Prof. Orhan Kavuncu evet mi diyor hayır mı diyor? Gerekçeleri nedir?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu evet mi hayır mı diyor? Gerekçeleri neler? Rejim değişikliği kadar büyük değişiklikler geliyor! Türkiye, akil ve bilge insanları ile başkanlık sistemini tartışıyor niçin evet, niçin hayır? Haber Platosu'nun usta röportajcısı Mustafa Toygar'ın dev röportaj seri başlıyor... İlk röportajımızı Prof. Dr. Orhan Kavuncu ile yaptık. Bugün birinci bölüm.

  • 11171

(Mustafa Toygar - Haber Platosu Özel)

mustafa@haberplatosu.com

PROF. DR. ORHAN KAVUNCU RÖPORTAJI (1. BÖLÜM)

Prof. Dr. Orhan Kavuncu evet mi hayır mı diyor? Gerekçeleri neler?

Rejim değişikliği kadar büyük değişiklikler geliyor!

Türkiye, akil ve bilge insanları ile başkanlık sistemini tartışıyor; niçin evet, niçin hayır?

Haber Platosu'nun usta röportajcısı Mustafa Toygar'ın dev röportaj serisi başlıyor.

İlk röportajımızı Prof. Dr. Orhan Kavuncu ile yaptık. Bugün birinci bölüm.

Çok seviyeli ve tarafsızlık ilkesi dâhilinde ama Türkiye'mizin menfaatini esas alarak “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” olarak isimlendirilen “Başkanlık Sistemi”ne geçişin ne getirip, ne götüreceğinin esaslı bir şekilde tartışılmasını istedik.

İstedik ki; “Evet” diyecekler de “Hayır” diyecekler de bilerek oylarını kullansın. Bunun bir cumhurbaşkanlığı seçimi olmadığını, sistem değişikliğinin oylandığını da göstermek istedik.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a “Evet” diyenlerdenim. Ancak bu referandumda nasıl oy vereceğim konusundaki kararımı bu röportaj serisi bittikten sonra vereceğim. Yani “Evetçi”leri de “Hayırcı”ları da dinledikten sonra bir sorgulama yaparak Türkiye'nin menfaatleri doğrultusunda oyumun rengini açıklayacağım. İnsanlar fani, devletler bakidir. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, yani aziz devletimizin geleceğini oyluyoruz. Çok düşünmemiz, çok sorgulamamız gerekiyor.

Bu tartışmaya katılanların; Türkiye'nin gerçekten akil-bilge insan olmalarına, bilen-araştıran-sorgulayan, sadece ülke menfaatlerini gözeten insanlar olmasına özellikle dikkat ettik.

Tarihe bir not düşmek istedik, sonuç ne olursa olsun kabulümüz olacaktır.

Ancak bir şeyi ifade etmeden geçmek istemiyorum. Başbakan Yıldırım'ın açıklamaları insanın kanını donduracak cinsten. Başbakan diyor ki; “PKK, FETÖ ve HDP hayır dediği için biz evet diyoruz” Sabah Gazetesi de; “İşte Hayırcı'lar PKK-HDP-FETÖ” Bu nasıl bir ayrıştırma-kamplaştırmadır, nerede kaldı Yanikapı ruhu? Yani; “Hayır” diyenleri PKK'lı ya da FETÖ'cü mü ilan edeceksiniz? Bu propagandaya böyle devam ederseniz, bu ülkeye çok yazık olur. FETÖ, PKK ve DAEŞ hainleri ile sonuna kadar mücadele edin, Millet yanınızda olacaktır ancak o hainleri propaganda malzemesi olarak kullanmayın. Yani yüzde 45 Hayır çıktığında siz Türkiye'nin yaklaşık yarısını; FETCÜ ve PKK'cı mı ilan edeceksiniz? Sistem değişikliği bu ülkeye ne getirecek, ne götürecek onları anlatmaktan aciz misiniz?

Bismillah diyerek ilk röportajımızı Prof. Dr. Orhan Kavuncu ile yaptık.

Orhan Hocamıza iki defa teşekkür ediyoruz; birincisi röportaj talebimizi kabul ederek bize vakit ayırdıkları için, ikincisi de sorularımıza çok açıklayıcı, politikadan uzak cevaplar verdikleri için.

Bir dönem Büyük Birlik Partisi Adana Milletvekilliği de yapan Orhan Kavuncu 2003 yılına kadar Büyük Birlik Partisi'nde genel başkan yardımcılığı ve Genel Sekreterlik görevinde bulundu halen Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı (TOEK), ve Muhsin Yazıcıoğlu Düşünce ve Stratejik Araştırma Merkezi Başkanlığı göre görevini yürütmektedir. Biraz daha detaylı özgeçmişini röportajın sonunda bulabilirsiniz.

(M.T)

ORHAN KAVUNCU RÖPORTAJININ 2. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ

Mustafa Toygar: Anayasanın 18 maddesi değiştirilerek ne yapılmak isteniyor? Sistem mi değişiyor, rejim mi değişiyor? MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın;Tam tersine parlamenter sistem yerli yerinde duruyor. Bunun yanında Cumhurbaşkanlığı makamı; yetki, sorumluluk ve görev alanı itibariyle güçlendirilerek hükümet etme sisteminin rotası yeni baştan çizilmiştir” diyor. Ne dersiniz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Mustafa Bey öncelikle ben teşekkür ediyorum, güzel bir çalışma düşünmüşsünüz.

TBMM'de kabul edilen anayasa değişiklik teklifi 18 maddelik bir teklif. Önce 21 madde olarak düzenlendi sonra yedek milletvekilliği vs. çıkarılınca 18 maddeye toplandı. 18 maddelik teklifte Anayasamızda çok değişiklik yapılıyor, mesela sadece 16. maddenin bir fıkrasıyla Anayasa'nın 20'den fazla maddesi ilga ediliyor. Barolar Birliği'nin yaptığı bir çalışma var o çalışmadan rahat rahat görebilirsiniz. Yani 18 maddedeki değişikliler Anayasamızda ne gibi değişiklikler meydana getiriyor bunlar orada güzel hazırlanmış, çalışılmış. Ayrıca 16. madde de “Bakanlar Kurulu” ifadelerinin tamamı çıkarılıyor ki bu Anayasa'da en az 30-40 maddede değişiklik anlamına geliyor. Dolayısıyla bu 18 maddelik değişiklik Anayasa'da çok ciddi değişikliklere yol açıyor. Bir rejim değişikliği diyemesek bile, bir rejim değişikliği kadar ciddi değişiklikler oluyor. Mesela bizim Anayasamızın Türk devlet geleneğinden de gelen devlet başkanlığı anlayışı, devlet başkanının tarafsız olmasını gerektirir. Türk tarihini incelediğimiz zaman devletin başı daima yürütmenin başına birini atamıştır. Bu sadrazam olmuştur, vezir-i azam olmuştur, baş vezir olmuştur, baş nazır olmuştur, başbakan olmuştur. Yani yürütmenin başında devletin başı olmaz, devletin başı birini oraya atar. Bu devletin başının üç erki de adaletle kontrol edebilmesi için geliştirilmiş bir mekanizma.

TÜRK TİPİ USULÜ MÜ ALATURKA MI?

Bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde ve başka ülkelerde uygulanan başkanlık sistemi de belki bizim bu devlet geleneğimizden esinlenerek hazırlanmıştır. Dolayısıyla; bu teklifi getirenlerin anayasaya değişikliğini hazırlarken; “Kendimize özgü bir teklif getirdik” demeleri, “Türk usulü bir değişiklik yaptık” demeleri, “Türk usulü bir sistem getiriyoruz” demeleri benim çok hoşuma gitmişti. Ama sonra değişiklikleri incelediğim zaman gördüm ki; bu değişiklikler Türk tipi değişiklikler değil olsa olsa alaturka diye ifade edebileceğimiz bir değişiklik olmuş. Çünkü getirilen sistem cumhurbaşkanlığı adı altında bir sistem oluyor. Cumhurbaşkanı yürütmenin başı oluyor.

TEK ADAM DEĞİŞİKLİĞİ

Partisinden istifa eder” ifadesi anayasadan kaldırılıyor. Dolayısıyla cumhurbaşkanı partili bir cumhurbaşkanı oluyor. Partili bir cumhurbaşkanı hem yürütmenin başı hem devletin başı olduğu zaman, bu demokrasinin asli ilkesi olan kuvvetler ayrılığı prensibine aykırı bir durum meydana getirir. Dolayısıyla değişiklik başkanlık değişikliği de değil, olsa olsa buna tek adam değişikliği denebilir. “Parlamenter sistem yerli yerinde duruyor” ifadesine benim katılmam mümkün değil. Çünkü parlamenter sistemde yasama organının, yürütme üzerinde denetim hakkı vardır. Bakanlar Kurulu'nun KHK çıkarabilmesi için TBMM'den bunun için gerekli izin verilir. Oysa getirilen değişikliklerde kanun yapma yetkisi yine TBMM'ye bırakılıyor ama KHK çıkarmak üzere Bakanlar Kurulu yerine yürütmeyi tek başına temsil edecek olan cumhurbaşkanına bir yetki devri söz konusu değil. Yani cumhurbaşkanı TBMM'den kendisine verilen bir yetkiyle değil, doğrudan anayasadan aldığı bir güçle KHK yapıyor duruma gelecek.

TBMM'ye karşı çıkardığı KHK'lerden dolayı sorumsuz olması demektir. Dolayısıyla parlamenter sistemin yerli yerinde durduğu ifadesine bir şekilde katılmam mümkün değil. Yasama organının denetim mekanizması olmaktan da çıktığını değişiklikleri incelediğiniz zaman görüyorsunuz. Çünkü gensoru tamamen kalkıyor. Cumhurbaşkanı mevcut meri anayasamızda herhangi bir şekilde vatana ihanet suçlaması dışında başka bir şeyle suçlanamaz. Burada demokrasi yanında bir değişiklik gibi görünüyor. Yeni düzenlemeyle cumhurbaşkanın sadece vatana ihanet değil herhangi bir suçtan Yüce Divan'a Meclis tarafından sevki mümkün ama bu da birtakım kaliteli çoğunluklarla mümkün oluyor. Yani TBMM sonunda 2/3 oyla cumhurbaşkanını Yüce Divan'a sevk edebilecek. Partisinin genel başkanı durumundaki bir cumhurbaşkanının mecliste 2/3 çoğunlukla yüce divana sevk edilmesi mümkün mü ?

MECLİS DOĞRUDAN CUMHURBAŞKANININ VESAYETİ ALTINA GİRMİŞ OLUYOR

Mustafa Toygar: Yani, pratikte hiç mümkün değil. Eskiden belki daha mümkündü. Çünkü milletvekilleri de cumhurbaşkanı da aynı dönemde seçildiğine göre kendi partisinin Meclis'te mutlak çoğunluğu var mı demek istiyorsunuz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Evet, dolayısıyla Meclis'te denetim mekanizması da tamamen ortadan kalkmış oluyor. Meclis cumhurbaşkanının doğrudan vesayeti altına girmiş oluyor. Parlamenter sistem yerli yerinde durmuyor tamamen değişiyor. Cumhurbaşkanlığı makamı yetki, sorumluluk ve görev alanı itibariyle güçlendiriliyor hükümet etme sisteminin rotası yeni baştan çiziliyor. Bu ifadelere ben de katılıyorum ama cumhurbaşkanlığı makamı tek başına kararname çıkarma yetkisi alıyor.

CUMHURBAŞKANI TEK BAŞINA NELERİ YAPABİLİR?

Mustafa Toygar: Biraz somut olarak açıklamak istersek, cumhurbaşkanı tek başına neleri yapabilir birkaç örnek verebilir misiniz?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Cumhurbaşkanlığının görevlerini tanzim eden maddede yanlış hatırlamıyorsam 104. maddede yapılan değişikliklerle; cumhurbaşkanı bütün kamu kuruluşlarını lağvedebilecek, KHK'ler ile yeni baştan kurabilecek, tanzim edebilecek. Devleti yeni baştan düzene sokacak üst düzey kamu görevlilerini cumhurbaşkanı tek başına atayacak, tek imzayla görevden alabilecek, eskiden ikili, üçlü, dörtlü kararnamelerle yapılan atamaların hepsini cumhurbaşkanı tek başına yapabilecek. Bu cumhurbaşkanı aynı zamanda beraber seçildiği milletvekillerinin büyük bir çoğunluğunun mensup olduğu partisinin de genel başkanı olduğu için meclisi de dolayısıyla kontrol altında tutuyor olacak. Yargının da bir kısmını cumhurbaşkanı atayacak, bir kısmını da cumhurbaşkanın partisinin çoğunlukta olduğu meclis atayacak. Dolayısıyla yargı da tamamen cumhurbaşkanının kontrolü altında olacak. Cumhurbaşkanlığı makamı Sayın Yalçın'ın ifade ettiği gibi; yetki, sorumluluk ve görev alanı itibariyle güçlendiriliyor.

YARGI, YASAMA YÜRÜTME ÜZERİNDEKİ ASKER VESAYETİ DEĞİŞSİN İÇİN

Bugüne kadar bizim 28 Şubat sürecinde de, 12 Eylül sürecinde de, 1961 anayasasında da hep karşı olduğumuz hep değişsin artık dediğimiz bir şey vardı; asker güdümlü yargı, yasama ve yürütme üzerinde daima bir üstünlüğe sahipti. Bir vesayet oluşturuluyordu. Biz bu kırılsın istiyorduk. Bu kırılsın istediğim için mesela ben 2010 anayasa değişikliğinde evet oyu verdim. Cumhurbaşkanlığı seçimi halk tarafından yapılsın oylamasında ben evet oyu verdim niye? Asker güdümlü yargının vesayeti ortadan kalksın, demokrasimiz kuvvetler ayrılığı prensibinin tam ve kamil bir şekilde uygulandığı gerçek bir demokrasiye doğru biraz daha ilerlesin arzusunda olduğum için...

Ama şimdi Sayın Yalçın'ın dediği gibi, cumhurbaşkanlığı makamı öyle güçlendiriliyor ki; bırakın üç kuvvetten birinin öbürlerini kontrol altına almasını, üç kuvveti de tek bir kişi yani cumhurbaşkanı vesayet altına almış oluyor.

TÜRK DEVLET GELENEĞİNDEKİ SİSTEM NEYİ ÖNGÖRÜYOR?

Mustafa Toygar: Çok önemli bir tespitiniz var tekrar onun altını kırmızı ile çizmek istiyorum; Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır, yasama yürütme ve yargıya eşit mesafede, adil ve tarafsız yaklaşmak zorunda, bu Türk devlet geleneğinde de var dediniz. Bu aslında önemli bir şey, biraz daha açar mısınız?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Fakat şunu da söyleyeyim; Türk devlet geleneğinde bu var, yürütmenin başını devletin başı atıyor. Kendisi fiilen yürütmenin başı olmuyor. Hakanı temsilen mührü elinde bulunduran bir sadrazam bir başbakan var. Bu Türk tarih sisteminde bir gelenek ama atla deve değil, değiştirilmez mi değiştirilir. Başkanlık sistemine geçilmez mi geçilir ama siz doğrudan devletin başı yürütmenin de başı olsun diye bir sistem getirirseniz. O zaman yargı ve yasama başkanın kontrolü altında olmamalı. Yasama ve yargı tamamen bağımsız olur. Bugün mesela Amerika Birleşik Devletleri'nde önceki başkanın Obama'nın atadığı bir büyükelçi bir buçuk senedir Senato tarafından, Kongre tarafından onaylanmadığı için görevine başlayamadı. Yani yasamanın yürütme üzerinde böyle bir denetim yetkisi var. Bu yetkilerle beraber Türk devlet geleneğindeki o sistemi değiştirirsiniz atla deve değil. Başkanlık sistemini getirirsiniz. Buna da biz razı oluruz ama yürütmenin başı olan devlet başkanı yasama ve yargıya karışmayacak demektir. Ama siz hem yürütmenin başıyım hem devletin başıyım, hem yasamayı kontrol altında tutarım, hem yargıyı da kontrol altında tutarım diyorsanız o zaman biz buna karşı çıkmak durumundayız.

ERDOĞAN BU YETKİLERİ BELKİ DE ADİL ŞEKİLDE KULLANABİLECEK YEGANE İNSAN AMA

Karşı çıkmamız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu yetkileri alacak diye değil. Recep Tayyip Erdoğan bu yetkileri belki de Türkiye'de adil bir şekilde kullanabilecek yegane insandır ama burada doğru anlaşılsın diye söylüyorum benim çok sevdiğim başka insanlara da bu yetki veriliyor olsa ben yine karşı çıkarım. Mesela Nuri Gürgür'e bu yetki veriliyor olsa, rahmetli Türkeş yaşıyor olsaydı, rahmetli Yazıcıoğlu yaşıyor olsaydı da bu yetkiler onlara veriliyor olsaydı ben yine karşı çıkardım. Burada mesele bir kişinin bu yetkilere sahip olması değildir. Bu yetkilerin bir kişiye veriliyor olmasıdır. Bizim karşı olduğumuz şey bu çünkü yarın bu yetkilerin kimin elinde olacağının hiç bir garantisi yok. Onun için bu kadar yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanı bizim hazmedebileceğimiz bir şey değil.

Mustafa Toygar: Bu referandumda aslında neyi oyluyoruz biz? Biraz kafalar karışık da, nelere dikkat edeceğiz, neleri nasıl sorgulayacağız?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Şimdi yapılacak olan halkoylamasında da neye oy vereceğimizi iyi bilmek durumundayız. Oyunu takım tutar gibi, şahsa endeksli vermeyip de gerçekten bilerek, bilinçli şekilde verecek olan insanlar için de faydalı olacağına inandığım için burada bunu ifade ediyorum.

Mecelle'ye göre usul esastan önemlidir. Bunu yazan Ahmet Cevdet Paşa, her şartta olmasa bile çoğu durumda haklıdır. Bu halkoylamasında da usul çok önemlidir. Onun için oyumuzun ne olması gerektiğini tartışmadan önce, usulle ilgili bazı hususlara açıklık getirmeliyiz:

- Bu halk oylamasından çıkacak sonuç Türkiye için hayati önemdedir. Buna rağmen, oylarına göre insanları tasnif etmemeliyiz. Benim vereceğim oy, çoğunluğun verdiği oy olmazsa inanırım ki Türkiye çok zarar görecektir. Ama bu benim düşüncemdir. Karşı oyu verecek arkadaşlarımın da benimki kadar önemli gerekçeleri vardır. “Hayır” vereceksem, evet verecek olanları hain olarak görmem. “Evet” vereceksem de hayır verecek olanlara aynı şekilde saygımı muhafaza ederim.

- Gerginlikten medet umarak siyaset yapanları etkisiz hale getirmek de böylece mümkün olacaktır.

- İnsan her şeyden daha önemlidir. Benim verdiğim oyu vermeyecek bir arkadaşımla, sırf bu yüzden aram açılmamalıdır. Anayasa değişikliği halkoylamasından istemediğim sonuç çıkarsa, sineye çekerim, düzelmesi için uğraşırım. Ama kırılan bir kalbin vebalini taşıyamam. Söz konusu insan ise gerisi teferruattır. Çünkü vatanı vatan yapan da insandır.

- Bu halk oylaması mademki çok önemlidir. O halde oyumuzu belirlerken, bir spor kulübünün taraftarı yaklaşımıyla değil, gelen değişiklikleri enine boyuna inceleyerek oyumuzu vermeliyiz. Ben de demokrasiden yana vereceğim oyun evet mi hayır mı olduğunu önemli çalışmamlar yaparak belirledim.

-Usulle ilgili son ve çok önemli bir husus, memleket için bu kadar önemli bir halk oylamasının hür tartışma ortamında yapılmasıdır. 2007 ve 2010 referandumlarından öncekiler hep sıkıyönetim şartlarında yapıldı, hür tartışma ortamının olmadığı eleştirisi hala yapılıyor. Şimdi de OHAL var. Ben OHAL şatlarında hür tartışma ortamının oluşmasını temenni ediyorum. Adam sadece oyunun ne olacağın söyledi, diğer seçmenlere de bunu telkin etti diye OHAL bahanesiyle suçlu sayılmamalıdır. Hele bir de “Evet” oyunu vereceğim diyenler bunu rahatça korkusuzca söylerken “Hayır” diyecekler fikrini söyleyemezse bu da hür iradenin vesayet altında olması demektir ki halkoylamasını 1961 ve 1982 gibi şaibeli hale getirecektir.

- Anayasa değişiklik teklifinin devlet yapısında ve yönetiminde ne gibi değişiklikler yaptığını incelerken Yasama, Yürütme ve Yargı yetkilerini elinde bulunduran kurumlardaki düzenlemelere baktım. Zira bir devletin üç erki yasama, yürütme ve yargıdır. Demokratik bir anayasa bu üç güç arasında bir denge oluşturur; aralarında olması gereken tabii etkileşimin ve ilişkinin ötesinde birinin diğerleri üzerinde vesayet oluşturmasına geçit vermez. Nitekim Anayasamızın başlangıcında bu ilke,“Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;… TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” şeklinde ifade edilmiştir.

BAHÇELİ, ‘BU DESTEĞİ VERMESEYDİK AKP BU DESTEĞİ HDP'DE ARAYACAKTI' MI DEDİ?

Mustafa Toygar: Yıllardır AKP, başkanlık sistemini getireceğini ifade ediyordu, Devlet Bahçeli'nin MHP'si de buna şiddetle karşı çıkıyordu. Adına cumhurbaşkanlığı da dense, bunun başkanlık sistemi olduğunu hepimiz biliyoruz. Devlet Bahçeli MHP'nin parçalanması pahsına niçin başkanlık sistemine evet dedi?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Tabii bunu Sayın Bahçeli'nin kendisine sormak lazım. Kendisine bu soru sorulduğu zaman da mesela, Star televizyonunun haber spikeri Nazlı Hanım sormuş, verdiği cevabı Devlet Bey'in kendi ağzından değil Nazlı hanımın kendisi anlattı. Yani Devlet Bey o açıklamadan anladığım kadarıyla çok pratik şekilde ifade edecek olursak, yani kelime kelime onların söylediği değil, benim anladığım şekliyle ‘'Biz bu desteği vermeseydik AKP bu desteği HDP'de arayacaktı, o zamanda kim bilir nereye giderdi Türkiye? Onun için biz yani HADEP ‘e AKP'yi muhtaç olmaktan koruduk, kurtardık.'' diyor.

Mustafa Toygar: Ama mesela 15 Temmuz süreci yaşanmış, AK Parti'nin de gündeme getirmeye cesaret edemediği halde birden bunu Devlet Bahçeli gündeme getirdi yani şu an sırası mıydı?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: Yani işte onu Devlet Bahçeli'nin kendisine sormak lazım gelir. O soruya verdiği cevap da beni tatmin etmekten uzak bir cevap. Çünkü HDP'in şu anda şeklen “HAYIR”ına rağmen bu getirilen değişikliğe HDP'lilerin bir kısmının ben “EVET” diyeceği kanaatindeyim. Dolayısıyla bu değişiklik HADEP'e zarar verecek, HADEP'in isteklerini yerine getirmeyecek diye bir şey söz konusu değil. Cumhurbaşkanımızın meri anayasada da bir yetkisi var. Bu değişiklik teklifinde de devam ediyor. Yani olağanüstü durumlarda yanlış hatırlamıyorsam 125 veya 126. Maddede halen meri bir değişiklik olursa da devam edecek. Birkaç ili bir araya getiren bölge valiliği oluşturulabilir diye, nitekim hatırlayacaksınız olağanüstü hal bölge valiliği vardı. Dolayısıyla böyle bir yetki başka yetkileri de elinde tutan Cumhurbaşkanı tarafından hangi istikamette kullanılabilir bunları tahmin etmek şuan için mümkün değil. Dileğimiz odur ki bu yetkileri memleketin bekasını hesap ederek kullanan insanlar Cumhurbaşkanı olsun. Dolayısıyla HDP'nin burada biz bu işten çok zarar göreceğiz diye korkması için bir sebep yok anayasada. Yani Devlet Bahçeli HDP'nin elinden AKP'yi kurtarmış saymasın kendisini.

TÜRKİYE'NİN BEKA SORUNU MU VAR Kİ BU SİSTEM GETİRİLİYOR?

Mustafa Toygar: Özellikle MHP cenahı ısrarla “beka” sorunu nedeniyle bu değişikliklere evet oyu vereceklerini ifade ediyorlar. Nedir bu beka sorunu?

Prof. Dr. Orhan Kavuncu: "Beka'' gelecekte de var olmak diye ifade edebileceğimiz bir kelime. Tabii Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilelebet payidar olacaktır. Gelecekte de var olacaktır. Bundan benim bir endişem, kuşkum yok. Ama nasıl var olacağız? Yani ‘'beka'' sorunu sadece gelecekte var olmak değil, gelecekte bugünkünden de daha güçlü var olmak diye algılamak zorundayız. Buna baktığınız zaman Türkiye'de demokratik ortamlarda mı yoksa totaliter dönemlerde mi Türkiye daha güçlenmiştir, yani memleketin güvenliğini, geleceğini hesap eden kararlar almıştır. Tarihimize baktığımız zaman buna dair örnekler gösteriyor ki bize demokratik ortamlarda Türkiye geleceğini daha iyi koruma altında tutan kararlar almıştır. Mesela terörle ilgili diyelim 1984 tarihinden beri Türkiye terör belasıyla karşı karşıya. Türkiye'nin siyasi istikrarının en zayıf olduğu koalisyon dönemlerinde dahi terörle mücadelesi bugünkünden daha başarılıydı. Yani en azından canımız acıyor şüphesiz, bunları söylerken bile canımız acıyor ama istatistiklere bakılsın. Bir güvenlik mensubumuzun şehit olmasına karşılık kaç terörist telef edildi? Bu istatistiklere bakıldığı zaman mesela o siyasi istikrarın zayıf olduğu dönemlerdeki mücadelede en fazla üç teröriste bir güvenlik gücümüzdü. Ama bugün bizim güvenlik gücü mensuplarımızdaki kayıp eskisiyle mukayese edilemeyecek kadar yukarılara çıktı. Bugün siyasi istikrar var. 14 senedir memlekette bir parti tek başına iktidar. Dolayısıyla siyasi istikrar adına totaliter rejimlerinde siz bekanız için medet umarsanız yanlış yapmış olursunuz. İşte bir başka örneği; Yunanistan'ın NATO'ya geri dönmesi ile ilgili bizim vetomuzun kaldırılması hadisesi var. Türkiye yine siyasi istikrarın çok güçlü olmadığı dönemlerde 1980 darbesini de bir şekilde hazırlayan bir siyasi istikrarsızlık ortamında Yunanistan'ın NATO'ya geri dönmesini veto ediyordu. Yani ülkenin lehine bir kararı o siyasi istikrarsız dönemde de yönetim verebiliyordu. Ama 12 Eylül oldu askeri yönetim totaliter bir yönetim, dolayısıyla denetimden muhalefet endişesinden beri bir yönetim bir gecede Yunanistan'la ilgili vetoyu kaldırdı. Yunanistan NATO'ya geri döndü. Bugün Türkiye'nin Ege kıta sahalığı problemi Kıbrıs'la ilgili problemler, Türkiye kamuoyuna basınımız tarafından çok öyle kıyıda köşede küçücük haberlerle yansıyan işte Ege'deki adaların birer-ikişer Yunanistan tarafından kontrol altına alınmasıyla ilgili fiili durumun temelinde yatan o vetonun kaldırılmasıdır. O vetoyu demokratik bir iktidar kaldırmadı, totaliter bir iktidar kaldırdı. Dolayısıyla bekamız için bir totaliter rejimden medet umuyoruz denilemez. Fevkalade yanlış.

Israrla söylüyoruz bizim burada derdimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yetkilere sahip olup –olmaması değildir. Dediğim gibi bu yetkilere Türkiye'de belki de en güzel kullanacak insan Recep Tayyip Erdoğan'dır. Ama bu yetkilerin bir kişiye verilmesi, bütün sıkıntımız bu…

Prof. Dr. Orhan Kavuncu'nun özgeçmişi:

1949 yılında Osmaniye'nin Bahçe ilçesinde doğdu. Aslen Özbekistan Türklerindendir. İlk, orta ve lise tahsilini Kahramanmaraş'ta tamamladı. Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde yaptı. 1977'de aynı fakültenin "Zirai Genetik ve İstatistik" Anabilim Dalında hazırladığı tezle Bilim Doktoru unvanını aldı. 1981-82 yıllarında Kanada Alberta Üniversitesinde doktora üstü bursla nazari Populasyon Genetiği çalışmaları yaptı. 1984'te doçent, 1991'de profesör oldu. 1993-1995 senelerinde Kazakistan Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi'nde rektör vekilliği görevlerinde bulundu. 2004 yılında Kazakistan'ın Almatı Şehrinde Mesleki Kariyer ve Ekonomi Üniversitesinin Kurucu rektörü oldu. 2016 yılının Nisan ayına kadar Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde Biyometri ve Genetik Anabilim Dalında çalıştı. Halen Kastamonu Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Genetik ve Biyomühendislik Bölümünde Öğretim Üyesidir. Bilimsel alanında 30 kadar araştırma ve derleme makalesi, 3'ünde müşterek yazar olduğu 4 adet ders kitabı vardır.

Akademik çalışmaları yanında öğrencilik yıllarından beri fikri çalışmaları da olan Orhan Kavuncu 12 Eylül 1980'den önce Ocak, Töre, Devlet, Hasret, Genç Arkadaş gibi dergi ve gazetelerde yazdı. Daha sonra da Türk Yurdu dergisinde yazıları çıktı. Türk Dünyası konulu iki kitabı ve çok sayıda makalesi vardır.

Sivil Toplum kuruluşlarında da görev yapan Orhan Kavuncu 1980'den önce Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği, Ülkü-Bir ve Ülkü-Tek Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu. 1985-1993 ve 2005-2013 yıllarında Türk Ocakları'nda çeşitli görevlerde bulundu. 2000-2002 yıllarında Almanya'da Avrupa Nizam-ı Âlem Ocakları Genel Başkanlığını yaptı.

Bir dönem siyasetle de uğraşan Kavuncu, 1995-1999'da BBP Adana Milletvekili olarak görev yaptı ve 2003 yılına kadar BBP Genel Merkez Yönetiminde çeşitli görevlerde bulundu.

Halen Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı (TOEK) ve Muhsin Yazıcıoğlu Düşünce ve Stratejik Araştırma Derneği (MUHSİYAD) Başkanı olan Orhan Kavuncu evli ve üç çocuk babasıdır.

Bakmadan Geçme