar gelsin’ dedi. ’Kadınlar 70-80 yaşında, bunlardan ne olacak, Cumhuriyet bunlardan mı korkuyor’ dedi. İstifa tehdidinde bulunduktan sonra 1952 yılında Osmanlı hanedanının kadınlarının Türkiye’ye dönmesine izin verildi. Kanunun çıkmasının ardından yaşlı sultanlar İstanbul’a döndüler. Erkeklere izin çıkmadı. Mahmut Şevket Efendi bir gün dedi ki ’İzin çıkacak ancak eski terbiyeyi bilen Osmanlı hanedanları öldükten sonra.’ Mahmut Şevket Efendi’nin dediği çıktı. Mahmut Şevket Efendi vefat etti, 1974 yılında genel af çıktı. Katiller, teröristlerle beraber Osmanlı hanedanın erkek üyelerinin de yurda dönüşüne izin verildi. Bir kısmı kabul etmedi. Biz hiçbir suç işlemedik ki af kanunuyla dönelim dediler, bir kısmı döndü. Çok nahoş olaylar oldu. Bir kısmı dönmek istemedi, dönenler ise çok sıkıntı çektiler. 1973 yılından sonra yurt dışında iş kurmuş, orada evlenmiş insanlar Türkiye’ye dönemediler. İmkanı olanlar Türkiye’ye gezmeye geldiler. Babalarının, dedelerinin doğduğu saraylara biletle girdiler. Ama hiçbir zaman hiçbir yerde siyasete karışmadılar. Hiçbir zaman memleketin aleyhinde bir komplonun, faaliyetin içinde olmadılar. Bir zaman buna dair bir beyanat vermediler" dedi.

“Osmanlı hanedanı sıradan bir hanedan değil devlet kurmuş bir hanedan”

“Osmanlı hanedanına öyle bir muamele oldu ki ölmekten beter oldular. Öldürülselerdi o zaman belki bu kadar acı olmazdı” diyen Ekinci, “Hanedan üyeleri de bunun farkındalar, çözmek için birkaç girişimde bulundular, çok fazla bir alaka görmediler. Osmanlı hanedanı sıradan bir hanedan değil, devlet kurmuş bir hanedan. Mesela İngiliz hanedanı devlet kuran bir hanedan değil. Osman Gazi öyle değil, Osman Gazi bir devlet kurmuş. Hanedanın farkı burada. Bu hanedan Osmanlı tarihinde çok büyük hizmetleri olmuş bir hanedan kim ne derse desin. Hepimizin şükran duyduğu bir hanedan. Vatan, kültür, Türkçe, Müslümanlık ne varsa bu hanedanlıkta. Çocukken düşünürdüm bunlar bu kadar iyi insanlar da çocukları nerede. Çocukları 7’den 70’e sürgün edilmiş, mallarına el konulmuş. Bunlar yurt dışında açlıktan, sefaletten ölmüşler. En mühimi dillerini kaybetmişler. Bazıları dinlerini kaybetmişler, perişan olmuşlar. Hala da o perişanlık devam ediyor. Türkiye bu kadar güçsüz mü. Türkiye bu kadar zavallı mı. Neden böyle bu? Halifeliği kaldırmak bir tercih ancak hanedanı sürgün etmek ne derece kabul edilebilir. Bu kadar mı korkuyor, bu kadar mı güçsüz. Yani 7 günlük çocuk mu Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkacak, padişah kızı Sultan Abdülmecid’in kızı mı rejimi yıkacak? Bu bana garip geliyordu. Yıllar geçmiş hala telafi edilmemiş. Sürgündeki Hanedan kitabımı yazma sebebim buydu” diye konuştu.

Konuşmanın ardından Belediye Başkanı Dr. Halil İbrahim Aşgın, Ekinci’ye çiçek takdim etti.

Bakmadan Geçme