Harem eğitim yuvası mıydı yoksa okul mu?

Emine Erdoğan'ın haremlerle ilgili yaptığı açıklamanın ardından yeni bir tarih tartışması başladı

  • 2125

 

'Tarihimizde İz Bırakan Valide Sultanlar' isimli bir toplantıda konuşan Erdoğan, 'oryantalistleri' eleştirdi, onların yarattığı 'hayali tasvirlerin' karşısına bir okul koydu ve "Harem, Osmanlı hanedan üyeleri için daha çok bir okuldur. Kadınların hayata hazırlandıkları, hayır faaliyetlerini örgütledikleri bir eğitim yuvasıdır" dedi.

Peki harem bir okul muydu? Öyleyse ne tür bir eğitim veriyordu? Cariyeler ne tür bir amaçla eğitim görüyordu? BBC Türkçe'den Rengin Arslan bu soruların yanıtını arayan bir araştırma yazısı yazdı.

Bu konuda atılmış en çarpıcı başlık belki de tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık'a ait: "Harem bir fuhuş yuvası değil, bir okuldu."

İnalcık 1990 yılında yayımlanan makalesinde haremle ilgili algıya itiraz ediyor ve şöyle yazıyor: "Padişahın, yüzlerce genç ve güzel kadını haremine hapsederek istediğine eriştiğini zanneden Batılıları düş kırıklığına uğratmak zorundayız. Şehzade döneminde en seçkin hocalardan edebiyat dersleri alan ve klasik edebiyat eserleri veren ince zevkli sanatkâr sultanlara kaba-saba kızlar eşlik edemezdi."

Peki kim eşlik ediyordu ve haremdekilerin 'kaba-saba kızlar' olmaması için verilen eğitim nasıldı?

İnalcık bir paragrafta anlatıyor bu eğitimi: "Saraya yeni alınan esir kıza "acemi" denir; acemilik döneminde kendisine ilkin İslamlık, Türk-İslam adetleri ve adabı, dikiş-nakış, rakkaslık, hanendelik, sazendelik veya kıssa-hanlık, yani hikaye anlatma sanatı gibi bir sanat öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükseltilir. Esnaf diliyle "şagirt" olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer, 'gedikli' denirdi."

İnalcık'ın aktardığına göre gedikli, doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir ve "onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerini görürdü."

HAREM'DE EĞİTİMİN AMACI DAVRANIŞ ÖĞRETMEKTİ

Yine Halil İnalcık, 16. yüzyılda Osmanlı'ya hükmeden ve "kadınlara düşkünlüğü" ile bilindiğini söylediği III. Murad döneminden sonra harem halkının sayısının arttığını söylüyor aynı makalede.

Haremdekilerin sayıları Topkapı Sarayı'nda 49'dan 104'e, eski sarayda 73'ten 146'ya çıkmış. Her iki harem 1603'te 610, 1622'de 705 cariye barındırıyormuş. Yine tarihçilerin aktardığına göre okur-yazarlık oranı harem içerisinde dışarıya oranla daha yüksekti.

Ancak bir eğitim merkezi veya okul olarak nitelemenin doğru olmadığını düşünen tarihçiler ve uzmanlar da var.

Osmanlı'dan Günümüze Eğitim Tarihi kitabının yazarı, tarihçi Necdet Sakaoğlu onlardan biri. Sakaoğlu iki noktaya dikkat çekiyor: Bunlardan birincisi Harem içerisinde bir okul düzeni olmaması, ikincisi ise verilen eğitimin daha çok davranış ve adap eğitimi olduğu.

"Harem'de bir mektep yoktu. Kızları, çocukları oturtalım da öğretelim diye bir şey yoktu. Bunlar davranış katma, davranış benimseme gibi çalışmalardı" diyen Sakaoğlu verilen eğitimin amacını şöyle açıklıyor:

"Birtakım sanatsal dersler, raks etme, çalgı da öğretiliyordu. Ama bütün hepsinin hedefi kızların kendi donanımları değil, padişaha, sultana kadın efendilere daha iyi hizmet vermek, onların gönüllerini eğlendirmekti."

Mektuplarını kendi yazmayan valideler
Bahçeşehir Üniversitesi'nden tarihçi Doç. Dr. Özlem Kumrular da burada dikiş-nakış ve müzik eğitimi verildiğini söylüyor ve ekliyor: "Din eğitimi elzemdi ve beş vakit namaz kılınıyordu. Başlı başına bir zevk yuvası olduğunu düşünmek yanlış olur. Ama başında Valide Sultan'ın olduğu bu kurumun belki de en kutsal vazifesi devletin devamlılığını sağlayacak şehzadelerin doğmasını kontrol altına almaktı."

Kumrular ayrıca üç farklı ülkenin arşivlerinde yaptığı araştırmalara dayanarak Valide ve Haseki Sultanların okuma-yazma seviyeleriyle ilgili bir fikir edinilebileceğini belirtiyor.

Kumrular'a göre, "Bugün çoğu Venedik Devlet Arşivi'nde bulunan Nurbanu'nun mektuplarının bile kendisi tarafından yazılmamış olması durumun ciddiyetini gösterir. 50 yıl boyunca sarayda var olan, bir naibe olarak devleti yöneten Kösem Sultan'ın mektuplarındaki yazım hataları Harem'de var olduğu iddia edilen eğitimin seviyesini göstermeye yeter."

Bununla birlikte Kumrular, 18. yüzyılın sonundan itibaren Harem'deki kültür seviyesinin artmaya başladığını ve 20. yüzyılın başında diplomatik tercüme yapan harem kadınlarının olduğunu vurguluyor.

1980'LERİN LEYDİLİK OKULU

Arşivlerde yaptığı çalışmaların aynı zamanda Harem'in ihtiyaçlarında neyin öncelikli olduğunu gösterdiğini belirten Kumrular, kumaş ve mücevherin haremden verilen siparişlerde üst sırada yer alırken, kitap siparişine rastlamadığını söylüyor.

Çağımızdan bir kıyaslamayla Harem, "80'lerde meşhur olan leydilik okullarına denk gelebilir. Adab-ı muaşeretin öğretildiği büyük bir ailedir" diyor.

Peki ya ilerleyen yüzyıllarda Harem'de ne değişti?

Özyeğin Üniversitesi'nde öğretim üyesi ve Sorbonne Üniversitesi'nde 19. yüzyıl Osmanlı ve Fransız kadınların yapıtlarını inceleyen bir doktora çalışması yapan Senem Timuroğlu, 19. yüzyılda 'tek ve sabit' bir Harem anlatımından bahsedilemeyeceğini söylüyor.

Timuroğlu, yapıtlardan yola çıkarak şu tespitte bulunuyor: "Örneğin sarayda müzik eğitimi görmüş Leyla Saz Hanım'ın harem anlatısı, sarayda gördüğü eğitim, ünlü bir besteci olmasına vesile olduğu için olumludur. Abdülhamit istibdadında peçe giymeyi reddeden ve kız kardeşiyle birlikte Avrupa'ya kaçan Özgürlük Peşinde Bir Osmanlı Kadını adlı yapıtı kaleme alan, Zeynep Hanım için harem bir zindandır."

Timuroğlu Harem'e bakarken dikkat edilmesi gereken hususu şöyle özetliyor: "Batılıların padişahın yüzlerce kızı kapatarak istediğiyle birlikte olduğu fantezisinin yanlışlığını düzeltmek amaçlı bir argüman olarak 'harem eğitim yuvasıdır' dediğimizde eğitimin amacını gözden kaçırma hatasına düşmemek gerekir."(Radikal)

Bakmadan Geçme